Ara

Yüzyılımızdaki Kültürel Etkileşim Hareketleri

İnsanoğlu yaşamı boyunca farklı zaman dilimleri içinde farklı sorunlarla ve farklı olaylarla karşı karşıya kalmakta ve karşı karşıya kaldığı her duruma farklı refleksler göstermektedir. İnsanı birey bazında ele aldığımızda her insan farklı bir kimliktir ve her kimlik de kendine özeldir. Farklı karakter ve kimliklere sâhip bireylere; yetiştiği toplumsal kültür, ekonomik şartlar, sağlık, bulunduğu zaman dilimi ve bunun gibi birçok etken de eklenince aynı olaylara bireysel bazda çok farklı tepkiler ortaya çıkabilir. Yaşamımızda olaylara karşı aldığımız tavır bulunduğumuz konuma göre farklılıklar gösterebilir. Birey kendine özel bir varlıktır; onunla ilgili yapılacak her değerlendirme hem ruhsal hem de biyolojik anlamda kişiye özel olmalıdır. Bu sebeple her insan küçüğünden büyüğüne ayrı bir dünyâdır. Ancak bireyleri ortak paydada buluşturan ve birarada yaşamalarını sağlayan yegâne unsur toplumsal kültürdür. Toplumsal kültür insanların aynı değer yargıları içerisinde birarada yaşama ve bu değer yargılarını hayat içerisinde pratik hâle getirebilmesidir. Toplumsal kültür insanların ortak paydasıdır. Toplumsal uzlaşının temelini oluşturur. Kültürel yapıyla meydana gelen ortak paydalar ve uzlaşı insan ilişkilerindeki hiyerarşik yapının, âhengin ve dinamizmin oluşmasına sebep olur. Bireysel seviyede karşılaşılan her olaya farklı tepkiler veren kişiler toplumsal kültürün oluşturduğu ortak akıl sonucu sosyal yapıyı ilgilendiren konularda ortak tavır sergilerler. Ortak akıl sonucu sergilenen ortak tavır toplumun dünyâ kültür sahnesindeki karakterini belirler. Toplumların altyapısını oluşturan ortak kültür ve ortak karakter yapıları o toplumun sosyokültürel yapısını oluşturur. Günümüz dünyâsında batı toplumlarından doğu toplumlarına kadar çeşitli kültürde ve karakterde toplumsal yapılar bulunmaktadır. Bu yapılardan her biri kendi bulunduğu coğrafî şartlar, geleneksel yapıları ve geçmiş yüzyıllardan günümüze aktardıkları sosyal hâfıza yoluyla oluşan bilgi birikimi sonucu oluşur. Zamânımızın etkin olan kültürel yapısı batı toplumlarının oluşturduğu kültürel sistemlerdir. Kapitalist sisteme dayalı finansal gücün kabûl gördüğü batı sistemleri bireysel gelişim temelli bir yapıdır. Materyalist bir yapının etkin olduğu batı kültürünün tepki çeken maddiyatçı bakış açısına rağmen incelenmesi gereken yönleri de gözden kaçmamalıdır. Sistemsel yaklaşımları, disiplinli çalışmaları, kaliteli ve verimli üretim teknikleri, süreklilik arzeden araştırma ve geliştirme çalışmaları ile vizyonel bakış açıları değerlendirilmesi gereken konulardır. Müslüman bir toplumun bu konudaki hareket noktasında dînimizin bizi ilme teşvik ettiği âyet ve hadisler baz alınmalıdır; bireysel ve toplumsal anlamda tetikleyici faktör, harekete geçiren en önemli etmen ve teşvik edici unsur olarak uygulanmalıdır. Bu noktadan hareketle İslâmî değerlerle ters düşmeyen bütün ilmi çalışmaların tâkip edilip değerlendirilmesinin yapılması ve bu konuda diğer milletlere de öncülük edilmesi müslüman bir birey ve toplum için çok önemli bir amaç olmalıdır. Geçmiş târihimize bakarsak atalarımız bu konudaki misyonlarını çok güzel bir şekilde gerçekleştirmişler, dönemin en önemli ilmi çalışmalarında ve keşiflerinde aktif olarak büyük bir rol oynamışlardır. Avrupa’da saraylarda bile tuvalet bulunmazken, bizim şehirlerimizde hanlar, hamamlar boy göstermiş; batı anlayışında dünyânın düz bir tepsi gibi olduğu düşünüldüğü bir dönemde müslüman âlimler dünyânın yuvarlak olduğunu çoktan bulmuşlardı. Ruhsal sorunları olan insanlar ortaçağ Avrupası’nda içinde şeytan var denilerek yakılırken, Osmanlı’da mûsiki ile tedâvi yöntemi uygulanmaktaydı. O dönem için müslüman toplumlarla ortaçağ Avrupası’ndaki toplumlar arasında ciddi bir fark olduğu görülmektedir. Peki bugünkü toplumsal farklılık ne durumdadır? İlerleyiş hangi yöndedir? İbre kimin lehine dönmektedir? Bugün bu değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. İslâm toplumları özellikle son yüzyılda kendi çizgisinden çok uzaklaşmış, diğer toplumlar karşısında güç ve pozisyon kaybetmiştir. Hem iç hem de dış savaşlarla karşı karşıya kalmış, çeşitli işgallere ve bölünmelere uğramıştır. Kısacası İslâm medeniyetleri etkinliklerini kaybetmiş, eski heybetli günlerinden çok uzaklaşmıştır. Diğer taraftan batı toplumları açısından bir değerlendirme yapıldığında ortaçağ Avrupası ve berâberinde gelişen ruhban zihniyetin yerini gelişmiş teknoloji ve sanâyi toplumu almıştır. Toplumsal ve bireysel anlamda sistematik bir şekilde sürdürülen gelişim süreçleri batı toplumlarını dünyâ sahnesinde ön plana çıkarmıştır. Sanâyi ve teknolojik gelişmelerde etkin oldukları gibi kültürel anlamda özellikle müslüman toplumlar üzerinde etkinlikleri artmıştır. Böylece müslüman toplumlar sanâyi ve teknoloji seviyesinde batı toplumlarından çok geride kalmalarıyla berâber kültürel seviyede de batının etkisi altına girmişlerdir. Batı dünyâsını oluşturan Amerika ve Avrupa dünyâda üstünlüğü ele geçirmiştir. Müslüman dünyâsının içine düşmüş olduğu bu olumsuz tablonun sebepleri üzerinde bir analiz yaptığımızda en önemli etken; batı dünyâsının müslüman ülkeler üzerinde yaptığı ayak oyunları dışında, bizim İslâmî kültürle birlikte gelişmiş bilimsel ve sosyal değerlerden çok uzaklaşmış olmamızdır. Elimizin altında bulunan bu değerlerden uzaklaşmamız yanında bize âit olmayan bir kültürel yapının hayâtımıza transferiyle karşı karşıya kaldık. Hayat ölçütleri çok farklı olan bu kültürel oluşum bize âdetâ üzerimize küçük gelen bir elbise gibi bizimle hiçbir zaman örtüşmedi. Ciddî bir ahlâkî çöküntü de berâberinde gelince müslüman toplumların sinir uçları işlemez hâle getirildi. Tabii ki İslâm ülkelerinin içine düşmüş olduğu bu durumu sâdece batı dünyâsına fatura etmek doğru bir tespit olmaz. Kişisel ve toplumsal gelişim süreçleri ile berâberinde süregelen sistematik başarının etkinliği sürekliliğe bağlıdır. Bu süreklilik ise gelişim süreçleri ve başarı tekniklerinin her dönem değişen şartlarla berâber güncellenmesiyle sağlanabilir. Burada İslâm dünyâsındaki en büyük eksiklik kendi toplumları adına oluşturulması gereken gelişim süreçlerinin ve başarı tekniklerinin hem bireysel hem de toplumsal bazda hayâta geçirilememiş olmasıdır. Sistemleşmemiş olan gelişim süreçleri değişen şartların iyi okunmasına ve bu şartlara uygun bireysel ve toplumsal başarı tekniklerinin geliştirilmesine engel olmuştur. Uzun vâdeli olmayan günlük başarılarla yetinilmek zorunda kalınmıştır. Yetkinlik geliştiremeyen bireyler ve toplumlar karşılaştıkları sorunlarla başedemeyen, içinde bulundukları durumdan sürekli şikâyet eden ve çözüm üretemeyen bir hâle dönüşmüştür. Ayrıca bu yapısal çöküntü Müslüman toplumlarda ve bireylerde alt yapısı olmayan özgüven olarak adlandırabileceğimiz; doğru eylemden daha çok iddialı ama içi boş söylemleri olan slogana dayalı, günü ve ânı kurtarmaya çalışan karakterlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu karakter tipindeki kişiler yapacakları işler için bir anlamda sadece üst başlık atıp altını dolduramayan ve sözüne güvenilmeyen kişilerdir. Kendilerini tekrâr ederler, istikrarsız bir çizgi içindedirler. Ortaçağ döneminde kilisenin etkisi altında olan Avrupa yaşadığı değişim hareketlerinden sonra sanâyi toplumuna geçiş dönemini başlatmıştır. Yeni bir gelişim sürecine giren Avrupa, Amerika’nın dünyâdaki süper güç koltuğuna oturmasıyla etkinliğini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır. Batı dünyâsı sanâyi toplumuna geçiş döneminde kişisel ve toplumsal gelişim politikasını başarılı bir şekilde yönetmiş, özellikle eğitim alanında çok ileri bir seviyeye gelmiştir. Üretim ve teknoloji alanında sürekli yükselen bir ivme yakalayarak toplumsal refah seviyelerini yükseltmişlerdir. Burada dikkat edilmesi ve irdelenmesi gereken asıl konu sistematik bir şekilde sürdürülen gelişim süreçleri ve başarı tekniklerinin eğitim alanında devlet politikası düzeyinde uygulanmasıdır. Kişinin yönelimleri ve yetenekleri doğrultusunda bir eğitim sistemi oluşturulmuştur. Küçük yaşta okullarda yetenekleri ve ilgi alanları tespit edilen öğrencilerin eğitimlerini başarılı olacakları alanlarda sürdürmeleri için yönlendirmeler yapılmıştır. Bunun yanında eğitilen her bireyin sosyal hayat içerisinde girişimci bir birey hâline gelmesi, aldığı eğitimleri toplum için faydaya çevirebilmesi için spordan sanata her türlü aktivite sağlanmıştır. Özgür düşüncenin teşvik edildiği, yoruma ve farklı düşüncelere açık eğitim sistemi ile yeni bakış açıları yakalanmıştır. Böylece ezbercilikten uzaklaşmış, karşılıklı fikir alışverişinin olduğu ve âdetâ beyin fırtınası şeklini almış eğitim ve öğretim sistemi ile öğrendiği bilgileri en iyi şekilde hayata geçirebilen etkin bireyler ön plana çıkmıştır. Üretim sektöründe kalite ve markalaşmanın bir disiplin hâline getirilip sistematik şekilde uygulanması ekonomik refah seviyesinin yükselmesine sebep olmuştur. Araştırma ve geliştirme çalışmaları için üniversitelerde önemli oranlarda bütçeler ayrılmıştır. Bununla berâber dünyâ çapındaki bilim adamlarını maddî anlamda teşvik edici imkânlar sunarak ülkelerine kazandırmışlar, önemli düzeyde beyin göçüne imkân sağlamışlardır. İstikrarlı bir şekilde ve süreklilik hâlinde ilerleyen sosyal ve bireysel gelişim, yeni durumlara karşı yeni güncellemelerin elde edilmesini sağlamıştır. Bu durum batı sistemine içinde bulunduğu zaman dilimini en verimli ve kaliteli şekilde değerlendirip ele geçen fırsatları kendi lehlerine çevirebilme imkânı sağlamış; ayrıca geleceğe yönelik planlamalarda uzun vâdeli ve isâbetli kararlar alabilme yeteneği geliştirilmiştir. Doğru yönetilen ve bir devlet politikası hâline getirilen sosyal ve bireysel gelişim süreçleri son yüzyılda Avrupa ve Amerika’nın lider ülkeler konuma gelmesine sebep olmuştur. Bu noktadan sonra sorgulanması gereken şudur: Biz İslâm toplumları olarak içine düştüğümüz bu durumdan nasıl çıkabiliriz? Öncelikle belirtilmesi gereken bilhassa Müslüman Türk toplumu olarak Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde tanzimat ve ıslahat fermanlarıyla başlayan batılılaşma hareketlerinden günümüze kadar gelindiğinde yaşanılan en büyük handikap; batı toplumundaki bilimsel gelişmelerin bir modelleme yapılarak bizim kendi sosyal hayatımıza kazandırılmasından ziyâde kültürel ve ahlâkî bir modelleme yapılarak hem sosyal hem de bireysel anlamda bir zemin kayması yaşamamızdır. Yaşanılan kültürel zemin kayması Türk toplumunun her kurumunda kendini hissettirmiştir. En büyük ve olumsuz etkisini de özellikle eğitim ve öğretim alanında hissettirmiştir. Ezberciliğe dayanan, bilimsellikten çok uzak olan eğitim ve öğretim sistemimiz değişik dönemlerde farklı uygulamalara geçilerek zamâna uygun bir şekilde güncellenmek istense de bunda başarılı olunamamıştır. Hayat hakkında gereken yetkinliğe ve şuura sâhip olamayan bireyler yetişmiştir. Üniversiteden mezun binlerce işsiz genç yaşama dâir moral mativasyonunu kaybetmekle karşı karşıya kalmaktadır. Bireylerin amaç ve hedefleri bir bir yok olmaktadır. Şimdi en önce olması gereken, Müslüman Türk toplumu olarak kültürel düzeyde Osmanlı devletinin vârisi olduğumuzu bilmemiz ve imparatorluk hâfızasına sâhip olduğumuzun farkına varmamızdır. Böylece ilk etapta kültürel seviyede alt yapının oluşmasını sağlamış oluruz. Doğru bir kültürel zemin, sağlam bir kültürel altyapı üzerinde ilerleyen gelişim süreçleriyle idrâki ve irâdesi mânevî dinamikler üzerinde gelişen fertlerin oluşturduğu toplumlar meydana gelir. Cüneyt Gencer (Ekim 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak