Ara

Fıtratı Koruma ve Fıtrata Yönelik Değişim

Fıtratı Koruma ve Fıtrata Yönelik Değişim

Rabbimiz Kur’ân’da şeytânın manevralarını ve insanlar üzerindeki etkisini açıklayarak şeytan ve hîlelerine karşı kullarını uyarmıştır. İşte şeytânın manevralarından birini onun dilinden şöyle açıklamaktadır: “..Şüphesiz onlara emredeceğim de Allâh’ın yarattığını değiştirecekler.”1 Allâh’ın yarattığından kasıt Allâh’ın dînidir.2 Nitekim âyetlerde şöyle buyurulmuştur: “Sen yüzünü hanîf olarak dîne, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allâh’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”3 Allâh’ın boyasıyla boyanın; boyası Allah'tan daha güzel olan kim vardır? «Biz O'na kulluk edenleriz» deyin.4 Âyette geçen Yüce Allâh’ın boyasından kasıt O’nun insanlık için seçip gönderdiği dîni İslâm’dır.

Şu âyet de insanların özüne İlâhî imzânın ruhlar âleminde/ezelde atıldığını açıklamaktadır: “Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”5

Bu âyetlerde Yüce Allâh’ın tüm insanları fıtrat yâni Allâh’ın dîni üzere yarattığı, daha sonra dış etkenlerin onları fıtratlarına yabancılaştırıp Allâh’ın dîninden uzaklaştırdıklarına dikkat çekilmiştir. İnsanın fıtrat üzere yaratılması, Allâh’ın dînini kabûle yatkın ve meyilli olarak yaratılmasıdır. Her insan yaratılışta Allâh’ın dînini kabûl etmeye, ona inanmaya ve ona göre yaşamaya hazırdır. Bunun içindir ki îmân etmek, inkâr etmekten çok daha kolaydır. Zîrâ inkâr etmenin hiçbir mantığı yoktur. Yine bunun içindir ki insanın İslâm üzere kalması, asıl yurdunda yaşaması demektir. Onun inkâra sapması ise, yurdundan gurbete çıkmasıdır. İnsan kendi yurdunda, kendi evinde daha rahat ve huzurla yaşar. Gurbette ise başına her türlü sıkıntı gelebilir.

Aynı anlamda Peygamberimiz (sav) de şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra onu anası-babası ya Yahudi yapar, ya Hristiyan, ya ateşperest yapar.”6 Tıpkı anasından yeni doğmuş bir hayvan yavrusu gibi. Onda hiç ayıp-ağman bulabilir misiniz?7 Hadîsin başka bir varyantı ise şöyledir: Bir savaş sonrası bâzı müşrik çocuklarının öldürülmesi üzerine Peygamberimiz şöyle buyurur: Her doğan ancak fıtrat üzere doğar, konuşmaya başlayıncaya kadar bu böyle devâm eder. Sonra ana-babası onu ya Yahudi yapar ya Hristiyan.”8 Hadiste dikkatimizi çeken husus, her doğan kişinin fıtrat üzere tertemiz olarak doğduğu, yabancılaşma ve kirlenmenin sonradan olduğudur. Hadiste ana-babası onu saptırır dendiği halde, onu Müslümanlaştırır denmemiştir. Çünkü Müslümanlık, onun özünde vardır. Buna göre çocuk yaratılış hâli üzere kalırsa, dış tesirlerden korunursa fıtrat üzere kalacak ve Müslüman olacaktır.

Bir kudsî hadiste de şöyle buyurulmuştur: “Doğrusu Ben, kullarımı hanîf din üzere yarattım, sonra şeytan gelip onları dinlerinden çevirmiş, Benim helâl kıldığım şeyleri onlara haram kılmıştır.”9 Hadislerden de anlaşılacağı üzere insan öncelikle hayra meyilli ve yatkındır. Onun şerre sapması, dış çevrenin etkisiyle sonradan olmaktadır. Onu etkileyen bu dış çevre insan ve cin şeytanları olabilir ki bunların içerisine ana-baba, çevre, arkadaş, eş-dost ve benzeri şeyler girer.

Bu âyet ve hadisler ışığında dâvete/tebliğe konu olan insanları şu iki grupta değerlendirmemiz mümkündür:

  1. Fıtrat Üzere Olanlar: Yaratıldıkları gibi temiz kalabilenler. Özlerine kazınmış İlâhî temizlik ve güzelliği sürdürerek Müslümanca bir hayat yaşayanlar. Bunlara karşı görevimiz, onların fıtrat üzere kalmalarını ve bu yolda ilerlemelerini sağlamaktır. Aslında bizim ocağımızda ve kucağımızda hayâta merhaba diyen çoluk-çocuğumuz fıtrat üzere dünyâya gelmiş olanlardır. Onlar dürüstlüğü, arılığı, duruluğu ve temizliği özlerinde getirenlerdir. Sözgelimi onlar yalanı sonradan öğrenirler, sonradan günahlara bulaşıp kirlenirler. Nitekim çocukların ilk sergiledikleri davranışlar dürüstlük ve sâfiyet temellerine dayanır. Çocuk sahtekârlığı, samîmiyetsizliği sonradan öğrenir. İşte bu yüzden bize düşen onların bu temiz hallerinde kalmalarını sağlayabilmektir. Fıtrat üzere yaşayabilecekleri bir ortam ve çevreyi onlara sunabilmektir. Onların özündeki bu güzellikleri açığa çıkararak geliştirmek ve hayatları boyunca o hal üzere kalmalarını sağlamaktır.

Modern eğitim sistemi büyük ölçüde âileyi yok sayarak, eğitimde âileyi devre dışı bırakarak okulu merkeze almış, ama başarılı olamamıştır. Lüzumlu-lüzumsuz pek çok şeye ayıracak zaman buldukları halde, ciğerpâreleri/gözlerinin nûru çocuklarına ayıracak ve onları eğitecek zamanları ve birikimleri olmayan ana-babaların elinden alınan çocuklar çok küçük yaşlarda tablet ve televizyon vâsıtasıyla medyaya veya kreşlere/yuvalara yâhud okula, ya da sokağa teslim edilmiş, ama bu kurumlar çocuktaki anne-baba boşluğunu dolduramamışlardır. Artık bugün eğitimciler, ne kadar donanımlı olursa olsun çocuğun eğitiminde bir başına okulun yeterli olamayacağında birleşmişlerdir.

Çocuğun fıtrat üzere kalmasını sağlamak için anne-babalar sevgi temeline dayalı bir eğitime öncelik vermelidir. Fıtrat dîninin kitâbı olan Kur’ân, bu eğitimin temel kitâbı hâline getirilmelidir. Büyük İslâm önderlerinin çok küçük yaşlarda Kur’ân öğrenmeleri ve ezberlemeleri sâdece menkîbe olarak anlatılmaktan kurtarılmalıdır. Kur’ân eğitimi, Kur’ân’ın yüzünden okunması olarak anlaşılmamalıdır. Onun doğru bir şekilde okunması sağlandıktan sonra, onun anlaşılması ve ondaki güzelliklerin pratiğe dökülmesi şarttır. Bu konuda Peygamberimizin şu hadîsi rehber olmalıdır: Çocuklarınızı şu üç şeyle yetiştirin: Onlara Kur’ân eğitimi verin, Peygamber ve ehl-i beyt sevgisini onlara aşılayın.10

Anne-babalar Kur’ân’dan pasajları çocuklarına öğretirken, çocukların bu ilâhî öğretiler doğrultusunda bir hayâta hazırlanmalarını hedeflemelidirler. Bunun için ilk etapta Hucurât sûresi, Yûsuf sûresi, Meryem sûresi ve kısa sûrelerden oluşan periyodik derslere ağırlık verilmeli, hayat düstûru olacak Kur’ân cümleleri anlamlarıyla birlikte çocuklara ezberletilmeli, çocuklarımız sağlam bir Kur’ân kültürü ile hayâta hazırlanmalıdır.

Hucurât sûresiyle körpe beyinlere bir Kur’ân âdâbı kazınırken, Yûsuf ve Meryem sûreleriyle, kirli toplumda temiz kalmanın yolları Hz. Yûsuf ve Hz. Meryem örnekleriyle canlı olarak anlatılmalı, namazlarda sürekli okunan kısa sûrelerle de tevhîdin temeli sağlamlaştırılmalıdır.

İkinci olarak fıtratı hiç bozulmadan kalabilmiş önder ve örnek insan Hz. Peygamber’den (sav) derslerle çocuklarımız hayâta hazırlanmalıdır. Onun örnek hayâtı ve hayâta ışık tutan sözleri, çocuklarımızın gönül ve beyinlerini aydınlatmalı, onların ufkunu açmalı ve onları aydınlık geleceğe hazırlamalıdır.

Temel dînî eğitim derken, mahalle mekteplerinde çocuklara öğretilen, hattâ dayatılarak ezberletilen 32 farz gibi klişeleşmiş cümleleri kasdetmediğimizi bir kere daha belirtelim. Önemli olan bu temel farzların çocukların pratik hayatlarına geçirilmelerini sağlayabilmektir.

  • Fıtrattan Uzaklaşanlar: Bu gruptan olan insanlara karşı görevimiz ise, onların yeniden fıtrata, özlerine, kendi asıl yurtlarına dönmelerini sağlamaktır. Elbette bu ikinci görev, birinciye göre daha zorludur. Ama yapılamaz değildir. Nitekim Peygamberlerin temel görevi, fıtratına yabancılaşan insanların yeniden fıtrata dönmelerini sağlamak, kaybedilenleri kazanmak, günahkârların sevap işleyenler olmasını temin etmektir. Zîrâ ölmediği sürece hangi yaş ve konumda olursa olsun her insan, bir Müslüman adayıdır. Yeter ki onlara dîni doğru bir şekilde ulaştırabilelim.

Özetleyecek olursak iki grup insana karşı iki temel görevimiz var: Koruma ve değişim. Fıtrat üzere kalanları koruyup o yolda gelişimlerini sağlamak. Bizler de bu gruba dâhiliz. Fıtrattan sapanları ise yeniden asıllarına döndürmek. İlk görev hepimiz için hem çok öncelikli, hem daha kolaydır. İkinci görev de karma bir toplumda yaşayanlar olarak kaçamayacağımız, boşveremeyeceğimiz bir sorumluluktur.

Dipnotlar:
1 Nisâ, 119.
2 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 432.
3 Rum, 30.
4 Bakara, 138.
5 A’raf, 172.
6 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 182.
7 İbn Kesîr, Tefsîr, I, 556.
8 İbn Kesîr, Tefsîr, II, 261, 440; IV, 432.
9 İbn Kesîr, Tefsîr, I, 556.
10 Kenzü’l-Ummâl,Hadis no: 45409.

Haziran 2019, sayfa no: 8-9-10

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak