Hepimiz zaman zaman bu duyguyu yaşamışızdır:
Ders çalışırken dakikalar saatler gibi geçerken, bir arkadaş sohbetinde saatlerin nasıl aktığını anlamayız.
Veya bir sınav anında, birkaç dakikada sayfalar dolusu şeyi düşündüğümüz olur.
Ateşler içinde yatarken geçen bir saat ile sevdiğimiz bir dostla geçirilen birkaç saat aynı mı?
Bazen bir otobüs beklerken dakikalar bize saat gibi gelirken; biraz reels izlemek için oturduğumuz koltukta geçen saatler...
Peki, gerçekten zaman farklı mı akıyor? Yoksa zaman algımızı biz mi değiştiriyoruz?
Amerikalı araştırmacı Robert Levine’in Zamanın Coğrafyası adlı eserinde aktardığına göre, zamanın fiziksel birimlerle ölçümü mümkün olsa da bizim onu nasıl yaşadığımız bambaşka bir şeydir. Özellikle tam odaklanma anlarında — örneğin bir spor müsabakasında, sahnede müzik yaparken veya derin meditasyon sırasında — insanlar zamanı “uzamış” ya da “yavaşlamış” gibi algılayabiliyor.
Araştırmalara göre depresyon, anksiyete ve melankoli gibi durumlarda psikolojik saat, dış dünyadaki zamandan daha hızlı işlemektedir. Yani kişi için zamanın geçtiği hissi yavaşlar; saat ilerler ama hissedilen süre daha uzundur. Bir gün geçer ama sanki ağırlaşmış, yoğunlaşmış bir zaman deneyimi yaşanır. Aynı şekilde manik ya da aşırı heyecanlı ruh hâlleri sırasında ise zaman, olduğundan çok daha hızlı geçiyor gibi algılanır.
Zen ustaları ya da dövüş sanatları uzmanları bu hâli bilinçli şekilde deneyimleyebiliyorlar. Filmlerde izlediğimiz o son hamlede sahnenin yavaşlama hâlini bilirsiniz. Japonya’daki koryu (klasik savaş sanatları) ustalarının veya kendo büyük ustalarının müsabakalarda “zamanı yavaşlatma” deneyimi yaşadığı belgelenmiştir.
Kendo ustası Hiroshi Ozawa, “Zihnin tamamen sükûnete erdiği anlarda, rakibin en ufak niyetini bile önceden fark ettiğini ve hamlelerin ağır çekimde gibi geldiğini” anlatır. Benzer şekilde Zen keşişi ve aikido ustası Taisen Deshimaru, meditasyonun savaş sanatı ustalarına “zamanın akışını hissetmek ve içinde erimek” yeteneği kazandırdığını söylemiştir.
Bu vakalar Batı’da da araştırma konusu olmuştur. Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin “flow” (akış) kavramı, tam odaklanma sırasında kişinin zaman algısının değiştiğini ve “şu an” içinde eridiğini gösterir. Modern sporda, okçulardan jimnastikçilere kadar birçok sporcu bu hâli şöyle tarif etmektedir:
“Bir an gelir, her şey sessizleşir, hareket yavaşlar, zaman donar.”
Bu durum, psikolojik saatimizin ne kadar esnek olduğunu gösterir.
Peki bu yalnızca modern bilimle mi sınırlı?
Elbette hayır.
Tasavvuf geleneğimizde de çok benzer bir kavram var: Tayy-i zaman.
Sûfîlere göre zaman; Allah’ın yarattığı bir boyut olup sabit değil, esnektir.
Yeterince arınmış ve manevî hâllere ulaşmış bir kul, Allah’ın izniyle zamanın akışına müdahil olabilir: Günler sürecek bir işi saatlerde tamamlamak, uzun yolculukları bir anda almak ya da “zamansız” bir hâlde bilgiye erişmek...
Nefsin perdelerinden arınan, kalbini huzurla dolduran ve şu an’da toplayan bir kul için zaman genişleyen bir balondur.
Diğer taraftan sûfîler, zamanla kurulan bu derin ilişkiyi iki kavramla tarif eder:
- İbnü’l-vakt olmak: vaktin çocuğu olmak; her ânın hakkını tam vererek yaşamak ve onun içinde erimek. Bu hâl, kalbin o âna tam yoğunlaşmasıyla mümkündür. Fakat daha yüksek bir mertebe (ki bu yükseklik sûfîler arasında tartışılmaktadır)
- Ebû’l-vakt olmak: Vaktin babası olmak; vakit üzerinde tasarruf sahibi olmak. Bu mertebe, sûfîler arasında tartışmalı olmakla birlikte daha yüksek bir mertebe olarak kabul edilir. Kalbi Hakk’a yönelmiş, dikkati dağınıklıktan kurtulmuş, huzurla dolmuş bir kimse için bu tasarruf hakikattir. Böyle bir kalp için zaman genişler; derinleşir, bereketlenir ve âdeta farklı bir akış kazanır. Zaman artık sadece dış saatlere göre değil, ruhun hâline göre akar. Huzurla ve hikmetle genişler, yahut derinleşir.
Cornell Üniversitesi’nde yapılan dikkat çekici bir araştırmada, birkaç denek tamamen ışık ve dış zaman ipuçlarından yoksun bir ortamda tutulmuştur. Güneş ışığı, saat, sosyal işaretler gibi doğal göstergeler ortadan kalktığında, kişilerin zaman algısının hızla bozulduğu gözlemlenmiştir. Kimisi geçen saatleri olduğundan uzun, kimisi ise kısa tahmin etmiştir.
Bu sır, tasavvuf yolunun da işaret ettiği bir gerçektir. Sûfîlerin çilehane tecrübesi de benzer bir manevî terbiyeye dayanır. Çilehaneye çekilen derviş, dış dünyanın göstergelerinden ve zamanın dünyevî akışından uzaklaşır. Böylece kalp, dış saatlere değil, Hakk’ın tecellîlerine yönelir. Dış zamanın ipuçları silindikçe, iç âlemde zamanın bambaşka bir akışı tecrübe edilir. Büyüklerin gece virdinde ışık girmeyen ortam tavsiyesini de hatırlarız.
Özetle, sanayi çağının en güçlü makinesi buharlı makine değil; saattir.
Ne yazık ki, bugün teknolojinin ve hızın içinde kaybolmuş modern insan için zaman, âdeta bir yük hâline gelmiştir.
Bugünün koşturmacasında belki en çok sormamız gereken soru şudur: Zamanın esiri mi olacağız?
Yoksa Rabbimizin ihsan ettiği bu ânın hakkını vererek, zamanın hakikatine yeniden mi yaklaşacağız?
Modern çağ bizden sürekli bir sonraki âna hazırlıklı olmamızı istiyor. Ancak belki de en büyük ihmalimiz, tam içinde bulunduğumuz ânı fark etmeden geçirmek. Sürekli bize saatli programlar önerildiğinin ve “geç kalma psikolojisine” mahkûm bırakıldığımızın farkında mıyız?
Temmuz 2025, sayfa no: 20-21
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak