Ara

Yûnus Emre’nin Sarı Çiçeği

Yûnus Emre’nin Sarı Çiçeği

 

Her çiçek bin naz ile Hakk’ı öğer niyâz ile

Her murg hoş âvâz ile ol pâdişâh’ı zikreder

Yûnus Emre

Yûnus Emre’nin dağdan düzgün odun getirme menkîbesindeki asıl anlam, onun bu inzivâ mekânında kendi içine yolculuklar yapması ve nefsini terbiye etme konusundaki içsel arınma meselesidir. Yûnus Emre’nin işte bu arınma ile gönül aynası pak olmuş ve hakîkati görür hâle gelmiştir. Onun bu süreçte tabiatta bulunan varlıkların hakîkatini anlamayı ve dillerini çözmeyi öğrendiği de bir hakîkattir. İşte o, böyle bir anlama özelliği ile kuşlardan ve çiçeklerden hareketle bize de bir şeyler söyler.

Yûnus Emre’nin bu özellikteki şiirlerinden biri de “Sordum sarı çiçeğe” olarak bilinen ilâhisidir. Bu şiir ona mı âittir bunu kesin olarak söylemek mümkün olmasa da şiirin anlam dünyâsının Yûnus’la örtüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Üstelik bu çiçek meselesinin bir menkîbe ile de desteklendiği var sayılacak olursa bu şiire en azından Yûnus Emre duyarlıklı bir şiir gözüyle bakmak mümkün hâle gelir. Öyleyse şiirden önce bu menkîbeyi hatırlayalım: Buna göre Tapduk Emre, dervişlerinden birer çiçek ister. Her derviş en güzel çiçeği getirmek üzere kırlara gider. Yûnus da aralarındadır. Akşam olduğunda herkes en güzeli olduğunu düşündüğü çiçekle dergâha döner. Yûnus’un elinde ise solgun bir sarı çiçek vardır. Şeyhi bunun sebebini sorduğunda ona şu cevâbı verir: “Şeyhim, sabahtan beridir kırları dolaştım Size lâyık olabilecek güzellikte bir çiçek aradım, buldum da ancak koparmak için elimi uzattığım her çiçek öyle güzel Allah zikri çekiyordu ki onları koparmaya kıyamadım. Tam vazgeçip dönüyordum ki bu solgun çiçeğin şöyle dediğini duydum: “Benim vaktim doldu artık, soldum kuruyup gideceğim, bâri beni kopar da bir dervişin elinde hayâtım sona ersin.”

Menkîbe çok farklı açılardan yoruma elverişlidir ama biz Yûnus Emre’nin çiçeklerin dillerini ve hallerini anlayacak iç olgunluğa sâhip olma meselesi üzerinde duralım. Buna göre işte bu gönül saflığı onun “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar O'nu tesbîh ederler. O'nu övgü ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm'dir, çok bağışlayandır." (İsrâ, 17/44) âyetinin tecellîsine ermiş biri olarak karşımıza çıkar. Böylece o bu irfânî dille bize hakîkat dersleri verir. 

Şiire baktığımızda ise şunu görmekteyiz: Şiirde Yûnus Emre çiçeğe sorular sormakta, çiçek de ona cevaplar vermektedir. Buna göre Yûnus Emre öğrenmek isteyen, sarı çiçek ise öğreten konumundadır. Soruyu soran kişi olarak Yûnus Emre hakîkatin tâliplisi, çiçek ise verdiği cevaplarla hayâtın, dînin ve kâinâtın sırrını anlatan bir ârif hüviyeti taşır. Bu da bize her varlığın bir kevnî âyet olduğunu göstermektedir. Kevnî âyet ise Allâh’ın yarattığı her şeyi ifâde eden âyetlerdir. Meselâ güneş, ay, yıldızlar, insanlar, hayvanlar, bitkiler, sular, çiçekler, nehirler, denizler, meyveler, otlar, dağlar, ovalar, bitkiler vs. Allâh’ın birer kevnî âyetleridir.

Şimdi de bu âyetleri anlayabilmek için sorulara ve cevaplara bakalım: 1.Çiçeğin benzi neden sarıdır? 2.Ölüm var mıdır? 3.Çiçekler kışın nerede bulunurlar? 4.Cehennem nedir? 5.Cennet nedir? 6.Gül nedir? 7.Âdem kimdir? 8.Kırklar kimlere denir? 9.Çiçekler renklerini nereden alırlar? 10.Çiçeklerin boynu neden eğridir? 11.Çiçeklerin anaları, ataları var mıdır? 12.Çiçekler Kâbe’yi görürler mi? 13. İnsanlar çiçeklere nasıl davranmalıdırlar? 14.Sırat nedir? 15.Çiçeklerin gözü neden yaşlıdır? 16.Yûnus Emre kimdir? 

Bu on beş soru çiçek tarafından birer birer cevaplandırılır. Sorular da cevaplar da Yûnus’un dil ve üslûbuna uygun olarak gâyet sâdedir. Bu sâdelik içinde verilen cevaplar ise oldukça zengin anlamlar içerir. Buna göre çiçekler (burada insan olarak da düşünülebilir) Allah tarafından dünyâya gönderilmişlerdir. Benzin sarılığı ebedî âlemden fânî âleme gelişin hüznüyle ilgilidir. Zîrâ ruh burada hep ayrılık acısı içinde yaşamakta ve geldiği yeri özlemektedir. Çiçeğin dağları eriten ah çekmesi de bu yüzdendir. Burada yine Yûnus Emre’nin “Dertli Dolap”ı ile Mevlânâ’nın “Ney” metaforu hatırlanabilir. Onlar da yâni dolap ve ney bu ayrılığın acısıyla ağlayıp inlemektedirler. 

Diğer yandan insan dünyâya gönderilmiştir ama netîcede ölecektir. Çiçeğin diliyle söyleyecek olursak “Ölümsüz yer yoktur.” Ölümden sonra bir hayâtın olup olmadığı meselesi de, cennet ve cehennem var mıdır sorusuna verilen cevaplarla açıklanmaktadır. Cehennemin münkirler cennetin ise âdem şehri olduğu söylenmektedir. Şiirin başka bir yerinde ise “Sen sıratı gördün mü?” denilerek sırattan bahsedilmektedir. Bu üç kavramın birlikte söylenmesi bizim hem bu dünyâ hem de öteki dünyâ hayâtımızla ilgili önemli bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Şiirin en zengin sembolizmi ise belki de “Gül Muhammed teridir” cevâbında verilmiş, böylece Allah ve âhiret inancından sonra peygamber inancı dile getirilmiş olur. Gül, bildiğimiz gibi rengi, kokusu ve diğer bütün özellikleri ile peygamberimizi ifâde eden bir semboldür. Bu öylesine benimsenmiş bir inanıştır ki kadîm kültürde çiçek koklarken salavât getirilmesi bir ritüele dönüşmüştür. 

Buradan yâni peygamber inanışından sonra kırklar inanışına geçilmesi de çok mânidardır. Zîrâ onlar sûfî anlayışta üçler ve yedilerle birlikte peygamberden sonra onun misyonunu, dâvâsını sürdüren gayb erenleridir. Onun kutlu izinde yürürler. Bu yüzden “Kırklar Allah yâridir” ifâdesi de tür zâtların kimliklerini belirtmek, onların Hakk nazarındaki yerlerini göstermek için söylenmiş olmalıdır. 

Yûnus Emre, yine şiirin bir yerinde çiçeğe “neden boynun eğridir?” diye sorar. Bu soruya verilen “Kalbim Hakk’a doğrudur” cevâbı ise çok anlamlıdır. Boyun eğmek tevâzuyu, teslîmiyeti gösterirken kalbin Hakk’a doğruluğu da istikâmeti gösterir. Yine çiçeğin Kâbe’yi görüp görmediğinin sorulması boyun eğriliği ile birlikte düşünüldüğünde ibâdetleri ihsâs ettiren ifâdeler olarak da okunabilir. 

Şiirde ayrıca gözü yaşlılık meselesi de önemlidir. Burada önce yine Yûnus’un “Acep şu yerde varm'ola/Şöyle garip bencileyin/Bağrı başlı gözü yaşlı/Şöyle garip bencileyin” dörtlüğünü hatırlayalım. Zîrâ orada da aynı ifâde yer alır. Bu anlatım da yine insanın geldiği âlemi hatırlayıp gideceği yeri özleyerek, ayrı düşmesinin acısını ve üzüntüsünü dile getirmektedir. Gözü yaşlılık üzüntüyü, bağrı başlılık ise derdi ifâde eder. Bu, elbette fizikî değil metafizik bir derttir. 

Burada son olarak son dörtlüğe de değinmek gerekir. O da “Yûnus’u bilir misin” sorusuna verilen “Yûnus kırklar yâridir” cevâbıdır. Bu da Yûnus’un varlıklar arasındaki yerini ve değerini gösterir. O sâdece insanlarla değil bütün varlıklarla halleşmeyi, söyleşmeyi başarmış, gönül diliyle gönülden gönüle köprüler kurarak bütün insanlığı kucaklayacak bir anlayışın şâiri/dervişi olmuştur.

Görüldüğü gibi şiir baştan sonra yaratılış, varlık, ölüm, Allah, Peygamber, ibâdet ahlâk esaslarından hareketle bize bir yol haritası çizmektedir. Bu harita dün olduğu gibi bugün de önümüze bir inanç, ibâdet, ahlâk, var olmayı sâdece dünyâ hayâtından ibâret görmeme, tabiatta bulunan bütün varlıklarla aynı kadere tâbi olma gibi insanoğlunun bütün zamanlarda sorduğu, cevâbını aradığı sorular etrâfında verilen ârifâne cevaplardan oluşan bir metin olarak gelip bize istikâmet yolunu göstermektedir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak