Ehlüllâhın ziyâretini cumâ günü yaparlar. Mümkünse gusül abdesti alınır. Yirmi beş istiğfâr okunur hatâlarımıza. Huzûruna dâhil olacağımız kimsenin geçmişlerinin rûhuna üç ihlâs bir fâtiha gönderilir. Âhirete göç eden bir kimse Peygamberân-ı izâm ve ârifân-ı İlâhî’dense, sağ ayakucuna selâm vererek durulur. Rûhâniyeti kalbde nur şeklinde tasavvur edilir. Bir Fâtiha-i Şerîfe, on bir ihlâs-ı şerif ve bir de Âyetü'l-Kürsi okunur. Kabirde medfun kimsenin Cenâb-ı Hakk'a yakınlığı, makbül tâatleri vesîle kılınarak istirhamda bulunulur Rabbimizden. "Bir işde şaşkınlığa düşerseniz kabir ehline mürâcaat ediniz." buyurulur. Esad-ı Erbili (ks) "Vücûdu kendilerine kabir olan, ölmeden evvel ölme sırrına erenler de bu sınıfa girer." der. Hakk dostlarının yüzlerine ara ara bakılır. Dâimî bakışla rahatsız edilmez. Konuşurken göz kapalı olmaz. Can kulağıyla dinlenir. Ziyâreti yapılacak kimselerin huzurlarına mahzun bir kalble varılır. Kap boş bırakılır ki, Hakk Teâlâ’dan inen nur kalbe dolsun. Teveccühlerine mazhariyet, gönlün fakrıyla olur. Çünkü sadaka fakirleredir buyurur Rabbimiz. Kâbe-i Muazzama ve Ravza-i Mutahhara'da da durum aynıdır. Ziyâret için verilen kitapçıklarda bile yazar gidiş gelişlerin edebi. Ziyâret edilen mekânın esrârı yaşanır hâl ve tavırda. Ashâb-ı Kehf'in ziyâretinde, Sâmi Efendimiz Hazretleri kısa bir müddet zannettikleri bir zamanda uzun bir vaktin geçtiğini görürler. Efendimiz Hazretleri, "ashâb-ı kehf bize kendi hallerini yaşattı" buyururlar. Türkistanlı Mahmut Can Taif'te oturur. Kendisine Medîne-i Münevvere'den selâm gelir Sâmi Efendimiz’den. "Bu zâtın selâmını burada alamam” diye huzurlarına gelir. Yüz yaşını geçen bu kimse çocuk gibi ağlar. Ellerini başlarına koyarak teskin eder Efendimiz Hazretleri. Erzurumlu Alvarlı Efe Hazretleri de, selâmını Sâmi Efendi’nin, "böyle bir kimsenin selâmı yatakta alınmaz" diye ayağa kalkar. Üstâzımızın üstâzına giderken takındığı tavır hiç unutulmaz. Vakur bir duruşla, dilinden istiğfar kelimeleri dökülerek, "bu kapıya kimler geliyor kimler gidiyor" sözleriyle. İki dostun karşılaşmaları ah bir görüntülenebilseydi. Üstâzımızın "Efendim" sözü hatırıma geldikçe ağlarım. Ağlamasam da içim burkulur, burnumun direği sızlar. Derim; "üstâzını bu kadar mı severdin?" "Tekkesi olmayanın Mekke’si olmaz" derler. 1973 hac seferinde bir ihvan şu sözü söyledi: "Tarîkat edebi olmayanlar pek istifâde edemiyor." Kur'ân-ı Kerîm, zikir ve huzurla oturmayanlar hakkında üstâzımız şöyle derdi: "Orman yangını." Söz, hadîs-i şerif meâli. "Allah Teâlâ’yı zikredenle etmeyenin misâli, diri ile ölünün misâli gibidir." "Gâfiller arasında Allah Teâlâ’yı anan; ölüler arasında canlı gibi, kuru ağaçlar arasında yeşil ağaç gibi, harbten kaçanlar arasında harbeden asker gibidir." Geneli ifâde eden şu sözü hatırlatmak isterim: "Gelişine göre varışım, bulgur aşına yarma aşım." Konya’dan gelen bir gruptan, "Efendim! Minibüs tutarak zahmetle geliyoruz. Bir Pakistanlı M. Zübeyr’e, Afganistanlı zâta, daha nicelerine yaptığınız teveccühe mazhar olmak isteriz." diyenlere söylenen kelâmdır yukardaki hatırlatma.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (Haziran 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak