“Gitti beyler mürüvveti binmişler birer atı
Yedikleri yoksul eti içtikleri kan olısar”
YÛNUS EMRE
Yûnus Emre denildiğinde akla ilk gelecek olan kavram elbette “sevgi”dir. Bunu “muhabbet”, “aşk”, “sevi” kavramlarıyla da ifâde edebiliriz. Bu tesbit, şüphesiz doğrudur. Onun şâir-derviş olarak dünyâda bulunuş amacını açıklayan “Ben gelmedim dâvi için benim işim sevi için” ya da “Sevelim sevilelim dünyâ kimseye kalmaz” şeklindeki iki mısrâı bile onun bir “sevgi şâiri” olduğunu göstermek için yeterlidir.
Fakat bu tanımlama ortaya tek boyutlu bir Yûnus fotoğrafı çıkarmakta ve onun bir aksiyoner, derviş-şâir misyonunu oldukça daraltmaktadır. Sevgi önemlidir ama bu kavramı Yûnus Emre’nin tefekkür dünyâsındaki diğer kavramlardan ayırarak öne çıkarırsak karşımıza kendi derdinin peşinde, yaşadığı zamânın problemlerine alâka göstermeyen ve soyut bir sevgiyi dillendiren bir Yûnus Emre portresi çıkar. Oysa işin hakîkati hiç de böyle değildir. Yûnus Emre şiirleri bir bütünlük içinde okunduğunda onun hem kendi iç ben’ine hem de toplumda gözlemlediği problemlere dâir tenkitler yaptığı açıkça görülecektir.
Münekkid ve Mürşid
Yûnus Emre, bu tenkîdi hem şâirce bir naiflikle yapar hem de bir münekkid tavrından daha çok bir mürşid tavrı gösterir. Bu yüzden onu günümüz tenkitçilerinden ayrı bir yerde düşünmek gerekir. Daha da önemlisi o, problemin görünen yüzünden çok arka planına yâni sonuçlara değil sebeplere dikkat çeker. Yine bugün olduğu gibi kişileri doğrudan hedef almaz. Probleme odaklanır. Bu yüzden onun uyarıcı tutumunun anlaşılması hemen mümkün olmaz. Zîrâ sonucu gözlemlemek kolaydır ama kaynağına inmek kolay değildir. Öyleyse onun bu tavrını anlamak için önce özellikle münekkid ve mürşid arasındaki temel farka bakmak gerekir.
Mürşid, “doğru yolu gösteren” mânâsındaki “irşad” kelimesinden türemiş olup “rehber, kılavuz, önder” mânâsına gelir. Tasavvuf literatüründe ise “Hak ve hakîkate erişme yolunda müridlerine örnek olan onları irşâd eden, onlara rehberlik eden kimse” demektir. Tenkid ise “bir şeyin iyisini kötüsünden ayırma” mânâsındaki “nakd” kelimesinden türemiş olup “Gerçeği ortaya koymak maksadıyla yapılan tartışma ve inceleme” mânâsındadır. Üstelik daha çok edebiyat eserlerinin eleştirilmesinde kullanılır. Mürşidle münekkid arasındaki bir önemli fark da mürşidin kitâbî (Kur’ân ve sünnet), münekkidin ise aklî bir tutum izlemesidir. Kabûl etmeliyiz ki akıl bu konuda da önemli olmakla berâber yanılabilir. Verilen hükümlerin nefsî olma ihtimâli oldukça yüksektir. Kitâba dayanarak konuşanda ise böyle bir durum görülmez. Biliyoruz ki Yûnus Emre’nin, “Yûnus’un sözü şiirden amma aslı kitaptan” mısrâında da belirttiği gibi kaynağı kitaptır. Öyleyse hüküm cümlesini şöyle kurabiliriz: Yûnus Emre’yi sâdece bir münekkid değil bir mürşid olarak görmek gerekir. İşte onun sosyal meseleleri ele alma biçimi de bu sıfat çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Çağının Tanığı Olmak
Yûnus Emre’nin bu mânâda en çok öne çıkan şiiri “Müselmanlar zamâne yatlı oldı/Helâl yinmez haram kıymetli oldu” beytiyle başlayan şiiridir. Yûnus Emre, bu şiirinde temel İslâmî değerlerden uzaklaşınca ortaya çıkacak hemen her türlü dînî, siyâsî, sosyal ve kültürel problemleri dile getirir. Onun bu konuda neler söylediğini anlamak için şiirin kalan kısmına bakalım: “Okunan Kur’ân’a kulak tutulmaz/Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu/Haram ile hamir tuttu cihânı/Fesad işler eden hürmetli oldu/Kime ki Tanrı’dan haber verirsen/Kakır başın salar hüccetli oldu/Şâkird üstâd ile arbede kılar/Oğul ata ile izzetli oldu/Fakirler miskinlikten çekti elin/Gönüller yıkanlar heybetli oldu/Peygamber yerine geçen hocalar/Bu halkın başına zahmetli oldu/Tutulmaz oldu peygamber hadîsi/Halayık cümle Hakk'tan utlu oldu/Yûnus gel âşık isen tövbe eyle/Nasuha tövbe ucu kutlu oldu.”
Şiire dikkatli bir gözle baktığımızda altı çizilen problemlerin şunlar olduğu görülür: Kur’ân gerçeklerinden uzaklaşmak insanları şeytânın esâretine sokmuş, onlar da şeytânî yâni kötü işler yapar hâle gelmişlerdir. Buna göre iyilerin egemenliği bitmiş kötülerin egemenliği başlamıştır. Bunun netîcesi haram yâni dînen yasak ve insanlığın hayrına olmayan her türlü iş, uygulama ortaya çıkmıştır. İtibar görmek, fesad yâni bozguncu kişilerin özelliği hâline gelmiştir. Böyle bir durumda kime Kur’ân’dan yâni hakîkatten söz edilse bunlar kabûl görmez olmuştur. Eğitim bozulmuş, hoca ile öğrenci kavgalı hâle gelmiştir. Dîni gerçek anlamda temsil niteliği olmayan kimler varsa hepsi halkı daha çıkmaz problemlere itmiştir. Kur’ân gibi hayâtımıza yön veren hadis hükümleri de terk edilmiş, ehil olmayanlar iş başına gelmiştir.
Yûnus’un özetlediği bu durum, kişilerin ve toplumun tam anlamıyla bozulma, doğru yoldan ayrılma hâlidir. İşte Yûnus, böyle bir manzara karşısında ve bir mürşid tavrıyla bu olumsuzlukları dile getirdikten sonra insanları hakîkate çağırır. Bunun için de tövbeden söz eder. Çünkü tövbe, yapılanın yanlışlığını anlayarak düzelme yoluna yönelmek demektir. Yûnus’un toplumsal eleştirisi bu noktada da kalmaz. Bir başka şiirinde de bu tür eleştirilerini sürdürür. “Miskin Âdem oğlanı nefse esîr olmuştur/Hayvan canavar gibi otlamağa kalmıştır/Aslâ ölürüm sanmaz mahşer gününü anmaz/Bu dünyâdan usanmaz gaflet aklın almıştır/Oğlanlar öğüt almaz, yiğitler tövbe etmez/Kocalar namaz kılmaz, zaman kötü olmuştur/Beyler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden/Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmıştır/Yûnus sözü âlimden, aslâ korkman zâlimden/Korkadurun ölümden, cümle doğan ölmüştür.”
Bu şiir, adâletsiz zulüm düzenine ve onun uygulayıcılarına tam bir manifesto niteliğindedir. Zîrâ vurgu en çok beyler yâni yöneticilerle ilgilidir. Onların bu yönetim tarzı toplumun dînî, ahlâkî, ekonomik, sosyal olarak da bozulmasına yol açmıştır. Ama burada da onun tavrı sâdece eleştiri değil bir mürşid olarak yol göstericiliktir. Bunun için nefse esîr olmamayı, dünyâya aldanmamayı ve en önemlisi zâlimlerden korkmamak gerektiğini söyleyerek insanı aktif bir tavra çağırır. Çünkü kötü olanın ortadan kalkması iyi olanın iyi davranışlarıyla mümkün hâle gelir.
Yûnus Emre’nin Nasîhatleri
Yûnus Emre’de bu tür başka mısrâlara da rastlarız. Fakat bu noktada onun Risâlet’ün Nushiyye’sine atıf yapmak meseleyi daha anlaşılır kılacaktır. Yûnus, bu eserinde insanın varlık hikâyesini anlattıktan sonra dünyâ hayâtında bir imtihanla karşı karşıya olduğumuzu söyler. Ona göre dışarıdaki bütün iyi ve kötü haller önce insanın içinde başlamaktadır. Zîrâ insanın yapısında hem iyi hem de kötü huylar mevcuttur. Bunlar, insan kalbine hükmetmek için sürekli mücâdele hâlindedir. Hangisi gâlip gelirse insana o hükmedeceği için insanın yaptıkları da ona göre şekillenecektir.
Yûnus, bu kuvvetleri müsbet ve menfî huylar olarak ikiye ayırır. Müsbetler tevâzu, sabır, cömertlik, bilgi, sevgi, başkalarını düşünme gibi özelliklerdir. Bunların karşısında ise bu huyların menfîleri olan kibir, acelecilik, cimrilik, cehâlet, kin, öfke, bencillik gibi huylar durur. İnsan; böyle bir durum karşısında îmânını, aklını kullanarak iyi huyların hâkimiyetini sağlayabilir. Böylece içinde kötü olan huylarla savaşan ve bu savaşı kazanan insan hem kendinin hem de toplumun ıslâhını sağlamış olacaktır.
Yûnus Emre ve Bugün
İşte tam da bu noktada bugünkü hayâta ve dünyâya bakalım. Bütün bir dünyâda insanların yaşadığı, yaşamak zorunda bırakıldığı onca zulüm, bu kötü huyların netîcesi değil midir? Elbette öyledir. Dünyâdaki adâletsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik, cinâyet, terör.. gibi insanlığın mahvına sebep olan ve bütün bir dünyâyı fesâda sürükleyen huylar, bunlara sâhip olan kişilerin, devletlerin uygulamaları netîcesinde ortaya çıkmaktadır.
Yûnus’un böyle bir durum karşısında söylediği ise insanın önce kendini ardından toplumunu erdemli hâle getirerek yeryüzüne adâletin, sevginin, hürriyetin hâkim olduğu bir dünyâyı inşâ etme çağrısıdır. Eğer insanoğlu bu çağrıya kulak verirse ne kadar karmaşık olursa olsun bütün sorularına cevap, sorunlarına ise çözüm bulabilir. Çünkü tekrar belirtmek gerekirse, Yûnus Emre bir münekkidden çok mürşid tavrıyla meseleyi ele aldığı için sorunların kökenine inmekte ve insanlara kalıcı ve doğru olan çözümler sunmaktadır.
Burada ‘günümüzden yedi asır önce yaşamış birinin söyledikleri bugüne dâir çözüm olur mu’ sorusunu sormak anlamlı değildir. Zîrâ dünyâda değişen bir şey yoktur. Bütün iyi ve kötü işlerin, eylemlerin aktörü her çağda insandır. İnsanın iyi veya kötü huy özelliği ise zamâna göre şekilde değişiklik gösterse bile özde aynıdır. Meselâ zâlim bir figür olarak Ebu Leheb, Ebu Cehil asırlar öncesi yaşamışlardır ama Arif Nihat’ın da dediği gibi ne Ebu Leheb ne de Ebu Cehil ölmemiştir. Onların zihniyetini taşıyanlar bugün de farklı isim ve kılıkla karşımızdadırlar. Diğer yandan zulmün panzehiri her zaman için adâlet, düşmanlığınki dostluk, bencilliğinki diğergamlık, cimriliğinki cömertlik, inkârınki îmandır. Yâni insan değişse bile iyilik ve kötülük yasasında bir değişiklik yoktur.
Kasım 2018, sayfa no: 28-29-30-31
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak