Ara

Gayba, Yakîn Derecesinde Îman

Gayba, Yakîn Derecesinde Îman

Doğruluğunda şüphe bulunmayan, vâkıaya uygun bilgi, sâbit ve kesin inanış, kanâat (îtikad), şüphe ve tereddütü ortadan kaldırdıktan sonra ulaşılan kesinlik”1 anlamlarına gelen “yakîn” kavramını, aynı zamanda tasdîk ve inanca ulaştıran doğru bilgi şeklinde de tanımlamamız mümkündür.2 Yakîne ermek şeklindeki kullanım şüphelerden izole olup, kalbin bilgiyle mutmain olması anlamındadır. Şüphenin bulunduğu yerde yakînden bahsetmek mümkün değildir. Yakîn derecesine ulaşmamış bir gayba îmânın îman-ı kâmili meydana getirmesinden de söz etmek mümkün olmaz. Bu açıdan yakîn’i, îman esaslarının tümünü içine alan gayba îman konusunda gerçekleştirmek, mü’minin öncelikli şiârıdır.

İnsanın, duyu organlarıyla her şeye vâkıf olması mümkün değildir. Sınırlı duyu kapasitesi ile ancak Allâh’ın (cc) kendisine müsâade ettiği kadarına vâkıf olabilir. Görülebilen ya da görülemeyen her şey insana bir imtihân aracıdır. İnsanın beş duyusuyla algılayabildiği âleme zâhir âlem/şehâdet âlemi; duyularıyla algılayamadığı âleme gayb âlemi denilmiştir.

Kişinin îmân etmiş bir kimse olabilmesi gayba îmanla mümkündür. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi gayba îman, îmân esaslarını içine alan genel ifâdedir. Çünkü îmân etmekle mükellef olduğumuz esaslar gaybîdir. Allâh’a (cc) îman, meleklere îman, âhirete îman gibi îmânın temel esaslarının gaybî olması, gayba îmânın önemini ortaya koymaktadır. İnsanın sâdece duyu organlarının kendisine bildirdikleriyle sınırlı kalması, kişide îman hakîkatinin meydana gelmesi için yeterli değildir. Akıl ve duyular önemli yetiler/melekeler olmakla berâber gaybî konularda salt akıl ve duyu ile hareket edilmesi insanı inkâra götürebilir. Materyalistlerin akıl ve duyu organlarının algılayamadığı konuları inkâra kalkışmış olmaları, îmânî hakîkatleri anlamalarının önüne geçmiştir. Îman kalbî bir amel olduğundan ancak kalpte gerçekleşir.

Gayba İmanın Mü’min Hayâtındaki Önemi

Kur’ân-ı Hakîm’de gayba îman, mü’minlerin özellikleri arasında sayılmıştır. “Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.”3 Îmân ehli ile küfür ehlini birbirinden ayıran en temel özellik gayba îmandır. Tevhîdin temelini oluşturan Allah (cc) inancı ve bununla bağlantılı olan diğer îman konuları gayba îmanla alâkalıdır. Peygamberlerin insanlara ilk tebliğ ettiği konuların gaybî konular olması insanların îman noktasında ilk imtihanlarını oluşturmuş ve bu bağlamda imtihânı kazanan mü’min olmuş, kaybeden küfre düşmüştür.

Gaybe îman konusu içerisinde yer alan âhirete îman, insanın her türlü fenâlık ve azgınlıktan yüz çevirmesini sağlayan en önemli etkenlerdendir. Çünkü âhirete îmânı tam olan kimse dünyâda yapacağı her türlü eylemden hesâba çekileceğini bilir ve ona göre hayâtını şekillendirir. Âhiret, insanın zerre kadar yaptığı iyiliğin ve zerre kadar yaptığı kötülüğün karşılığını göreceği yerdir. “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfâtını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezâsını görecektir.”4 Kişinin bir günâha bulaşması söz konusu olduğu zaman âhirette hesâba çekileceği aklına gelecek ve o kişi bu günâhı işleme arzusundan böylece vazgeçecektir. Yine herhangi bir sâlih amel işlemesi durumunda, karşılığını âhirette tam alabilmek adına, dünyâda her türlü gösterişten/riyâdan uzak kalacaktır. Böylece âhirette almayı umduğu mükâfâtı, âhirete olan inancıyla güvence altına almaya çalışacaktır. Âhiret inancı insanı, dünyâ hayâtının geçici süsüne ve ihtişâmına aldanmadan dünyâya gönderilişinin asıl gâyesini idrâk etmeye ve kendisini âhirette zarara uğratacak her türlü eyleme karşı dikkatli olmaya sevk eder. Bu durum, müslümanın şuurlu bir şekilde kulluk vazîfelerini yerine getirebilmesi açısından son derece önemlidir. “Bu dünyâ hayâtı sâdece bir eğlenceden, bir oyundan ibârettir. Âhiret yurduna (oradaki hayâta) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!”5

Gayb kelimesi gelecek hakkında da kullanılır. Âyet-i celîlede şöyle buyurulur: ‘O bütün gaybı bilir. Fakat sırlarına kimseyi muttalî kılmaz. Ancak bildirmeyi dilediği peygamber bunun dışındadır…’6 ‘Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tâne, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allâh’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın.’7 Gaybın anahtarlarının yalnızca Allah’ta (cc) olduğuna dâir hiçbir mü’minin şüphesi olmamalıdır. Sâdece Allâh’ın (cc) bildiği ve başkasına bildirmediği gayb, mutlak gaybtır. Allâh’ın (cc) başkasına bildirdiği gayb türü ise mukayyed gaybtır. Mukayyed gaybı Allah (cc) kullarından dilediklerine bildirebilir. Peygamberimiz (sav), Allâh’ın (cc) kendisine bildirmiş olduğu nisbette, bize gelecekle alâkalı gaybî bilgiler bildirmiştir. Bu açıdan Peygamberimiz’in (sav) gelecek hakkında vermiş olduğu gaybî bilgileri mukayyed gayb içerisinde anlamamız gerekmektedir.

Peygamberimiz’in (sav) gelecekle alâkalı gaybî bilgileri haber verdiği bâzı hadîs-i şeriflerini şöyle sıralayabiliriz:

‘Bedir savaşından evvel Kureyş müşriklerinin Bedir’de ölecekleri yerleri göstererek Burası Ebû Cehil’in katledileceği yer, burası Utbe’nin katledileceği yer, burası Ümeyye’nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir.” demiştir. Aynen dediği yerlerde dediği şahısların cesetleri bulunmuştur.’8

‘Bir gün Rasûl-i Ekrem (sav) süt halası Ümmü Haram’ın evinde uyuyordu. Uykusundan tebessüm ederek uyandı. Rüyâsında müslümanların gemilere binip deniz seferlerine çıkacaklarını gördüğünü anlattı. Ümmü Harâm; “Yâ Rasûlallâh (sav), Allâh’a duâ edin, ben de onlarla berâber olayım.” dedi. Peygamber Efendimiz (sav) de: “Berâber olacaksın!..” buyurdu. Ümmü Harâm, Efendimiz’in (sav) bu duâsının bereketiyle Hz. Osman (ra)’ın hilâfeti zamânında, Hz. Muâviye (ra)’in komutasında tertiplenen Kıbrıs Seferi’ne kocası Ubâde ile birlikte katıldı. Denizi aşıp, adaya çıktılar. Orada bindiği katırdan düştü ve bu yüzden vefât etti. Kabri hâlen Kıbrıs’ta en çok ziyâret edilen mekânlardandır.’9 ‘İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.’10 Buna benzer meydana gelmiş ve henüz meydana gelmemiş, ancak meydana gelmesi beklenen birçok gaybî haberleri hadîs-i şeriflerde görmemiz mümkündür.

Kader Nedir?

Gayb konularından bir başkası kader meselesidir. Kader, ehl-i sünnet tarafından îmân esasları arasında görülen ve inkâr edilmesi hâlinde insanı dinden çıkartacağı bildirilen bir meseledir. Kader, kelime olarak ‘gücü yetmek, planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek’ gibi anlamlara gelirken; literatürde ‘Allâh’ın bü­tün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi/yazması’11 diye târif edilir. ‘Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede (kaderle) yarattık. İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.’12 Kaderin, yâni Allâh’ın (cc) ezelî ve ebedî ilmi ile takdir buyurmuş olduğu şeyin vakti gelince ortaya çıkması/meydana gelmesi ise ‘kazâ’dır. Her şeyin yaratıcısı Allah (cc) olduğu gibi, kulun fiillerinin yaratıcısı da Allah’tır (cc). ‘De ki: Allah her şeyin yaratıcısıdır.’13 Kulun cüz’î irâdesi olduğundan kul talep eder Allah (cc) yaratır. Kul hayır talep ederse Allah (cc) hayrı yaratır; kul şerri işlemeyi talep ederse Allah (cc) şerri yaratır. Ancak kul ne talep ederse etsin sonuç îtibâriyle sorumlu olacak olan kendisidir. Talep ettiği hayra karşılık âhirette mükâfât, talep ettiği şerre karşılık âhirette cezâ söz konusudur.

Hz. Ömer (ra) bir kere Rasûlullâh’a (sav) şöyle demişti: ‘Yâ Rasûlallâh, amellerimiz konusunda görüşünüz nedir? Yapılan iş­ler önceden takdîr edilen ve bitirilen bir plana göre mi, yoksa yeni baştan ve doğrudan doğruya insanların yapmaları ile mi vukua gelmektedir?’ Rasûlullah (sav): ‘Önceden takdir ve tesbît edilen bir plana göre vukua gelmektedir.’ Hz. Ömer (ra): ‘O halde buna dayanarak çalışmayı terk mi edelim?’ Rasûlullah (sav): ‘Çalışın, çünkü herkes kendisi için yaratılan şeye mü­yesser olur. (Bir kimse neyi yapmak için yaratılmışsa o şeyi kolayca yapar).’14 Peygamberimiz’e (sav): “Hastalıktan kurtulmak için kendimizi oku­tuyor ve ilaçla tedâvi oluyoruz. Acaba bunlar Allâh’ın kaderini geri çevirir mi?” diye sorulmuş, O da (sav): “Bunlar da Allâh’ın kaderindendir.”buyurmuştur.15

Sonuç olarak, yakîni elde etmek gayba îmânı gerçekleştirebilmekle yakından ilgilidir. Gayba îman aynı zamanda mü’min olabilmenin en temel şartlarındandır. İslâm’ın inanç sistemi, parçalanma kabûl etmeyen bir bütünlük üzeredir. Yâni bir insanın, inanılması gereken şeylerin bir kısmını kabûl edip bir kısmını reddetmesiyle mü’min olması mümkün değildir. Ehl-i sünnet âlimlerince kader, îman esaslarından kabûl edilmektedir. Dolayısıyla, kaderin îmân esaslarından olduğunu kabûl etmemek, îmânî bir tehlike arz etmektedir. ‘Vallâhi Allâh’a, Allâh’ın kaderine, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmadıkça îmân etmiş olmazsınız.’16 Kişinin hem dünyâda hem de âhirette kurtuluşuna vesîle olacak olan îman, insanın en çok önem verdiği husus olmalıdır. İbâdetlerin Allah (cc) katında değer kazanabilmesinin sahîh bir îmâna/îtikâda bağlı olduğu, unutulmaması gereken bir gerçektir.

Dipnotlar:

1 et-Ta£rîfât, “yakîn” md.; Tehânevî, II, 1547.

2 Osman Demir, “Yakîn”, D.İ.A., T.D.V. Yay. İst. 2013, c. 43, s. 271.

3 Bakara 2/3.

4 Zilzal 99/7-8.

5 Ankebut 29/64.

6 Cin 72/26-27.

7 En’âm 6/59.

8 Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvûd, Cihâd: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258.

9 Buhârî, Ta’bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti’zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad, 9; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 15; Nesâî, Cihad, 40; İbni Mâce, Cihad, 10; Dârîmî, Cihad, 28; Muvatta’, Cihad, 39; Müsned, 3, 240, 264; el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sa ğîr, 6, 24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4, 556.

10 el-Hâkim, el-Müstedrek, 4, 422; Buhârî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4, 335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6, 218.

11 Yusuf Şevki Yavuz, “Kader”, D.İ.A., T.D.V. Yay. İst. 2011, c. 24, s. 58.

12 Kamer 54/49,52.

13 Ra’d 13/17.

14 Buhârî, Kader, 2; Müslim, Kader, 1.

15 Tirmizî, Tıbb, 22; İbn Mâce, Tıbb, 1; Ahmed b. Hanbel, III, 16.

16 Tirmizî, Kader, 8.

 

Temmuz 2020, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak