4- Hani bir zaman Yûsuf babasına demişti ki: “Babacığım, ben rüyâmda on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.”
5- Babası: “Yavrucuğum, rüyânı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” dedi.
6- “İşte böylece Rabbin seni seçecek ve sana rüyâların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrâhîm ve İshâk’a nîmetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kûb soyuna da nîmetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sâhibidir.’
7- Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar için ibretler vardır.
4- Hani bir zaman Yûsuf babasına demişti ki: “Babacığım, ben rüyâmda on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.”
Ey Muhammed, hatırla o zamânı “Hani bir zaman Yûsuf babasına”, İbrâhîm oğlu İshâk oğlu Yâkub (as)’a “demişti ki:”.
Yûsuf lafzı, İbrânîce’dir. Âdem (as)’ın konuştuğu dil Süryânîce olduğu gibi, İbrânîce de İbrâhîm (as)’ın dilidir.
Buradaki secde, ibâdet için olan secde değil, selâmlama maksadıyla yapılan secdedir.
Şeyhzâde şöyle der: “Sücûd (secde etmek)” lafzı, alnı yere koyma mânâsında kullanılır, ister tâzim ve değer verme maksadıyla olsun ister ibâdet maksadıyla olsun fark etmez. Bu lafız ayrıca tevâzu ve boyun eğmek mânâlarına da kullanılır. Âyette gök cisimleri hakkında akıllı varlıklar için kullanılan zamirlerin kullanılması, bunların akıllı varlıklara âid bir özellik olan secde etme ile tavsîf edilmelerinden dolayıdır.
Bilesin ki Yûsuf’un kardeşlerini yıldız şeklinde görmesi, tıpkı yıldızlarla yol bulunduğu gibi kardeşlerle aydınlanıp yol bulmasından ileri gelmiştir. Babasıyla teyzesi Lea’yı da güneş ve ay şeklinde gördü. Bunların Yûsuf’a secde etmelerinden maksad, kıssanın sonunda geleceği üzere Yûsuf’un saltanatı altına girip ona boyun eğmeleridir.
el-İrşad’da der ki: “Âyette güneş ile ayın yıldızlardan sonra zikredilmesinin, Yûsuf’un babası ve teyzesiyle kardeşlerinden sonra görüşeceğine işâret etmiş olması uzak bir ihtimal değildir.”
5. Babası: Yavrucuğum, rüyânı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” dedi.
“Babası: “Yavrucuğum, rüyânı”, ne tamâmını ne de bir bölümünü “kardeşlerine anlatma.”
el-İrşâd’da şöyle denilir: “Yâkub (as) bu rüyâdan Allah Teâlâ’nın Yûsuf’u hikmetten büyük bir rütbeye ulaştıracağını, tıpkı değerli atalarına yaptığı gibi peygamberlik makâmına seçeceğini ve onu iki cihan şerefiyle müşerref kılacağını anlayınca kardeşlerinin ona hased edip bir kötülük yapmalarından korktu. Onları böyle bir davranışa düşmekten, Yûsuf’u da meşakkatlere katlanmak ve üzüntülere göğüs germekten korumak için böyle söyledi. Gerçi Allah Teâlâ’nın bunu gerçekleştireceğine güveni tamdı. Ama bu rüyânın hiç meşakkat çekilmeden gerçekleşmesini arzuladığı için böyle dedi.
“Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır, dedi.” Bu ifâde mukadder bir soruya cevaptır. Sanki Yûsuf’un şöyle sorduğu var sayılıyor: “Peygamberlik evinde doğup büyümüş olan kardeşlerimden böyle bir fiil nasıl sâdır olur?” Bu soruya şöyle cevap veriliyor: ‘Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır ya da düşmanlığını açıklayandır. Onun düşmanlığı hem sana, hem de ebnâ-i cinsin olan insanlığa karşı apaçıktır. Zîrâ anne-babanız Âdem ve Havva’yı cennetten çıkaran, üzerlerindeki nûrdan elbiseyi çekip atan ve insan nev’i için her türlü tuzağı hazırlayacağına yemîn eden, onları dâimâ en zararlı olana iten şeytandır. Hâlen de insanları sapıtmak için çalışmaya devâm etmektedir.
6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana rüyâların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrâhîm ve İshâk’a nîmetini tamamladığı gibi sana ve Yâkub soyuna da nîmetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sâhibidir.”
Ve işte böyle senin şerefine, değer ve büyüklüğüne delâlet eden bu rüyâ için kardeşlerin arasından seni tercîh edip seçtiği gibi, o yüksek ve parlak gök cisimlerinin sana secde etmesi misâline benzer bedî' bir seçişle Rabbin seni seçecek, Cenâb-ı kibriyâsı için kendine ayıracak, derleyip toplayıp seçerek halkın en şereflileri, en yüksek makamda bulunanları arasına katacak, parlak bir makâma getirecektir. Yâni, gördüğün rüyâ kendi geleceğinin bir misâlini görmektir. O misâl âleminde o büyük ve yüksek yıldızların sana secde hâlinde görünmeleri, temsîl ve teşbîh yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana peygamberlik verecek ve büyük büyük adamları sana, senin emrine bağımlı kılacak, sana boyun eğdirecek. Ve sana haberlerin yorumu ile ilgili ilim öğretecek. Düşünce olarak ortaya konan ve vâkıa olarak meydana gelip gelmeyeceği belli olmayan sözlerin vâkıa olarak ne anlama geldiğini tâyin etmek, yâni rüyâ tâbir eylemek veya vahiy ve İlâhî işâretlerin muammâlarını, ledünnî hakîkatlerini anlamak veyâhud olayların en sonunda alacağı şekli ve ondan hâsıl olacak sonuçları anlamak ilminden bir şanlı hisse verecektir. Şu halde sen de benim bu söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu göreceksin. Kesbî ilimler ile değil, vehbî ilim ile böyle doğru tâbirler, te’viller ve yorumlar yapıp şan alacaksın. Allah Teâlâ böyle bir rüyâ görmeye muvaffak kıldığı kimseyi, mutlaka onu tâbîr etmeye de muvaffak kılacaktır. Çünkü tâbir ilmi, genellikle seçilmiş olmanın ayrılmaz vasıflarındandır. Hem sana, hem de Ya’kûb soyuna nîmetini tamamlayacak, daha önce iki atan İbrâhîm ile İshâk'a tamamladığı gibi. Ki peygamberlikte muvaffak kılmış, dünyâ ve âhiret hayâtında tam bir şeref ve şâna mazhar eylemiştir. İşte o rüyânın kısaca tâbir ve te’vîli budur.
Ayrıntılı olarak te’vîline gelince, o da ileride bilfiil meydana gelecek olaylar ile olacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin alîmdir, hakîmdir. Herşeyi bilir, olmuşu da, olacağı da bilir; her yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Bundan dolayı kimin seçilmeye lâyık olduğunu da yine O bilir. Rüyâ hâdisesinde dahî mutlak bir ilim ve hikmet vardır.
“Te’vîlü’l-ehâdîs'ten maksad, rüyâların tâbîridir. Rüyâlar sâdık/doğru iseler meleğin sözleridir. Böyle olmadıkları takdirde nefsin ve şeytânın sözleridir.
Rüyâ tâbîrine “te’vîl” denilmiştir. Çünkü rüyâ, dönüp dolaşıp rüyâyı yoran kimsenin ‘aslı budur’ diye zikrettiği şeye varır.
“Ehâdîs" kelimesi, hadîs lafzının çoğuludur. Hz. Peygamber (as)’ın hadîsleri ifâdesi de buradan gelir. Hadîs lügatte “yeni” demektir. Genel kullanımda kelâm/söz mânâsınadır. Hadîs bilginlerinin kullanımına göre Hz. Peygamber’den hâdis olan, meydana gelen sözler mânâsınadır. Bu isimlendirmede hadîsin Kur’ân’dan farklı olduğu göz önünde bulundurulmuş gibidir. Çünkü Kur’ân kadîm iken, hadîsler hâdistir.
Allâh’ın nîmetini İbrâhîm’e tamamlaması, onu dost edinmesi, kendisini ateşten ve çocuğunu kesmekten kurtarması ile gerçekleşmiştir. İshâk’a olan nîmetini tamamlaması ise Ya’kûb (as)’ı ve torunlarını onun sulbünden çıkarması ile olmuştur. Bütün bunlar peygamberlik nîmetini tamamlayan büyük nîmetlerdir.
“Çünkü Rabbin,” bütün bunları yapacaktır. Çünkü O, “çok iyi bilendir, hikmet sâhibidir.” Hem de ne bilen ve ne hikmet sâhibi! Yâni Rabbin, ilmi çok geniş olan ve engin hikmet sâhibi bir Rabb olarak kimin seçilmeye lâyık olduğunu bilir. Nîmetini de ancak müstehak olana tamamlar. Ya da Rabbin, yaptığı her şeyi hikmet ve doğru neyi gerektirirse ona göre yapar.
Bilesin ki Allah Teâlâ, bâzı âyetlerde Hakîm ismini Alîm isminden önce getirirken burada olduğu gibi bâzı âyetlerde aksini yapmıştır. Hakîm’in öne alınışı, ilim makâmı îtibâriyledir. Çünkü a‘yâna ve ilmî hakîkatlere taalluku îtibâriyle ilim, hikmete tâbîdir.
7- Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar için ibretler vardır.
Yûsuf ve kardeşleri kıssasında ki, rüyâda onbir yıldız ile temsîl olunduğu gibi, kardeşleri onbir tane idi, soranlara (yâni genel olarak ibret arayanlara, ibret almak için birçok ipuçları bulunduğu gibi, bilhassa yukarıda anlatıldığı üzere, İsrâîloğulları'nın Mısır diyârına ne sebeple geçtiğini soranlara, Mekke müşriklerine ve onlara akıl hocalığı yapan yahudi bilginlerine, Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğunu anlatacak) alâmetler vardır.
“Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde” yâni Allâh’a yemîn olsun ki Yûsuf kıssasında ve onun on bir kardeşinin hikâyesinde “soranlar”, kıssalarını soran ve öğrenen herkes için “ibretler” yâni Allâh’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden çok büyük alâmetler “vardır.” Çünkü Yâkub’un büyük oğulları Yûsuf’u zelîl kılmaya ittifakla karar verdikten ve yaptıklarını yaptıktan sonra Allah Teâlâ Yûsuf’u peygamberliğe ve hükümdarlığa seçmiş, onları da ona boyun eğen ve hükmünü yerine getiren kimseler kılmıştır. Yûsuf’a duydukları kıskançlığın vebâli kendi başlarına dönmüştür. İşte bu, Allâh’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden en büyük ibretlerdendir.
Rûhu’l Beyân – İsmail Hakkı Bursevî
Hak Dîni Kur’ân Dili – Elmalılı M. Hamdi Yazır
Mart 2021, sayfa no: 58-59-60-61
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak