Ara

Zamânın İdrâkinde Olmak

Zamânın İdrâkinde Olmak

Müslüman kimliği bizlere hayâtı ciddîye almamızı, sorumluluklarımızı yerine getirmeyi ve îmânımızın gereğince hareket etmeyi gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda Rabbimiz mü’minlerden bahsederken: “Onlar boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn, 23/3) buyurmaktadır. Rabbimiz bizleri bu dünyâya başıboş göndermediğini, hayâtın baştan sona bir imtihan yurdu olduğunu belirtmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) de hayat sınavını kazanma çabasını bizlere şu şekilde dile getirmektedir: “Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücûdunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)

Kulun kendini yeterli görmemesini, ākıbetinin hayırlı olması için dikkatli davranmasını ve nefsine hākim olmasını öngören İslâm, kulun mārifetullah bilincine ermesini istemektedir. Nitekim Rasûlullah (sav) bir gün: “Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm: “Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlallah?” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sav): “Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişmân olacaktır.” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 59)

Allah kullarına nīmetlerini bolca bahşetmiştir. Allâh’ın kulları üzerine yaydığı nīmetleri sayılamayacak kadar çoktur. Allâh’ın rahmeti gazabını geçmiş, O (cc) merhameti ve lütfuyla kullarına her an tecellî eylemiştir. Bahşedilen ilâhî nīmetlere nankörlük edilmemesi, faydalanılan nīmetlere gereğince şükredilmesi ve hakkının verilmesi istenilmektedir. Bu minvâlde Hak Teālâ: “Nihâyet o gün (dünyâda yararlandığınız) nīmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8) buyurmaktadır. Bahşedilen ilâhî nīmetler kimileri tarafından o kadar çok hor kullanılmaktadır ki, kaçırılan fırsatlar sonradan hayıflanmalara ve pişmanlıklara yol açmaktadır. İnsanlığın düştüğü bu acı vartayı Peygamber Efendimiz şu şekilde dile getirmektedir: “İki nīmet vardır ki insanların çoğu onların kadrini bilmez. Bu iki nīmet sıhhat ve boş zamandır.” (Buhārî, Rikak, 1; İbn Mâce, Zühd, 15)

Deryâların engin derinliklerinde akıp giden gemiler gibi zamânın seyri de geçip gitmektedir. Her ânın bir sonu olduğu gibi her ömrün de bir eceli bulunmaktadır. Ölüm gerçeği bir gün gelip hepimizin kapısını çalacaktır. O zaman, dünyâ hayâtının ebedîliğinden bahsetmemiz mümkün değildir. Bu dünyâya gelip konanlar bir gün bu âlemden göçüp gideceklerdir. Ölümlü dünyâda ölümsüz hātıralar bırakmak, hayâtı anlamlandırmak ve hayâta rahmet nazarıyla katkı sağlamak esastır. Böylesi bir hassâsiyeti yüreğinde hisseden Yahya Kemal Beyatlı, Sessiz Gemi adlı şiirinde bu duygularını şu şekilde dile getirmektedir:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol

 

Birçok giden memnun ki yerinden

Çok seneler geçti, çok seneler geçti

Dönen yok seferinden

 

Bîçâre gönüller ne giden son gemidir bu

Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu

Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler

 

Birçok giden memnun ki yerinden

Çok seneler geçti, çok seneler geçti

Dönen yok seferinden

Farkındalık bilincine sāhip olanlar; ânın kıymetine dikkat kesilenler ve vaktin muhāfazasını sağlayanlardır. Kişi aklını başına alıp zamânı iyi değerlendirmelidir. Kişinin nefsini hayırla meşgūl etmesi, nefsini kontrol etmesi, kendini hayâtın seyrine kaptırmaması, zamânı iyi kullanması, vaktini zāyī etmemesi, hiçbir saatini hebâ etmemesi gerekmektedir. Hayâtın akışı içerisinde nefsin tuzaklarına karşı kişinin uyanık olması esastır. Alâ ibn Ziyâd’dan rivâyet edildiğine göre, dünyâ günlerinden her biri insana şöyle seslenir: “Ey insanlar, ben yeni bir günüm ve benim içimde yapılan her şeye şâhidim. Ben gittim mi, kıyâmete kadar bir daha geri dönmem. Peygamberimiz’e (sav): “İnsanların en hayırlısı kimdir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorulduğunda, Peygamber Efendimiz: “Ömrü uzun, ameli güzel olandır” şeklinde cevap vermişlerdir. “İnsanların en şerlileri kimlerdir?” denilince ise “Ömrü uzun, ameli kötü, şerrinden korkulan ve hayrı umulmayan kimselerdir” buyurmuşlardır (Tirmizî, Zühd, 22; Dârimî, Rikak, 30; Müsned, VI, 188, 190; 40, 43).

Yolculuk hazırlık yapmayı gerektirmektedir. Her yola çıkanın yol gereksinimlerini gereğince yerine getirmesi beklenmektedir. Ölüm ötesi bir yolculuk gibi ebedî sefere hazırlananların ise daha çok hazırlıklı olması gerekmektedir. Âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hac (vakti), belli aylardır. Kim o aylarda kendisine haccı farz kılmışsa artık (onun için) hac sırasında (karısıyla) ilişki kurmak, yasakları çiğnemek, itişip kakışmak yoktur. İyilik olarak ne işlemişseniz Allah onu bilir. (Âhiretiniz için) azık edinin. Azığın en hayırlısı da takvâdır. Benden korkun, ey akıl sāhipleri!” (Bakara, 2/197)

İnsanın oldukça kısa dünyâ hayâtını anlamlı kılması; geride bıraktığı eserleri, hayırla anılması ve günlerini bereketlendirmesidir. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevâbı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnâdır: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim, kendisine duā eden hayırlı evlat." (Müslim, Vasiyyet 14. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

Derin dondurucuların ve soğutucu cihazların îcâd edilmesinden önce insanlar dağlardan buz keserler ve yükseklerden alıp getirdikleri buzları pazar yerlerinde satarlardı. Sıcak bir yaz gününde, bir bilge, öğrencileriyle şehirde dolaşırken, böyle bir buz satıcısına rastlar. Satıcı: “Sermâyesi eriyip giden şu adama acıyın, merhamet edin..” diye bağırmaktadır. Satıcının bu sözlerini işiten bilge ânîden fenâlaşarak bayılır. Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşırlar ve saatler sonra kendisine geldiğinde ona bayılma sebebini sorarlar. Şeyh satıcının eriyip giden buzlarında kendi hayâtını görmüştür. Küçük sermâyesinin ziyân olmaması için çırpınıp duran satıcı, milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesîle olabilecek ömür sermâyesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını ona düşündürmüştür.

Sahabe-i kiram Asr sûresine ayrı bir önem verirdi. Her toplantının sonunda Asr sûresini okumayı âdet edinmişlerdir. Asr sûresinde Rabbimizin; “Asra (zamâna) yemîn ederim ki; İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (Asr, 103/1-3) buyurduğunu görmekteyiz. Asr sûresindeki bu hassâsiyeti Peygamber Efendimiz de bir hadîs-i şeriflerinde şu şekilde dile getirmektedir: “İki nīmet vardır ki insanların çoğu bu nīmetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhārî, Rikāk, 1)

Ömrümüzün îmanlı olarak son bulup bulmayacağı husūsunda kederlenmeli ve endîşelenmeliyiz. Bu dünyâdan îmanlı olarak göçebilmek için her türlü gayret ve ihtimâmı göstermeliyiz. Allâh’ın emirlerini tam olarak yerine getirip getirmediğimiz konusunda da kederlenip endîşelenmeliyiz. Hasımlarımızdan yakamızı kurtarıp kurtaramayacağımız konusunda da kederlenip endîşelenmeliyiz. Bu gerçeği Rabbimiz Kur’ân’da şu şekilde dile getirmektedir: “Nihâyet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! der, beni geri gönder; Tâ ki boşa geçirdiğim dünyâda iyi iş (ve hareketler) yapayım.» Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibârettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır. Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabâlık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar. Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler. Ateş yüzlerini yakar; orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar. “Size âyetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?” Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti; biz, bir sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zālim insanlarız. Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık! Zîrâ kullarımdan bir zümre: Rabbimiz! Biz îmân ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen, merhametlilerin en iyisisin, demişlerdi. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size beni yâdetmeyi unutturdu, siz onlara gülüyordunuz. Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakīkaten muratlarına erenlerdir.” (Mü'minûn, 23/99-111)

İslâm’da ömrün hayırla geçirilmesi, her ânın değerlendirilmesi önemlidir. Zaman isrâfı en büyük kayıptır. Dünyâda yaşarken başıboş bırakılmadığımızın farkına varmamız gerekmektedir. İslâm’da her şey zaman önceliklidir. İslam’da ibâdet gün ve saatleri, iş ve mesâī vakitleri zaman öncelikli olarak programlanmaktadır. Namazda asıl olan zamandır. Vakit tamam olmadan namazın edâsı gerçekleşemez. Vaktin çıkmasıyla namaz fırsatı da kaçırılmış olur. Oruç vakit önceliklidir. Yılın belli bir ayına özgü olup zaman dilimleriyle belirlenmiş; imsak ile iftar vakitleri arasında bir ibâdettir. Mâlî bir ibâdet olan zekât için de zenginliğin üzerinden bir yıl geçmesi, tekrârı için de zenginliğin sürmesi gerekmektedir. Yıl geçmeden kişiye tekrar zekât farz olmaz. Hac ise zamanla mekânın eşit ağırlıkta idrâk edildiği bir ibâdettir. Belli bir zamanda vakfe yapılmakla hac tamamlanır. Haccın kazāsı yoktur. Hattâ memleketinden bütün zorluklarını göğüsleyerek hacca çıkan bir kimse, zamânı önemsemeden hareket eder ve Arefe günü Arafat vakfesine yetişemezse “hacı” olamaz. Ertesi sene tekrar haccetmek zorundadır. Zamânı bu kadar önemseyen bir dîn, bütün zorlukları yenecek ve güçlükleri başaracak irâde sāhibi insanlar yetiştirir. Zaman merkezli medeniyetin önemi buradadır. (Yılmaz, “Zamânı Kuşanmak”, Altınoluk Dergisi, Sayı. 203, s. 14)

Ocak 2022, sayfa no: 18-19-20-21

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak