Ara

Yûnus Emre Şiirinde Salavât Kavramı

Yûnus Emre Şiirinde Salavât Kavramı

Ol âlem fahri Muhammed nebîler serveridür
Vir salavât ışkıla ol günâhlar eridür
Yûnus Emre(ks) 

1-

Sezai Karakoç, özgün bir çalışma ürünü olan Yûnus Emre kitabında onun dînî kavramları nasıl Türkçe ifâde ettiğine dâir örnekler de verir. Bunlardan birisi de “Adı Güzel kendi güzel Muhammed” mısrâıdır. Karakoç’a göre bu mısrâ “Salavât’ın bir nevi Türkçe karşılığıdır.” Yûnus Emre’nin bu tür kullanımlara neden başvurduğunu anlamak zor değildir. Zîrâ onun sevgi anlayışının merkezinde Yaratan ve O’nun yarattıkları vardır. Bunların başında ise “eşref-i mahlûkāt” (varlıkların en şereflisi), “fahr-i âlem” (Bütün âlemlerin övünç kaynağı) olarak bilinen Hz. Peygamber(sav) bulunmaktadır. Hz. Peygamber’e olan muhabbet ve hürmetin anahtar kavramı ise elbette salavâttır. 

Burada salavâtın mânâsına bakarak söyleyeceklerimize devâm edelim. Salavât, pek çok ifâde şekli olmakla berâber, en yaygın şekliyle “Allâh’ım! Efendimiz Hz. Muhammed’e ve O’nun soyundan gelenlere salât eyle, şeref ve kadrini yücelt” anlamına gelen “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed” şeklindeki duā cümlesidir. Demek ki Yûnus Emre bu, kısmen uzun sayılacak ve Arapça kelimelerden oluşan salavâtı, aktardığımız “Adı Güzel kendi güzel Muhammed” mısrâsı ile Türkçe’ye çevirmekte, böylece mânânın insanlar tarafından kolayca anlaşılmasını sağlamaktadır.

Bu, şunun için de önemlidir. Hz. Peygamber’e salavât getirmek “Allah ve melekleri şüphesiz peygambere salât ediyorlar. (O halde) ey îmân edenler siz de ona salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin” (Ahzab, 35/56) âyetinde de belirtildiği gibi Kur’ân’ın buyruğudur. Bu âyet dikkate alındığında Yûnus Emre’nin kısa ve özlü şekilde ifâde ettiği salavât kavramı, başka söyleyişlerle daha geniş bir anlama da kavuşur. Zîrâ salavât, yukarıda söylenilen duā cümlesinden ibârettir ama anlam dünyâsı bununla sınırlı değildir. Salavât, Hz. Peygamber ve soyundan gelenlere duā ifâdesiyle birlikte onu sevme, tanıma, bilme, yolundan yürüme eylemlerini de gerekli kılar. İşte Yûnus Emre, Hz. Peygamber’i konu aldığı hem müstakil şiirlerinde hem de diğer şiirlerinin içinde yer alan beyitlerde bize bir peygamber tasavvuru anlatır. Biz bu yazıda müstakil şiirlerinden biri üzerinde duracağız:

2-

Bu şiir, yazının başına da aldığımız “Ol âlem fahri Muhammed nebîler serveridür/Vir salavât ‘ışkıla ol günâhlar eridür” beytiyle başlamaktadır. Bu ifâde her şeyden önce Hz. Peygamber’in peygamberler arasındaki özel konumunu dile getirmektedir. Âlemin övüncü olan Hz. Peygamber, diğer bütün peygamberlerin serveridir. Zîrâ beden olarak en sonra gelmiş olmakla birlikte ruh olarak ilk yaratılandır. Allah, önce onu yaratmış, ardından bütün âlemi onun yüzü suyu hürmetine var etmiştir. Onun bu özel konumu dolayısıyla ona salavât getirmek gerekir. Bu emri yerine getiren kimseyi ise günahlarından dolayı af beklemektedir. Buna göre Hz. Peygamber’e aşk ile salavât getirmek bile tek başına bağışlanma sebebidir. Bu elbette onun ümmeti olma ve bu oluşun gereklerine göre yaşamayı gerektirir. 

İkinci beyit ise onun yaratılış şekline dâir bir açıklamadır. Buna göre Allah, onu üstün vasıflarından dolayı övüp yaratmıştır. Ona çok özel bir sıfat olan “Habîbim” kelimesiyle hitâb etmiştir. “Hak anı ögdi yaratdı sevdi Habîb'üm didi/Yir yüzinde cümle çiçek Mustafâ'nun teridür” beytinin ikinci mısrâı ise bir teşbihle bu değerin daha açık bir ifâdesini oluşturmaktadır. Her ne kadar “cümle çiçek” denilse de asıl olarak burada kastedilen çiçeklerin şâhı olan güldür. Gül, bu yüzden kültürümüzde Hz. Peygamber’i sembolize eder. O güzel kokusunu ise Hz. Peygamber’in terine borçludur. Yûnus Emre başka bir şiirinde “Gül Muhammed teridir” diyerek bunu daha açık şekilde ifâde eder. Şâir, burada vahdet anlayışı gereği bütün varlıkları bir mânâ içinde düşünmektedir. Onlar da Hz. Peygamber’in ümmetidir ve yaratılış hikmetlerine bağlı olarak ömür sürerler. Gül ise, bunların başında gelmektedir. 

3-

Üçüncü beyitte ise Mîraç hâdisesine telmih yapılarak Hz. Peygamber’in ümmetine olan muhabbeti ifâde edilmektedir. Öyle ki Mîraç’ta kendisine ne dilediği sorulduğunda “ümmetimi” demiştir. “Cebrâîl da'vet kılınca Mi'râc'a Muhammed'i/Mi'râc'ında diledüg ümmetinün varıdur” beyti bu yüzden Hz. Peygamberle ümmeti arasındaki münâsebetin ve hukûkun mâhiyetini dile getirmektedir. 

Bundan sonraki beyitte ise Hz. Peygamber’e bağlılığın, onun yolunda yolcu olmanın mükâfâtından söz edilmektedir. “Sen ana ümmet olıgör o seni mahrûm komaz/Her kim anun ümmetidür sekiz Cennet yiridür.” Eğer kişi onun ümmeti olma vasıflarına sâhip olarak bunun gereklerine göre bir hayat sürerse mükâfâtı sekiz cennet olacaktır. Bu sekiz cennet meselesi konu ile ilgili bir hadîs-i şerîf’e göndermedir. Ebu Hureyre rivâyeti olan bu hadîs-i şerîf’te: “Her amel sâhibi için ayrılan bir kapı vardır ki onu işleyen o kapıdan çağrılır.” denilmektedir. Bu kapılar Adn, Firdevs, Naîm, Hüsna, Dâr’üs-Selâm, Dâr’ul-Mukame, Dâr’ul-Huld, Cennet’ül-Me’vâ olarak isimlendirilir. Âyetlerde de buna dâir izahlar vardır. Meselâ bu son kapı için “Îmân edip güzel amel işleyenlere gelince onlar için Me’vâ cennetleri vardır.” (Secde, 32/19) denilmektedir. Buna göre bu adlandırmaları hem kapı hem de o kapının açıldığı cennet olarak anlamak gerekir.

Şüphesiz böyle bir nîmete ulaşmak kulluk gereklerini yerine getirmekle mümkündür. Yûnus Emre bir sonraki beyitte bu yüzden “Her kim anun sünnet ile farzını kāim tutar/Ne diyem ki âkıbet sorı-hisâbdan beridür” diyerek bu gerekliliğin farz ve sünnetlerin yerine getirilmesiyle mümkün olabileceğini ifâde eder. “Hesaptan berî” ifâdesini ise farz ve sünnetlere uygun yaşayanın sorgu vaktinde hesâbını kolayca vereceği şeklinde anlamak gerekir. 

Görüldüğü gibi karşımızda dîni, Allâh’a kulluğu, Allah ve peygamber sevgisini, Allâh’a kul, Resûlü’ne ümmet olabilmenin yollarını gösteren ve bunları şiir diliyle anlatan bir tebliğci şâir vardır. Böyle olması da tabiî bir durumdur. Zîrâ o bir Kur’ân ve İslâm şâiridir. Şiirinin temel kaynağı “Yûnus’un sözü şiirdir amma aslı kitaptan/Hadîs ile dinene key bilgil sādık olmak gerek” beytinde söylediği gibi Kur’ân ve sünnettir.

4-

Söz cennetten açılmışsa bu noktada cehenneme dâir de bir anlatım gerekmektedir. Hz. Peygamber’i sevmiş olmak nasıl âhirette kurtuluş sebebi ise cehennemden halâs olmak ve cennet nîmetleriyle nîmetlenmek ise ancak onun şefâati ile mümkündür. “Suçlu suçsuz günahkâr şefâ'at andan umar/Ol Cehennem'de yananlar münkirün inkârıdur.” Bu anlayışa göre herkes orada Hz. Peygamber’den şefâat ümit edecek, böyle bir beklenti içinde olacaktır. O da Allâh’ın izni ile şefâat edecek, böylece günâhı olanlara af kapısı açılacaktır. Lâkin inkârcılar için böyle bir durum söz konusu değildir. Onların yeri cehennem olacaktır. 

Yûnus Emre şiirin sonunda ise şunu söylemektedir: “Yûnus Emre’m iş bu sözi cân içinde söyledi/Söyleyen bî-çâre Yûnus Tapduk Emrem sırrıdur” Burada “can içinde söylemek” samîmiyeti ifâde etmektedir. Yāni söylenenler sâdece dilin söylediği değil, kalbin söyleyip dile aktardığı ifâdelerdir. Son mısrâda ise bu sözlerin Miskin Yûnus tarafından söylenildiği ve bu sırrın Tapduk Emre dergâhında öğrenildiği belirtilmektedir. Burada bir yanlış anlamaya sebep olmamak için günlük dilde pek de olumlu mânâsı olmayan miskin kelimesinin tasavvufta, dolayısıyla Yûnus Emre’de taşıdığı mânâyı da burada hatırlamak gerekiyor. Miskin burada “Allah karşısında aczini, yokluğunu bilen gönül eri, gerçek zenginin Allah olduğunu ve kendisinin O’na karşı mutlak ihtiyaç içinde bulunduğunu bilen kul, derviş” mânâsı taşımaktadır.

5-

Burada dergahlara dâir, modern algıdaki ezberleri bozan bir ifâde de vardır. Buna göre Tapduk dergâhı hem şerîat hem tasavvuf ilimlerinin öğretildiği, üstelik bu bilgilerin içselleştirilerek öğretildiği ve öğrenilenlere göre yaşanılan bir yerdir. Bu yerde öğretilenler de Yûnus Emre’nin ifâdesiyle Tapduk Emre’nin dervişlerine öğrettiği bilgilerdir. Onlar da bu sırrı yāni bu özel bilgileri insanlara tebliğ etmektedirler. Yine Yûnus Emre’nin tebliğ gezileri esnâsında söylediğini düşünebileceğimiz “Halka Tabduk mânisin saçtık elhamdülillah” ifâdesindeki mânâyı da bu şekilde düşünmek mümkündür. İşte bu büyük zâtların derdi yine Yûnus Emre’nin kelimeleriyle ifâde edecek olursak “dâvâ değil mânâ”dır. O mânâyı insanlara duyurmaktır. İşte bu yüzden Yûnus Emre’yi bu şiirinde de gördüğümüz gibi asıl olarak mürşid tarafıyla da tanımak, onu soyut bir sevgi şâiri olmanın ötesinde misyon sâhibi bir tebliğ ve telkin şâiri olan biri olarak görmek gerekmektedir.

Ocak 2025, sayfa no: 64-65-66-67

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak