“Niyâzî Mısrî, kendinden önce yetişen
şâirlerden en çok Yûnus Emre’nin tesiri altındadır.”
Hasan Kavruk
Yûnus Emre gerek kuşatıcı tasavvuf anlayışı gerekse müstesnâ şiiriyle hem tasavvuf mekteplerini hem de bütün tasavvuf hattâ bütün Türk şâirlerini derinden etkilemiş öncü bir sûfî şâirdir. O bu yönüyle âdetâ bir mektep kurmuş, sonraki şâirler de onu kendilerine bir pîr bilerek onun tarzında yâni “Yûnus dilinden” şiirler söylemişlerdir.
Bu durum, daha Yûnus Emre yaşarken başlamış ve sonraki asırlarda da devâm etmiştir. Bu tür sûfî şâirler arasında Said Emre’den Âşık Paşa’ya, Hacı Bayram Velî’den, Eşrefoğlu Rûmî’ye, İbrâhim Gülşenî’den Ümmi Sinan’a, Aziz Mahmud Hüdâî’ye kadar pek çok isim sayabiliriz. Fakat bunlar arasında öyle bir isim vardır ki o, âdetâ yaşadığı çağın Yûnus Emresi olmuştur. Bu isim, Halvetiyye’nin Mısriyye kolunun kurucusu Niyâzî Mısrî’dir.
Niyâzî Mısrî’nin Yûnus Emre’ye alâkası ve muhabbeti hemen bütün şiirlerinde görülür. Denilebilir ki Yûnus Dîvânı’ndaki şiirlerle Niyâzî Mısrî dîvânındaki şiirler hem form hem muhtevâ olarak hemen hemen aynı özellikleri taşırlar. İkisinde de temel düşünce vahdet-i vücûd düşüncesidir. Bu perspektiften Allah ve peygamber sevgisi, tasavvufun en girift meseleleri, tasavvuf yolunda kemâle erme yolları, varlık ve bilgi anlayışı gibi en temel konular/temalar işlenmiştir. Bu bakımdan Niyâzî Mısrî’yi kendi döneminde Yûnus fikriyâtını en iyi tarzda devâm ettiren, bu fikirleri yorumlayıp izah eden, böylece kendi şiirini ortaya koyarken Yûnus Emre şiirini de kendi çağında popüler hâle getiren, devâm ettiren bir isim olarak değerlendirmek gerekir.
Mısrî’den Yûnus Emre’ye nazireler
Nazire, bilindiği gibi “Sevilen şâirlerin şiirlerine başka şâirler tarafından vezin, kâfiye ve redifi aynı olmak şartıyla yazılan şiirler” demektir. Niyâzî Mısrî’nin Yûnus Emre muhabbeti işte bu noktada da görülür. O, Yûnus’un pek çok şiirine nazireler yazmış, böylece Yûnus’un kendisi için taşıdığı değeri bu yolla da ifâde etmiştir. Böylece Yûnus’un “Anca zâr eyler şol bülbül eyler/Anı ol eylemez illâ gül eyler” beytiyle başlayan şiiri Niyâzî-i Mısrî’de “Hakk’un kullarını bazı kul eyler/Anı kul eylemez illâ ol eyler” beytiyle başlayan şiirle nazire edilmiştir. Niyâzî Mısrî Dîvânı’nda buna benzer on civârında örnek görmek mümkündür. Bunlardan en meşhûru ise Yûnus Emre’nin “Benem ol ‘ışk bahrîsi denizler hayrân bana/Deryâ benüm katremdür zerreler ‘ummân bana” beytiyle başlayan şiirine yazdığı şu naziredir:
Bahr içinde katreyüm bahr oldu hayrân bana
Ferş içinde zerreyüm arş oldu seyrân bana
Dost göründü çün ayân kalmadı bir şey nihân
Tûfân olursa cihân bir katre tûfân bana
Sûrette nem var benim sîrettedir ma’denim
Kopsa kıyâmet bugün gelmez perîşân bana
Kâf‐ı dil Ankâsıyum sırrın âşinâsıyum
Endîşeler hâsıyum ad oldu insân bana
Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen,
Herkese çü can gerek Yûnus durur cân bana
Bu örneği tercîh etmemizin en önemli sebebi ise şiirin son beytinde Yûnus Emre’nin kendisi için ne mânâ ifâde ettiğini söylediği “Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen/Herkese çü can gerek Yûnus durur cân bana” ifâdeleridir. Buna göre Mısrî, kendi şiirlerini Yûnus dilinden söylenen şiirler olarak belirtmekte ve Yûnus’un kendisi için “can” hükmünde olduğunu söylemektedir.
Niyâzî’den Yûnus’a şerh
Arapça bir kelime olup “açma, yarma, genişletme, açıklama ve îzâh etme” gibi mânâlara gelen şerh konusu gerek fikir gerekse edebiyat hayâtımız açısından büyük bir önem taşır. Bu yolla pek çok eserin mânâ örtüsü kaldırılarak o metnin daha doğru anlaşılması sağlanmıştır. Şerhler daha çok mecaz ve sembollerin çokça kullanıldığı eserler için yapılır.
İşte bu tür eserlerden biri de Yûnus Emre’nin “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü/Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu” beytiyle başlayan ünlü şathiyesidir. Mâneviyat yoluna girmeye ve bâtınî ilimleri tahsîle tâlip olanları îkâz edici ve yol gösterici nitelikteki bu eser, Şeyhzâde Muslihüddîn Mehmet Efendi, İsmail Hakkı Bursevî, Şeyh Ali Nevmekânî, İbrahim Has ve son dönemde Şevket Turgut Çalpan tarafından şerh edilmiştir. İşte bu şârihlerden biri de Niyâzî Mısrî olmuştur. Onun şerhi Yûnus Emre’ye dâir şiir şerhleri arasında ayrı bir değere sâhiptir. Bu şerh “tamâmen tasavvufî bakış açısıyla” yapılmış, mutasavvıflar arasında çok ilgi görmüştür.
Niyâzî Mısrî’nin Yûnus şerhi bu örnekle de kalmamış aynı şekilde Âşık Yûnus’un: “Denize bir ip gerseler/Üstüne ip serseler/O ipi devşirseler/Ne hoş olur cumburdışı” dörtlüğüyle başlayan bir şiirine de benzer bir şerh yapmıştır. Bu şerhte de Âşık Yûnus’un sembolik dili çözümlenmiş ve şiirin mânâ dünyâsı âşikâr kılınmıştır.
Keşifle Bulunan Kabir
Niyâzî Mısrî ve Yûnus Emre münâsebetini, muhabbetini ortaya koyan bir önemli konu da Bursa’daki Âşık Yûnus’un kabrinin Niyâzî Mısrî tarafından mânevî bir keşifle ortaya çıkarılmasıdır. Hâdise özetle şöyle gelişmiştir: Niyâzî Mısrî’nin 76 yıllık ömrünün yaklaşık 15 yılı Bursa’da geçmiştir. Burada adına bir dergâh kurulmuş, o da gerek dergâhında gerekse dergâhın karşısında bulunan Ulu Câmi’de irşad görevi yapmıştır.
Niyâzî Mısrî’nin Bursa yıllarında sık sık ziyâret ettiği mekânların başında ise Bursa denildiğinde akla gelecek ilk mâneviyat sultânı olan Emir Sultan hazretlerinin kabrinin bulunduğu yer gelir. Bu yakınlık iki sûfînin mânâ dostluğu kadar, ikisinin de Halvetîlik yolunda olmalarıyla da ilgilidir. Emir Sultan Halvetiye’nin Nurbahşi kolundan bir mürşid, Niyâzî Mısrî ise Halvetîliğin Mısrıyye kolunun kurucu pîridir. İşte bu yakınlık bu ziyâretleri daha da önemli kılmaktadır.
Âşık Yûnus ise (ö.1439) Niyâzî-i Mısrî gibi Yûnus Emre yolunda şiirleri olan bir sûfîdir. Kaynaklara göre Emir Sultan’a intisaplıdır. Kabri ise Emir Sultan’a giden yol üzerinde bulunan Karamazak denilen aralıktadır. Fakat bu kabir zamanla yok olmuş olduğu için mezarın yeri tam olarak bilinmemektedir. Bilinen tek şey ise burada bulunan Abdürrezzak Efendi’nin kabridir. İşte Niyâzî-i Mısrî, buradan geçerken her seferinde Fâtiha okumaktadır. Yine bir gün Emir Sultan’a giderken Karamazak aralığına geldiğinde Fâtiha’yı okuduktan sonra “Yûnus’un kokusunu alıyorum” der. Dervişlerinin bu kokunun nereden geldiğini göstermesini istemeleri üzerine Abdürrezzak’ın mezarının alt tarafını işâret eder. Burayı kazdıklarında iki mezar daha ortaya çıkar. Niyâzî Mısrî “Hâzâ Kabr-i Yûnus ve hâzâ kabr-i Yûnus Emrem” şeklinde işâret ederek kabirlerin kimlere âit olduğunu söyler. İşte Âşık Yûnus’un kabri bu mânevî keşif üzerine ortaya çıkarılmıştır. Bu durum bu kabirlerden birinin Âşık Yûnus’un kabri olduğu, diğeri de târihi Yûnus’a âit bir makâmın bulunduğu sonucunu doğurmaktadır.
Yûnus Emre ile Niyâzî Mısrî arasında bir başka müşterek nokta da her ikisinin de şiirlerinin çok sayıda besteye konu olmasıdır. Niyâzî Mısrî de Yûnus gibi Türk dînî mûsikîsinin en önemli güfte kaynaklarından biri olmuş, şiirleri farklı makamlarda bestelenmiştir. Bunlar arasında en meşhurları “Ey garip bülbül diyârın kandedir”. “Tende canım canda cânânımdır Allah hû diyen”, “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” güfteleridir.
Sonuç olarak Niyâzî Mısrî, Yûnus Emre şiir mektebinin kendi dönemindeki en sâdık ve başarılı bir talebesi olan bir şâir olarak adı hep Yûnus Emre ile birlikte anılacak olan bir şahsiyettir.
Eylül 2024, sayfa no: 58-59-60-61
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak