Ara

Yûnus Emre’de Yol, Yolcu ve Yolculuk

Yûnus Emre’de Yol, Yolcu ve Yolculuk

“Bu dünyâya gelen kişi âhir yere gitse gerek”

Yûnus Emre

 

Yol, yolcu ve yolculuk kavramları bir arada düşünüldüğünde ortaya hepimizin şu veya bu şekilde kahramânı olduğumuz bir hikâye çıkar. Fakat bu hikâyeyi sâdece maddî mânâda düşünemeyiz. Yolculuğun bir de mânevî olanı vardır ki yol, yolcu ve yolculuk denilince asıl bunları anlamak gerekir. Zîrâ üzerinde söz söylemeye değer asıl yolculuk budur.

 

Yûnus Emre de bir yol ve yolculuk hikâyesinin kahramanıdır. Yûnus, bu yolculuğu olması gerektiği şekilde tamamlayarak söz yerindeyse final çizgisine başarıyla ulaşmış ve hepimiz için bir örnek yol rehberi olmuştur. Şimdi bu yolculuğun hikâyesine bakalım.

 

Her insan gibi onun da yolculuğu doğumuyla başlar. Ne var ki o, bu başlangıcı doğum öncesinden başlatır. Başlama noktası “Milk-i bekâ”dır. Oradan “fânî cihân”a doğmuştur. O cihanda “dost cemâli”ni gördüğü için bu dünyâya gelişi bir ayrılık yolculuğudur. Ama onun yol hikâyesine böyle bakması hemen olmayacak, pek çok duraktan geçtikten sonra varlığın evvelini fikretmeyi öğrenecektir.

 

Hacı Bektaş Diyârında Bir Garip Yolcu

Menkîbe, onun maddeden mânâya geçiş hikâyesini önce maddî bir yolculukla başlatır. Bu, onun bir kıtlık yılında kağnısına alıç yükleyerek buğday istemek için Hacı Bektaş diyârına yaptığı yolculuktur. İşte onun hayat seyrini tamâmen değiştirecek olan bu yolculukta “himmet-buğday” tercihiyle karşı karşıya kalınca buğdayı tercih edip köyüne doğru dönüş yolculuğuna çıkar; fakat Sulucakaracahöyük’ten çok fazla uzaklaşmadan dağda bir nefs muhasebesiyle yolculuğu bu defa içine doğru yapar ve hatâsını anlayarak tekrar Hacı Bektaş dergâhına yol alır. Ama onun daha uzun yolculuklar kaderine yazılmış olmalı ki bu defa Tapduk Emre dergâhının bulunduğu köye yönlendirilir. Onun yolculukları bundan böyle hem maddî hem de mânevî planda iç içe geçmiş vaziyette hayâtı boyunca devâm edecek, o, son durak olarak yine mezarı görmeyecek, geldiği Milk-i bekâ âlemini görecek, böylece asıl hedefi olan “Bekâ-billâh”a ulaşacaktır.

 

Tapduk Emre: Yol Rehberi

Yolculuk insan için aslında kaderi olana teslîmiyetle başlar. Hizmet ve hayretle devâm eder. Yolculuğun mükâfâtı olan himmetle tamâma erer. İşte Yûnus Emre için Tapduk Emre bir yol rehberi olarak onu içinde ve dışında yolculuklara çıkarır. Yolculuğun ilk durağı maddî planda dağ, mânevî planda kalptir. Yolculuğun bir biliş, buluş ve oluş hikâyesi olduğu da düşünülecek olursa bu dış ve iç yolculuğun Yûnus’u kendini bilmesi, hakîkati bulması, “çiğ iken pişme”si şeklinde bir netîceye ulaştırdığını görürüz. Nitekim kendisi de bütün bir hikâyeyi tek bir dörtlükte özetler:

 

Tapduk’un tapısında

Kul olduk kapısında

Yûnus miskin çiğ idik

Piştik elhamdülillah

 

Fakat, bu hikâye bu kadar kısa özetlense bile detayları itibâriyle hayli uzundur. İşte bu uzun hikâye onun pek çok şiirinde dile getirilir. “Ben yürürem yâne yâne”, “Bu yol uzundur/Menzili çoktur”, “Göçtü kervan kaldık dağlar başında”, “Şerîat tarîkat yoldur varana/Hakîkat ma’rifet andan içeri”, “Arayı arayı bulsam izini” 

 

Bu tür söyleyişler uzar gider. Her biri bize bu yolculuğun maddî ve mânevî boyutlarına ilişkin ipuçları verir. İpuçları dedik çünkü aslında Yûnus’un yol hikâyesini aynı yolda yürümeden, onun gibi bir yolcu olmadan, zâhiriyle kavrasak bile bâtını ile kavramak mümkün değildir. Bu yüzdendir ki “Yûnus’u anlamak ancak Yûnus olmakla mümkündür” derler. Bu bizi umutsuzluğa düşürmemelidir. Niyet hayır ise âkıbet de hayır hükmünce bizim de nasîbimize bu yolculuk hikâyesinden düşecek olan hisseler, nasipler olacaktır.

 

Tasavvuf: Bir Yolculuk İlmi

Tasavvuf; saflaşma, öze dönme, tarîkat ise yol mânâsına gelir. Durum böyle olunca konunun neden yol ve yolculuk kavramlarıyla anlatılmaya çalışıldığı daha iyi anlaşılacaktır. Bu yüzden dervişliğe niyet eden kendini “yolcu”, dış ve iç âlemlerdeki serüveni “yolculuk”, şeyhini “yol rehberi” olarak görerek yola çıkmalıdır. 

 

Yolcu, zâhirî yolculukta görünen âlemi temâşâ ederek fikir ve zikirle hikmete yol bulmaya çalışır. İç yolculukta ise meselâ “cehâletten ilme”, “kötü huylardan güzel huylara”, “kendi varlığından geçip Hakk'ın varlığına”, “cismânî bedenden rûhânî bedene” yol almaya çalışır. Bunları “kibirden tevâzuya” , “cimrilikten cömertliğe”,“bencillikten diğergamlığa”, “ihtirastan kanâat”e yolculuk şeklinde uzatabilir hattâ daha da çoğaltabiliriz. Netîcede önemli olan, tekrar belirtecek olursak “bilme, olma, bulma” meselesidir. Bu yüzdendir ki Yûnus Emre yolculuğun sonunda “Ballar balını buldum/Kovanım yağma olsun” diyecektir.

 

Yolun Engelleri

Yazının bir yerinde Yûnus’tan bir alıntı yapmıştık. “Bu yol uzundur/Menzili çoktur” diye. Biz burada menzili “engel” mânâsında da düşünebiliriz. Böyle yaptığımızda karşımıza başta şeytan, nefs ve dünyâ olarak üç büyük engel çıkar. Bu üç büyük engel (buna düşman da diyebiliriz) kendilerinden ibâret değildir. O yüzden üç engelden değil belki üç bin engelden söz etmeliyiz. Zîrâ yolculuktan bizi alıkoyan yâhut yol ihlâsını bozan her şey birer âfet ve tehlike olarak karşımıza çıkar. Hattâ bu yolun büyükleri sâdece günahların değil ibâdetlerin bile, eğer niyet hâlis değilse insan için bir engel olabileceğini söylemişlerdir.

 

Yol Azığı: Aşk

İnsanın yolda yol azığı olmazsa o ya açlıktan ya susuzluktan menziline varamaz. Mânevî anlamdaki oluş yolculuğunda ise azık aşktır, aşkın mecâzî olarak mekânı ise gönüldür. Zâten mânevî yolculuk da tamâmen orayla alâkalıdır. Her ne varsa gönüldedir. Her ne oluyorsa orada olmaktadır. Îman da akıl da bilgi de sevgi de orada karar kılar. Çünkü Hakk gönüldedir. O yüzdendir ki: 

 

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk

Pâdişah konmaz sarâya hâne mâmûr olmadan

 

denilmiştir. İşte Hakk’tan gayrı olanları gönülden çıkarmak da bir yolculuk hikâyesidir. Bu sebeple Yûnus’un Hacı Bektaş dergâhından Tapduk Emre dergâhına gönderilmesinden sonraki hikâyesi işte gönülden ağyârı çıkarma ve nefsini bilme, kendini bilme yolculuğudur. Tabii yol engelleri, harâmîler, zahmetleri düşünüldüğünde aslında bu yolculuğa “savaş” demek gerekir. Diğer yanda yolculuğu anlamada ve anlamlandırmada “keşif” kavramı da işimize yarayacaktır. Yolculuk bu mânâda bir keşif olarak da düşünülmelidir. Keşfetmek, bulmak… Neyi kimi bulacağız? Önce kendimizi sonra Hakk’ı. Sözü özetleyecek ifâde bu yüzden “Nefsini bilen Rabbini de bilir” ifâdesidir. Biz bu “bilme”yi “bulma” olarak da düşündüğümüzde mesele daha âşikâr hâle gelecektir. 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak