“Müslümanlar zamane yatlı oldu”
Yûnus Emre
Siyasi, ekonomik, kültürel, mânevî kısacası her alanda ve anlamda zor bir zamanda yaşıyoruz. Gerek ülke içinde gerekse dünya genelinde savaş, açlık, zulüm, adaletsizlik, soykırım, hukuksuzluk, ahlâkî yozlaşma, sevgi, saygı yoksunluğu gibi neredeyse saymakla bitiremeyeceğimiz çok büyük problemler var. Bunlar o kadar hızlı artıyor ki hangisine karşı nasıl bir tavır alacağımızı, ne yapabileceğimizi şaşırıyor, sonuçta olup bitenlere müdahil olamamanın çaresizliğini yaşıyoruz. Maalesef bir umutsuzluk hali giderek yaygınlaşıyor. Bu hal aslında sözünü ettiğimiz sorunlar ortaya çıkarsa bile onlardan daha büyük bir problemdir.
Madem böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız öyleyse cevabı aranacak sorular şunlardır: “Bu bizim başımıza ilk defa gelen bir durum mudur?” Tarihe baktığımızda durumun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Mesela konuyu kendi coğrafyamız açısından ele almak istersek Yûnus Emre çağına bakabiliriz. Anadolu, o dönemde önce Haçlı, ardından Moğol saldırılarıyla karşı karşıya kalmış, binlerce insan ölmüş, devlet çökmüş, her alanda çözülme ve yozlaşma başlamış ve karşımıza bir kaos dönemi çıkmıştı.
Yûnus Emre, pek çok şiirinde çağının bu durumunu en gerçekçi tablolarla anlatır. Bunlardan en çok bilineni ve hemen bütün sorunları dile getiren “Müslümanlar zamane yatlı oldu/Helal yenmez haram kıymetli oldu” beytiyle başlayan şiiridir. Gerek helalin yenmemesi, haramın kıymetli olması bozulmanın ilk ve en somut göstergesidir. Demek ki ortada Hak’tan, hakikatten büyük bir sapma vardır. “Okunan Kuran’a kulak tutulmaz/Şeytanlar semirdi, kuvvetli oldu” şeklindeki ikinci beyit ise helal-haram hassasiyetinin neden kaybolduğunu söylemektedir. Problemin kaynağında Kur’an’ın söylediklerine kulak tutulmaması yatmaktadır.
Böyle bir itaatsizlik ortamında ise karşımıza çıkan manzara şudur: “Haram ile hamir tuttu cihanı/Fesat işler eden hürmetli oldu” Haramın yaygınlaşması sonucunda fıtrat bozulmuş, bunun neticesinde ise dünyaya hâkim güçler haram yiyenler ve insanlık fıtratı bozulmuş insanalar olmaktadır. Kur’ân hakikatinden sapma bu sorunların peşinden başka sorunları da getirmiştir. Şiirin devamında bu mânâda temas edilen sorun “Kime ki Tanrı’dan haber verirsen/Kakır başın salar hüccetli oldu” beytinde ifade edilen insanların hakikate karşı duyarsızlaşmaları, kendilerine hakikati duyurmak isteyenlere karşı olumsuz tavırlardır.
Sorunların birer virüs gibi diğer sahalara yansımaması elbette düşünülemezdi elbette. Yûnus Emre bu yüzden bir sonraki beyitte “Şakirt üstat ile arbede kılar/Oğul ata ile izzetli oldu” diyerek aile ve eğitim hayatındaki bozulmaya dikkat çekmektedir. Bu beyit mânâca ilim ehli kişilerin muhataplarında karşılık bulmaması ve ehil olsun olmasın her önüne gelenin kendi fikrini dayatmak için tartışmalara girmesi problemini dile getirirken devamında da yeni neslin hiçbir marifet ve ehliyete sahip olmadığı, kendindeki yetersizliği atalarının başarılarınım anlatarak gidermeye çalıştığını ifade etmektedir.
Bu sorunların ahlâkî problemlere de yol açması kaçınılmazdır elbette. “Fakirler miskinlikten çekti elin/Gönüller yıkanlar heybetli oldu” beyinde de böyle bir durum dile getirilir. Kanaat buna bağlı olarak başkasını düşünme gibi ahlaki erdemler muş en kötüsü de gönül yıkanlar, insanlar arasındaki muhabbeti düşmanlığa çevirenler itibar görürü hale gelmişlerdir. Yûnus Emre, şiirin devamındaki “Tutulmaz oldu peygamber hadisi/Halayık cümle Hak'tan utlu oldu” beytinde Kur’an’dan koptuğumuzu gibi hadislerden de koptuğumuzu söylemektedir. Bu kopuş Hakk’ı algılama anlayışımız değiştirmiş, sahte değerler Hakk’ın yerine ikame edilmiştir.
Yûnus Emre’nin çağına dair başka eleştirel nitelikli şiirleri de vardır. Onlar da bu şiirle birlikte okunduğunda bozulma fotoğrafını, sebep ve sonuçlarını daha iyi görmek mümkün olur ancak onları başka bir yazıya bırakarak biz şiirin son beytine bakalım. Zira bu son beyit bize “Bu halden kurtulmanın bir çaresi yok mudur?” sorusunun cevabını vermektedir. Beyit şöyledir:
“Yunus, gel aşık isen tövbe eyle/Nasuha tövbe ucu kutlu oldu.”
Bu beyitte biri “âşık” diğeri “tövbe” olarak iki kavram vurgulanıyor. Yûnus Emre anlayışında “âşık” kısaca söylemek gerekirse “Hakk’ı samimiyetle seven kişi”, “tövbe” ise “işlenilen hatadan pişmanlık duyma ve onu bir daha yapmamaya söz verme” demektir. Öyleyse verilen cevabi mesaj şudur: “Sen gerçekten Hakk’ı seven bir kişi ise (bunu toplum olarak da anlamak mümkündür.) önce kendinle yüzleşerek hatalarını, suçlarını gör ve bunların yanlış olduğunu kabul et. Bu ilk adım önemli olmakla beraber ondan daha önemli olarak onları bir daha yapmamak üzere irade belirt, karar ver. Böyle yapanın tövbesinin sonucu kutlu olur yani kurtuluşa erer. Yûnus Emre işte bu son beytiyle hem sorunu ortaya koymakta hem de çözümün ne olduğunu belirtmektedir.
Tabi ki tövbeyi sadece estağfurullah (Allah’tan af ve mağfiret dilerim) ifadesinin lafız olarak söylenmesi ve tekrar tekrar söylenmesinden ibaret olarak görmemek gerekir. Çünkü tövbe kavramının içinde “bir daha yapmamak” sözü ve kararının yanı sıra “doğru olanı yapmak” şeklinde bir anlam daha vardır. Bu da lafzın bizi mânâya, mânânın da davranışa, harekete yöneltmesi demektir. Böyle bir durumda hatalar tespit edilir ve onların ortadan kalkması için harekete geçilir.
Burada bu sorunlar karşısında Yûnus Emre’nin neler yaptığına/söylediğine de bakalım. O, az önce de söylenildiği gibi sadece problemi tespit etmekle kalmadı. Çözümün ne olduğunu da söyledi. Bunu yaparken/söylerken önce kendisi şahsiyeti ve hayatı ile tövbe yoluna giren birinin nasıl biri olması gerektiğini de söyledi. Onun şiirlerine bu mânâda baktığımızda göreceklerimiz şunlar olacaktır. Öncelikle samimi bir Hak ve peygamber sevgisi… Kur’ân-ı hakikati tek hakikat olarak kabul etmek, her türlü ahlaki erdemlerle donanmak, değişim ve dönüşümü önce kendimizden başlatmak, sonra söz ve davranışlarımızla örneklik oluşturmak…Sonra bu hali dalga dalga bütün insanlar için yaygın hale getirmek…
Yûnus Emre bütün bunlar için önce bir arayışa girdi. Ardından kendini irşad edecek birini buldu. Onun eğitiminden geçerek önce kendini değiştirdi, sonra aynı değişim anlayışını öğretmek için topluma açıldı. Diyar diyar gezerek bu hakikat insanlara duyurdu. Onun yaktığı ışık her gönüle ulaştı. Toplum da aynı değişime uğradı. Ayrılık birliğe, cehalet ilme, hukuksuzluk adalete, düşmanlık dostluğa çevrildi. Bu değişim ve dönüşüm yeni bir toplumun, milletin, devletin inşasını sağladı. Bu yüzden Yûnus Emre gibi şahsiyetleri birer manevi önder olarak görmek gerekir.
Burada “sonra ne oldu?”, “Bu yeni hal ne zamana kadar sürdü?” gibi sorular da aklımıza gelebilir elbette. Hemen söyleyelim: İnsanın yapısal özellikleri her zaman aynı olduğu için bozulma ve düzelme her çağda karşılaşılabilecek durumlardır. Elbette Yûnus Emre’nin ruh verdiği toplum ve devlet de aynı kalmadı. Gün geldi, hatalarını tekrar ederek yeniden bozuluş dönemine girdi. Ama bu dünyada yaşamanın bir imtihanıdır. Burada peygamberlerin hikayeleri de hatırlanabilir. Onların her biri de hakikatten uzaklaşmış toplumlara gönderildiler. O toplumu ıslah etmeye çalıştılar. Sonuç şöyle ya da böyle oldu. Ama değişmeyen hakikat şudur: Bu dünya Kur’an’da da belirtildiği gibi bir Hak batıl mücadelesinin sahnesidir. Herkes, her toplum yaptıklarına yahut yapmadıklarına göre sonuçlarla karşılaşacaktır. Her fert hesabını kendi vereceğine göre önemli olan bizim bu imtihanın neresinde olduğunuz, hangi tavrı sergilediğimiz kime kulluk ettiğimizdir. Öyle demez mi Yûnus Emre “Neyi severisen îmânun oldur/Nice sevmeyesin sultânun oldur.” Biz neyi/kimi seviyoruz daha da önemlisi nasıl seviyoruz. Sevgimiz özde mi sözde mi? Bu sevgi bizi hangi yanlışları yapmaktan kaçındırıyor? Hangi müspet davranışları yapmamızı sağlıyor? Bunlar cevaplanması gereken en önemli sorulardır.
Bu durum ilke olarak güzel ama uygulanması güçlü bir imanı, sağlam bir karakteri, düzgün bir ahlakı gerektiriyor. Öyleye böyle insanlar haline gelmek en mühim mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bunun için işe önce fert olarak kendimizin ıslahı ile başlamak, kendimizi hakikate göre değiştirmek, nefsin kulluğundan kurtularak özgür, irade sahibi fertler haline gelmek gerekiyor.
Bu değişim ise bizim iman, ibadet, ahlak olarak donanımlı olmamızı gerektiriyor. Zira böyle bir dolananım olmazsa en küçük bir zorluk karşısında teslim olmamız, yenilip yok olmamız söz konusu olabilir. Tasavvuf anlayışının nefis mücadelesini öncelemesinin mânâsı budur. Ayet, bunu çok açık ifade etmektedir. “Bir toplum kendisindeki değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. (Rad, 11.) Yani Kendini ıslah edemeyen kimseyi ıslah edemez. Bu mânâda da önümüzde örnek şahsiyetler, bunları yakından tanıyabileceğimiz kültürel bir birikim var. Bunlarla buluşmak, tanışmak gerekiyor. Bu yüzden Yûnus Emre gibi büyüklerin sözleri bu çağın problemleri karşısında da bize yol gösteren sözlerdir. Şayet hakikatin insanı olmak, içinde yaşadığımız bu zor çağda yeniden var olmak istiyorsak bu sözler hepimiz için bir yol haritası olmalıdır.
Kasım 2024, sayfa no: 58-59-60
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak