Ara

Zamansızlık İklîminin Gizemli Yolcusu İnsan / Nuriye Eycan

Zamansızlık İklîminin Gizemli Yolcusu İnsan / Nuriye Eycan

Gönül bolluğu, yardımseverlik, infâk etmek, malda cömert, dostlukta vefâlı olabilmek... Tüm bunlar güzel ahlâk ile ahlâklanmış kişilerde bulunan hasletlerdir. Günümüz dünyâsında kaybolmaya yüz tutmuş olan insânî ve ahlâkî değerlerin zamânın gençlerine aktarılamamasının en büyük sebebi ise, onları rızık ve gelecek kaygısı taşıyarak yetiştiren anne babalardır. Cinsiyet belirleme partisinden başlayıp doğumu, yaş günü, okula gidişi vesâire derken hayâtın gerçeklerinden uzak, âdetâ prens ve prensesler olarak yetiştirilen bir nesil meydana geldi. Anne babaya bir bardak su vermeye yüksünen fakat anne babasının kendisi için her hizmeti yapmaya mecbur olduğunu zanneden bir nesil. Âilelerin küçük yaştan itibâren televizyonu, bilgisayarı ve telefonu çocuğu oyalamak için kullandığı, sınırsız çizgi filmler ve kontrolsüz oyunlarla bambaşka karanlık bir dünyânın içine itilen çocuklar... Hayatla nasıl mücâdele etmesi gerektiğini, sosyal becerilerini nasıl geliştirebileceğini öğrenemeyen, bol diplomalı, hayâtın özünden uzak mutsuz bireylerin çoğaldığı bir toplum…

Yanlışların, çokluğu nedeniyle doğru algılanıp kabûl gördüğü, doğruların ise sayısı az olduğu için yanlış gibi algılandığı bir yüzyılda yaşıyoruz. Anne babalar maddî kaygılardan uzak, rızık korkusu taşımadan, güzel ahlâklı evlâtlar yetiştirmenin asıl önceliği olduğu ve çocukların Allâh'ın bahşettiği nîmet olduğu bilinciyle hareket edebilmelidir.

Bu öyle bir nîmettir ki önce âile oluşur; âilenin içinde güvenle, ahlâkî değerler eğitimi alarak büyüyen çocuklardan vakûr, yüksek irfâna sâhip topluluklar meydana gelir. Yüce Allah âyet-i kerîmede şöyle târif eder o muttakî kullarını: “Allâh’a îmân edip O’na sımsıkı sarılanları ise (Allah), Kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları Kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”1

Resûlullah (sav) şöyle duâ ederdi: “Allâh’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.”2

İnsanlığın bu karanlık çağdan çıkabilmesi ve kurtuluşu için Kur’ân olsun kalb pusulamız; Resûlullah (sav) olsun dikenli yollarımızın rehberi; Kur’ân’ın âyetleri ve Allâh’ın sevgilisinin sünnetleri olsun hayat ölçümüz. Yüce Allah âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: “Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.”3

Rasûlullah (sav) Efendimiz, gazâdan dönerken istirahat için bir yerde durmuşlardı. Hâlid bin Velid (ra) ise kazâ-i hâcet için biraz uzaklaşmış fakat geriye dönmekte geç kalmıştı. O gelmeden evvel İslâm askeri gittiği için, kendisi orada yalnız kaldı. Onları bulmak için dolaşırken önüne bir dağ geldi. Dağın üzerine çıktı ve etrâfı gözetledi. Bir de gördü ki, dağın eteğinde kalabalık bir insan topluluğu var, ortalarında da bir minber kurulmuş. Hazreti Hâlid, o cemâatin yanına vardı ve niçin toplandıklarını sordu. Onlar: “Biz yetmiş bin kişiyiz, bu dağda bir râhibimiz var. Her yıl bir defa dışarıya çıkıp bize vaaz ve nasîhat eder. Biz de bir yıl boyunca onun nasîhatleri ile amel ederiz.” dediler.

Hâlid bin Velid (ra) o râhibin gelmesini bekledi. Râhip biraz sonra, üzerine eski elbiseler giymiş ve boğazına zincir takmış olduğu halde geldi. Halk ile musâfaha edip minberin üzerine çıktı. Halka dönerek “Bugün size vaaz etmeyeceğim.” dedi. “Niçin etmeyeceksin? Bir yıldan beri, senin vaazını dinlemek için bekleşiyoruz.” dediler. “Çünkü sizin içinizde, Ümmet-i Muhammed'den bir kimse var. Onun için size vaaz etmeyeceğim.” dedi.

Bunun üzerine halk birbirine karıştı. Hâlid bin Velid’i bilemediler zîrâ Hâlid Bin Velid de onların elbiseleri gibi elbise giyinmiş ve silahları gibi de silah kuşanmıştı. Ayrıca onların lisânı ile de konuştuğu için onu tanıyamadılar. Râhip; “Ey İnsanlar! Siz sâkin olun. Ben onu bulurum.” deyip: “Ey kimse! Adını ve mekânını bilmiyoruz. Dînin hakkı için yerinden kalkıp kendini bildir.” dedi.

Hazreti Hâlid kendi kendine, eğer ben kendimi bildirirsem beni öldürürler diye düşündü. Râhip tekrar aynı şekilde çağırdı. Hazret-i Hâlid bu defa: “Canım dîn-i İslâm yoluna kurbân olsun.” dedi ve ayağa kalkarak kendini bildirdi. Halk hemen öldürmeye hücûm etti fakat Râhip: “Ey cemâat, ondan uzak durun. Zîrâ yetmiş bin kişinin bir kişiyi öldürmesi mürüvvet değildir.” deyince onlar da Hazret-i Hâlid'den uzaklaşıp oturdular.

Râhib: “Ey kişi! Bana yakın gel.” diyerek minberden birkaç merdiven yukarı çıkmasını söyledi ve sordu:

- Sen Hazret-i Muhammed'in sahabelerinin büyüklerinden mi, yoksa küçüklerinden misin?

- O büyük sahabelerinden değilim ki benim üzerime sahabe olmaya. Ve o küçük sahabelerinden dahi değilim ki benden aşağı sahabe olmaya. Belki sahabelerinin orta kısmına dâhilim.

- İlimden bir şey bilir misin?

- Bana yetecek kadar bilirim.

- Sana bazı şeylerden suâl edeceğim, cevap verir misin?

- Eğer bilirsem cevap veririm. Fakat bilemezsem benim için ayıp yoktur. Zîrâ her ilim sâhibinin üzerinde ondan daha fazla bilen vardır.

- Peygamberiniz Hazret-i Muhammed (sav) iddia edermiş ki, Hak Teâlâ Hazretlerinin Cennette her yarattığı şeyin dünyâda bir misâli vardır. Fakat Hak Teâlâ Cennette bir ağaç yaratmıştır ve adı ‘Tuba’dır. Bu ağacın kökü birdir ve dalları Cennetteki bütün köşklerin içine girmiştir. Ben dünyâda bunun misâli olduğuna inanmıyorum. Sence bunun misâli nedir?

- Onun dünyâdaki misâli güneştir. Zîrâ güneş ne zaman ki Hak Teâlâ'nın emri ile meşrık tarafından doğar, o zaman ne bir dağ ne bir ova hiçbir yer kalmamak üzere hepsi onun nûru ile aydınlanır.

- Evet, çok güzel bir cevap verdin. Sen mi çok bilirsin, yoksa Hz. Ebû Bekir mi?

- Eğer sen Hz. Ebû Bekr’i (ra) görseydin, ilminin çokluğunu ancak o zaman anlardın.

- Bir mesele daha sorayım.

- Ne istersen sor.

- Peygamberiniz Muhammed (sav) dâvâ edermiş ki, Hak Teâlâ Cennette dört ırmak yaratmıştır. Birisinden şarap, birisinden bal, birisinden süt ve birisinden de su akar. Fakat hiç birbirlerine karışmazlar. Bunun dünyâdaki misâli nedir?

- Allah (cc) insan vücûdunda ve bir karış miktarı yerde, ki kafadır, dört su halk etmiştir. Hiç birbirine karışmazlar. Birisi, kulak suyudur ve acıdır. Biri, göz suyudur ve tuzludur. Biri, burun suyudur ve kokmuştur. Biri de ağız suyudur ve tatlıdır.

- Yine çok güzel cevap verdin. Sen mi çok biliyorsun, yoksa Hz. Ömer mi?

- Eğer sen Hz. Ömer'i (ra) görseydin, o zaman ilminin çokluğunu anlardın.

Râhip bir suâl daha sordu:

- Peygamberiniz Muhammed (sav) iddia edermiş ki, Hak Teâlâ Hazretleri Cennette bir kısım tahtlar yaratmıştır. Bunların 500 yıllık yol kadar kalınlığı vardır. Bir kimse ona çıkmak istese, basamakları vardır, ona basar o da yukarı kaldırır ve üzerine çıkar. Dünyâda bunun misâli var mıdır?

- Deve büyük bir cisim olduğu halde, küçücük bir çocuk yularına yapışıp başını aşağıya eğerek üzerine binebilir. Ayrıca Hz. Süleymân’ın (as) rüzgâr ve bulutlara nasıl hükmettiği de misâldir.

- Hakîkaten doğru söylüyorsun. Sen mi çok biliyorsun yoksa Hz. Osman mı?

- Eğer sen Hz. Osman'ı (ra) görseydin, ancak o zaman onun ilminin çokluğunu anlardın.

Râhip yine bir suâl sordu:

- Peygamberiniz Hz. Muhammed (sav) yine dâvâ edermiş ki, ehl-i cennet yerler içerler fakat hiç bir istifra ve kazâ-i hâcete muhtaç olmazlarmış. Bunun dünyâda misâli var mıdır?

- Vardır. Ana rahmindeki çocuklara, dört-beş aydan sonra Hak Teâlâ Hazretleri iştiha verir ve onlar da çok çeşitli gıdâlar ile beslenirler. Fakat hiç bir istifra ve kazâ-i hâcete muhtaç olmazlar.

- Hakîkaten doğru söylüyorsun. Sen mi daha çok bilirsin, yoksa Hz. Ali mi?

- Eğer sen Hz. Ali'yi (ra) görseydin, ilim hazînesinin ne demek olduğunu o zaman anlardın.

Râhip bir suâl daha sormaya hazırlanırken, Hz. Hâlid (ra) şöyle dedi:

- Artık insâf eyle, sen bana dört suâl sordun, dördüne de cevap verdim. Şimdi ben sana bir suâl sorayım cevap ver.

- Ne istersen sor, cevap vereyim.

-  Cennetin anahtarı nedir?

- Hazret-i Îsâ ve Meryem'e îmân etmektir.

- Hz. Îsâ ve Meryem hakkı için doğruyu söyle. Cennetin anahtarı nedir? Bana haber ver, seni tasdîk edeyim.

Bunun üzerine Râhip cemâatine dönerek:

- Ey kavmim! Bu kimse bizden korku içinde iken, yemin verdim ve o yemin üzerine kendisini bize bildirdi. Şimdi ise bana bir suâl sordu ve cevap vermem için yemin verdi. Ben ise bu kimseden korkmadığım halde, yemîni tutmamak câiz değildir. Bana cennetin anahtarı nedir? diye soruyor. Doğrusu, ben kitaplarda okudum ki, cennetin anahtarı Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah’dır.

Bunun üzerine orada hazır bulunan binlerce kişi de hep bir ağızdan kelime-i şehâdet getirerek o râhip ile berâber İslâm'a dâhil oldular.

Yüce Allah âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Size, ‘Meclislerde yer açın.’ denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size ‘Kalkın.’ denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”4

Allâh’ım! Faydasız ilimden, kabûl olmayan duâdan Sana sığınırız. Yâ Rabbi! İlmimizi ve îmânımızı kuvvetlendir, kararmaya yüz tutmuş, paslanmış kalplerimizi Kur’ân’ın nûru ile temizle. Ey Allâh’ım! Sen Onu (Kur’ân’ı) hak ile indirdin, O da hak ile indi.

Allâh’ım! Kur’ân’a olan bağlılığımızı artır. Onu gözümüze nûr, kalbimize şifâ kıl.

Dipnotlar:

1 Nisâ, 175.

2 Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39

3 Hucurât, 49/13

4 Mücâdele, 11

Ağustos 2024, sayfa no: 15-16-17-18

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak