Ara

Gençlik Benim İçin ‘DELİKANLIKLIK’ Demektir.

Gençlik Benim İçin ‘DELİKANLIKLIK’ Demektir.

Mustafa Özel: Gençlik Benim İçin ‘DELİKANLIKLIK’ Demektir.

Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Özel ile “Gençlik” üzerine konuştuk.

Röportaj: Üveys Altun 

Mustafa Özel Kimdir? 1956 Ağrı doğumlu. Naci Gökçe Lisesi (1974) ve Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi (İktisat 1980) mezunu. Bankacılık, dış ticaret ve sanayi sektörlerinde yönetici ve danışman olarak çalıştı. Dergâh, İzlenim, Kayıtlar, İlim ve Sanat, İslâm, Yedi İklim, İktisat ve İş Dünyası ve Anlayış dergilerinde yazı ve tercümeleri yayımlandı. Çeşitli kuruluşlara danışmanlık yapan yazar halen İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesinde dersler vermektedir.

Gençlik sizin için ne ifâde ediyor?

Biraz erkeksi bir ifâde olacak ama, gençlik benim için ‘delikanlılık’ demek. Kanın deli olması, damara sığmaması. Kadın-erkek ayrımı yapmadan söylüyorum pek tabii. Hizâya girmemek, Don Kişot olabilme kâbiliyetini yitirmemek; gençlik budur. Don Kişot, son dört yüz yılın en delikanlı kurgu kahramanıdır. Gerçek bir idealist. Aşk, dostluk, ferâgat dâhil bütün duyguların ve insanlar arasındaki her tür ilişkinin paraya çevrildiği yoz bir çağda hakîkatı ancak bir delinin haykırabileceğini simgeliyor. Akıllı genç çoğu zaman, eğitilerek haksız düzene boyun eğdirilen genç demektir. Adâlet duygusu iptâl edilmiş, hadım edilmiş genç demektir. Don Kişot, meczup bir adâlet nöbetçisidir. Ondan nöbeti devralmaya aklı ve kalbi hazır olan delikanlılara genç demek lâzım. Gençlik bir yaş meselesi değildir. İnsanların çoğu yirmisine kadar bebek, yirmibirindeyse bunak olurlar! Sizin döneminizdeki gençlik ile bugünkü gençlik arasında ne gibi farklar var? Neden? Gençlik zaman içinde akıp giden bir akarsudur. Su aynıdır ama, herhangi bir anda kapımızın önünden geçen su, aynı su değildir. Dolayısıyla, gençlik hem her zaman aynıdır; hem de her çağın genci biraz farklıdır. Farkı, bulunduğumuz konuma göre olumlu yâhut olumsuz olarak değerlendiririz. Meselâ benim devrimin gençleri belki daha az uyanık, daha fazla bön idiler bugünün gençlerine kıyasla. Peki, hangisi daha iyidir? Bön yâni saf değilseniz, başarılı bir iş veya devlet adamı olabilirsiniz. Ama adam olabilir misiniz? Ondan şüpheliyim!

İktisata ilginiz nasıl başladı?

Annem doktor olmamı istiyordu. Ağrı’da vizite ücretleri çok yüksekti (gelire kıyasla). Her çocuk doktor, mühendis ve (nedense?) pilot olma hayâliyle büyürdü. Ben de Ağrı Lisesi’ni bitirdikten sonra (1974), Boğaziçi Mühendislik fakültesini kazandım (Makine). Fakat birinci sınıftan sonra, “birinci sınıf” bir mühendis olamayacağımı hissettim ve İdari Bilimler’e geçtim. İktisat ve işletme okudum. Sonra bankacılık, dış ticâret ve sanâyi şirketlerinde on yıl kadar çalıştıktan sonra, tekrar akademiye dönüp iktisat tarihinde YL ve doktora dereceleri aldım. Ama bütün bu dönemler boyunca gönlümde yatan aslan edebiyat idi; roman ve şiir.

“Edebiyat karın doyurmaz, çay içirir!” derler. Öyle midir?

Edebiyatçılara, öykü, şiir, roman yazarlarına sormak lâzım. Ben bir firârîyim; bir edebiyat kaçkını. Hep sınırda yaşadım: Hayat ile Hayâl’in hudut bölgesinde. Hayâtım da, hayâlim de yarım kaldı. Ama bu yüzden, her iki yakadan birinde yaşayanların göremeyeceği birçok şeyi görebiliyorum!

İktisatla edebiyatı birleştirmeye çalışıyorsunuz. Niçin?

Modern hayâtın ana meşgalesi iktisâdî faaliyettir. Ortalama bir dünyâ vatandaşının siyâsî faaliyeti üç-beş yılda bir oy kullanmaktan ibârettir; oysa yüz kişiden doksanı her gün sabah sekiz akşam altı bir şirketin çarkları olarak çalışmak zorundadır. Romancılarımızın çoğu, modern iktisâdî gerçekliğe nüfûz edemeyecek kadar böndürler. (Bu sefer bön’ü saf anlamında değil, düpedüz ahmak yâhut câhil anlamında kullanıyorum.) Smith, Marx, Keynes, Hayek.. bunları ciddi biçimde kavrayamayan, ne roman yazabilir bence ne de şiir! Modernlik, üç kurgunun üst üste çakışmasıdır: Kâğıtpara, Ulus ve Roman. Kâğıtpara’yı tek kelime olarak yazıyorum, çünkü bu nesne para değil, simyâdır. Ulus, millet değildir. Bir toplum unutabilirse, ulus olabilir. Millet ise, hatırlayarak gerçekleştirilen bir birliktir. Unutarak ulus, hatırlayarak millet oluruz. Bu gerçekliği eserlerinde en iyi yansıtabilenler Halide Edib, Tanpınar ve Kemal Tahir gibi romancılarımızdır.

Hangi kitabı unutamadınız? Başlıca yazar/şâirleriniz?

Her dönemimin ayrı kitapları, yazarları, şâirleri oldu pek tabii. Lise yıllarımın kutup yıldızı Necip Fazıl’dı, üniversite yıllarımın Cemil Meriç. İkisinden de çok şey öğrendim. Sonra sıra Batılı hocalara geldi: Fernand Braudel, Immanuel Wallerstein gibi tarihçi ve kuramcılardan etkilendim. 1990’larda yazdıklarım bu dört hocanın etkilerini taşır. Yazdıkça, kendi hikâyeme hasret duymaya başladım. On yıldır gurbet burcundan hasret burcuna geçmeye, kendi sesimi bulmaya çabalıyorum. Hikmet burcu ise pek uzak gözüküyor!

Gençlik kötüye mi gidiyor?

Kötülüğü yenilikle özdeşleştirmek, bir zaaf işâretidir. Değişen şartlar karşısındaki acziyetimizi yansıtır. Onyedinci yüzyılda bile, gençliğin bozulduğundan şikâyet eden eserlere rastladım. Hem gençlik bozulmuşsa, bunda şikâyet edenlerin bir sorumluluğu yok mudur? Allah âdildir, hiçbir devrin insanlarını diğerlerine kıyasla dezavantajlı yaratmaz. Nimet ile külfet arasında her zaman mutlakâ bir denge vardır. Mârifet, o dengeyi sezebilmekte.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak