Ara

Gönül Burcunda

Gönül Burcunda

Aşkî bir duyguyla tabîatı seyr ediyorum yolculuk vakti. Şehirler arası kasvetli, basık bir otobüs. Tarlaların âhengi, ağaçların bahâra yeniden açmak hazırlığı, kuşların uçuşları öbekler hâlinde. Toprak ananın göğüslerinde nebâtâtın ve hayvânâtın kana kana emeceği o mineralli yeraltı kaynakları. Her biri bir ni’met. Her biri İlâh-ı Mutlâk’ın eşsiz ve hârikulâde ikrâmları. Tüm bunları düşündüğümde Yaradan (cc)’nın Tekvîn vasfını ve Hayy ism-i şerîfini daha yakîn bir idrâk ile selâmlıyorum. Biliyorum bu münbit arâzîlerin ve alabildiğine genişleyen gökyüzünün insânın hizmetine verildiğini. Kulaklarımda Şerif İçli’nin nağmeleri. Tefekkür kapılarını açıyor hayât. Açıyor ve götürüyor bilmediğim, bana öğretilmeyen, gösterilmeyen hakîkatin kûyuna. Sükûnet bürüyor kalbimin derûnunu. Ve bir çığlık gibi yükselmekte ağaçların çıplak dalları arşa. Bir çığlık. Aczini ifâde bağlamında bir yanı kurak bir yanı ise yeşile nâzır topraktan yükselen. Makâm makâm, beste beste. Âfâka yaslı başımı nârin dokunuşlarla okşuyor bulutlar. Mehmed Âkif Üstâd’ın şi’ri gönül çerâğını yakıyor:  “Ezelden âşinânım ben ezelden hem zebânımsın Berâber ahde bağlandık ne olsan yâri cânımsın Ne olsan zerrenim kalbimde hâlâ çarpar esrârın Gel ey cânân gel ey cân! Kalmasın ferdâya dîdârın” Sonra hâfızamın derinliklerinden bir gayzer gibi fışkırıyor Âkif’in vefâsı. Baytar Mektebinde aynı sıraları paylaştığı ve kendisine yârenlik ettiği Hasan Efendi’nin vefâtının sonrası ona va’dettiği ahde karşı sadâkat, beni alıp götürüyor Hirâ’ya. Ebû Bekr’in (ra) Rasûl-i Ekrem ile sığındıkları mağarada, sokulmanın tüm sancısına rağmen ayak topuğuyla yılan yuvasının ağzını kapaması gibi aşkın bir aşk. Cinsi türü ne olursa olsun tüm aşkların menbâıdır ya, Hâlik-ı Yezdân. Ve her nefis O’ndan gelip yine O’na dönecektir ya, âyet-i celîlin beyân ettiği üzre. Aşkındır aşk. Ali Ulvî Dedemin gözlerinin içinde parıldayandır. Mütebessim çehresidir ve bir o kadar da utangaç. Bakar ve görür. Bir efsûn gibi büyüler o hâl insânı. Sonra Bursa’ya âit sevdâm boy verir, Şeyh Edebâlî Hazretleri’nin mübârek elleriyle toprağa attığı çınar tohumu gibi. Biter, kök salar ve büyür. Sekiz senemin bir çocukluk rü’yâsı ile leblerimden kalbime yol alışı, sonra o yola revân oluşumdur beni büyüten lütuf. Hiç unutmam. İznikî Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri hakkında, yedi sene evvel ulusal bir hüviyetle vukū’ bulan sempozyuma seyâhatim. İkinci günün âhirindeki Câmi’ ve Tekke Mûsıkîsi Konserine bir kardeşimle iştirâkim, rûhumun taşkınlığına refîk. Programın ezân ile ara verişi. Hülyâ ile İznik sokaklarında yürümek bahtiyârlığı. Ayaklarımıza emrolunan ilâhî telakkî ile kendimizi bir ânda Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri’nin kabrinde, şâhidesinin yanıbaşında buluşumuz. Hüzün sağanağına tutuluşum ve nihâyetsiz bir iç çekiş içinde gözyaşlarımın ipek gibi sicim sicim yağan yağmurla meczolunması. Acziyetim. Duâm. Programı huşû ile dinleyişimiz. Yine gecenin zifirinde Hülyâ ile mûsıkî-şinâs ağabeylerin servisinde, takrîben iki saat içinde kâh tebessüm ederek kâh ilâhîlerin coşkunluğunda birlenerek hânemize varışımız. Kimi yurt gezisi kimi hemşehrim ve hâcem Dâvûd El-Kayserî’nin da’veti vesîlesiyle tekrâr tekrâr vâkî olan seyahatler netîcesinde Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri’yle kavîleşen mahabbetim. Bunlar evet, bütün bunlar rûhumun sadâsına ebedî ve ezelî kalemle nakşolunmuş birer renk. Aslında daha neler neler aktarmak isterdim Bursa’ma dâir. Ne kızçeler ne kızanlar. Molla Fenârî’ye komşu Ali Ulvî Dedemin sohbet penceresinden neler neler anlatmak isterdim. Meselâ Somuncu Baba yokuşundan sağ eli kalbinde, yüzü bize dönük dervîş edâsıyla selâmlayarak olağanca yaşına, arka arka inişini. Bir akşamüstü, yemeğini benimle pay edişini. Sultânım, deyişini. Bir bakışı ile yaralarıma merhem oluşunu. Gülüşlerimizi. Latîfelerini. Neler neler. Üniversiteyi kazandığımın senesi puanlarım henüz açıklanmışken kaybettiğim, fânî âlemdeki son saatinde dahî beni mahabbeti ve nasîhatiyle terbiye eden Merhûm Hasan Dedemin duâları, amcalarım ile yengelerimin de babamı iknâları sonucunda nice güzeller tanıdım. Mevlânâ (ks) konağından geçtim. Âşık Paşa’ya, Abdülhakîm Arvâsî’ye seslendim. Cem Sultân’ın câmıyla ukbâ pınarından içtim. Şehzâde Mustafâ ile söyleştim. Korkut Hân’ın Kürdî Pîşrevine sefer ettim. Sultân Emîr Buhârî’ye, Üç Kozlar’a, Üftâde’ye, Molla Hayâlî’ye, Yıldırım’ın Huzûruna, Molla Câmi’ye, Çelebî Mehmed’e, Fâtih’in vâlidesi Gülbahâr Hâtun’a, Hüdâvendigâr’a, Şâir Ahmed Paşa’ya, minyatür üstâdı Lâmii Çelebî’ye, Esrâr Dedeye. Vesîlet-ün Necât kâtibi Süleymân Çelebî’ye, Ayşe Şasa’ya, Galata Mevlevîhânesi’ne, İbrâhîm Müteferrika’ya, Gâlib Dede’ye, Mevlevî Şâire Leylâ Hânım’a, III. Selîm'in bestekârı Zekâi Dede’ye, Tanpınar’a, Süheyl Ünver’e, Sâmiha Anne’ye, Ken’an Rifâî’ye, Hacîvat ile Karagöz’e, Câhid Çollak’a ve nicelerine. Nice yollar ve yolculuklara şehâdet ettim. Şimdi daha derinine temeyyüz ederek düşünüyorum da tüm bunlar, rûhumun güzergâhını şekillendiren ve râhımın hakîkatle insicâmını âyân eyliyen «Ben gizli bir hazîne idim, bilinmeyi murâd ettim ve mahlûkâtı yarattım.» Hadîs-i Kudsî’sinin ya’ni Hakk’ın tecellîleri. Aşkî bir duyguyla tabîatı seyr ediyorum yolculuk vakti. Tarlaların âhengi, ağaçların bahâra yeniden açmak hazırlığı, kuşların uçuşları öbekler hâlinde. Toprak ananın göğüslerinde nebâtatın ve hayvânâtın ve dahî beşerâtın kana kana emeceği o mineralli yeraltı kaynakları. Nehirler, ırmaklar ve ummânlar. Ötelerden. Çok ötelerden coğrafyamıza râyihâsı yayılan ezhār. Her biri bir ni’met. Her biri İlâh-ı Mutlâk’ın eşsiz ve hârikulâde ikrâmları. Âkif’in vefâsını soluyorum. Gözlerimi, alabildiğine genişleyen gökyüzüne mıhlayıp Yaradan (cc)’ın Tekvîn vasfını ve Hayy ism-i şerîflerini daha yakîn bir idrâk ile selâmlıyorum: “Hû!” Hatice Tekin

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak