Ufuk Peygamberi -sallallâhü aleyhi vesellem- ümmetini büyük hedeflere hazırlarken onlara büyük düşünmeyi öğretmiştir. Buna göre Müslüman büyük hedefleri olan, büyük düşünen ve bu büyük hedeflere ulaşabilmek için durup dinlenmeden çalışan kimsedir. Gerçek mü’min, hayra doyumsuz olan kimsedir. Nitekim Peygamberimiz meşhur bir hadislerinde şöyle buyurur: Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiğinizden sorumlusunuz.1 Hadîsin devâmında Efendimiz, devlet başkanı, evin reisi erkek, ev sâhibi kadın ve hizmetliyi örnek olarak verir ve bunların hepsinin ellerinin altında bulunan şeylerden sorumlu olduğunu bildirir. Yine bu meyanda şöyle buyurulur: Şüphesiz ki Yüce Allah, her çobana maiyyetini nerelerde beslediğinin, haklarını koruyup korumadığının hesâbını mutlakâ soracaktır.2
Evet, bu sayılanların hepsi yöneticidir ve elinin altındakinden sorumludur. Buna göre toplumda herkes bu örnek olarak sayılanlardan birinin içerisine girer. Yâni herkes, sâhip olduğu, kendisine emânet edilen şeylerden sorumludur. Örnekleri çoğaltabiliriz. Sözgelimi işveren, maiyyetindeki çalışanlarından sorumludur. Bir öğretmen, sınıfındaki öğrencilerden sorumludur. Bir imam, câmisindeki cemâatinden sorumludur. Bir âmir, maiyetindeki memurlardan sorumludur. Bir usta kalfa, çırak ve işçisinden sorumludur… Üç kişi olduğunuzda, birinizi başınıza yönetici seçin3buyuran Peygamberimiz, bir taraftan hazarda seferde Müslümanların başıboş bir hayat yaşamamalarını isterken, bir taraftan da üç kişilik küçük cemâatlere bile mesûliyet yükleyerek onlardan yönetici konumunda olanlara sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Bu yüzden hiç kimse, kendisini sorumluluktan uzak tutamaz. Sonuçta gidişattan hepimiz sorumluyuz. İçerisinde yaşadığımız şartları/gidişatı hak eden de biziz. Nitekim âyette, bir topluluk iyi hâlini/gidişatını değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nîmeti değiştirmeyecektir…4 buyrulmuştur.
Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Nasıl olursanız, öyle yönetilirsiniz. Tâbiûn büyüklerinden Hasenü’l-Basrî, bir adamın zâlim Haccac’a bedduâ ettiğini görünce onu şöyle uyarmıştır: Böyle yapma, zîrâ siz lâyık olduğunuz kişilerce yönetilirsiniz. Biz şundan korkuyoruz: Haccac azledilir yâhud ölürse, ondan sonra onun yerine maymunlar yâhud domuzların yönetici olarak gelmesinden endîşe ediyoruz. Unutmayınız ki amelleriniz, âmillerinizdir/yapıp ettiklerinize göre başınıza yöneticiler gelir.5
Yapıp Ettiklerimizden Sorumluyuz!
Çoğu zaman insanlar sorumluluktan kurtulmak için, gidişatın tüm mesuliyetini en üst düzey yöneticilere yükleyiverir. Onlar elbette sorumludur. Ancak bu, diğer insanların sorumlu olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Kur’ân’da Hz. Mûsâ peygamberin sapan kavminin kıssası anlatılırken bu husûsa dikkat çekilir. Şöyle ki:
Hz. Mûsâ, kavminin başına kardeşi Hz. Hârûn’u bırakarak Rabbiyle buluşmak üzere bir süre onlardan ayrı kalır. Kırk günlük bu süre içerisinde kavim, Sâmirî denilen bir saptırıcının saptırmasıyla buzağı heykeline tapınmaya başlar. Harûn aleyhisselâm bütün uğraşılarına rağmen buna engel olamaz. Dönüşte Hz. Mûsâ aleyhisselâm öfkeyle onları sorgulamaya başlar. Önce, Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?6 diyerek kavmini sorgular. Ardından, Ey Hârûn! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?7 diyerek ve hem de onun sakalından tutarak Hz. Harûn’u hesâba çeker. Sonra da Ey Sâmiri! Ya senin yaptığın nedir?8 diyerek saptırıcı Sâmirî’yi sorgular. Bu anlatıma göre ilim adamları şu önemli sonucu çıkarmışlardır:
Sapan bir toplumda, ilk sorumlu olan sapanların kendisidir. İkinci olarak onların başında bulunan yöneticidir. Son olarak sorumlu kişi de saptırıcıdır. Böyle bir durumda genellikle insanlar öncelikle saptırıcıyı suçlarlar, sonra yönetici konumunda olanları sorumlu tutarlar. Çoğu zaman asıl sapan olarak kendilerini sorumlu tutmak ve sorgulamak akıllarına gelmez. Bu durum, suçu başkasına atma kolaycılığının insandaki yansımasıdır. Halbuki bu yaklaşım, şeytânî bir özelliktir. Biliyoruz ki Yüce Allâh’ın secde emrini yerine getirmeyen İblis, Huzurdan kovulacağını anlayınca:Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenâlıkları onlara güzel göstereceğim; hâlis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım9 diyerek önce Cenâb-ı Hakkı suçlamış, ardından da Hz. Âdem’e suç atmaya kalkmış ve onu ve neslini saptıracağına yemin billah etmiştir: Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın.10 Halbuki işlediği cürümde Hz. Âdem’in hiç suçu yoktur. Zîrâ secde emrini veren Hz. Âdem değil, Yüce Allah’tır. Bu emri çiğneyip secdeden kaçınan da İblis’in kendisidir. Nitekim secde emrini alan melekler hemen secdeye kapanmışlardı. İblis de onlarla berâber secdeye varabilirdi. Ama o öyle yapmadı, kibirlendi, secdeden kaçındı, isyân etti, bütün bunların sorumluluğunu da Yüce Allâh’a ve Hz. Âdem’e atmaya kalkıştı. Sonuçta kaybedenlerden oldu, Huzurdan kovuldu, kıyâmete kadar da lânete müstahak oldu.
Bir süre sonra Hz. Âdem aleyhisselâm da eşiyle birlikte şeytânın fitlemesiyle yasağı çiğneyip cennetten kovulacağında aslâ şeytânı suçlamamışlar, doğrudan eşiyle birlikte kendi sorumluluklarını hatırlayarak Rablerinden aflarını dilemiş ve şöyle duâ etmişlerdir: Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz.11
Sonuçta İblis, isyanda ısrar ve sorumluluğu başkasına atma cezâsı olarak rahmetten kovulmuştur. Hz. Âdem ise bağışlanıp Peygamber olmuştur. İblis lânete, Âdem rahmete mazhar olmuştur.
Hesap gününde de sapanlar, kendilerini saptıranların yakasına yapışıp hesap sormaya çalışacaklardır. Bu durum da onların suçu başkalarına atma ve sorumluluktan kaçma girişimidir. Peki bu onlara bir fayda sağlayacak mıdır, elbette hayır. Konu âyetlerde şöyle anlatılır:
Hesap gününde hükmün aleyhlerine gerçekleştiği kimseler: «Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp Sana geldik, zâten aslında bize tapmıyorlardı» derler.12
O gün ilgililere şöyle emredilir: «Zulmedenleri, onlarla iş birliği edenleri ve Allâh’ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun.» Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır. Şöyle sorulur: «Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?» Hayır; bugün onların hepsi teslîm olmuşlardır. Birbirlerine dönüp soruyorlar. İleri gelenlerine: «Doğrusu siz bize sûret-i haktan görünürdünüz» derler. Onlar da şöyle derler: «Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz.» Bizim sizin üstünüzde bir nüfûzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz. Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. Şüphesiz azâbı tadacağız. Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık. O gün hepsi azapta birleşirler. Doğrusu suçlulara böyle yaparız.13
Yüzleri ateşte çevrildiği gün: «Keşke Allâh’a itâat etseydik, keşke Peygamber'e itâat etseydik!» derler. Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itâat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. «Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânete uğrat» derler.14
İnkâr edenler: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar» derler.15
Özetleyecek olursak, şu imtihân dünyâsında hepimiz yapıp ettiklerimizden sorumluyuz. Elbette sapanlar kadar saptıranlar da sorumludurlar. Kötü bir çığır açanlar bu çığırda kötülük işleyenler sebebiyle de sorumludurlar. Böylece kıyâmet günü kendi günahlarını tam olarak, bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarını kısmen yüklenirler. Dikkat edin, yüklendikleri yük ne kötüdür!16 Ancak bu durum, sapanları, yanlış yapanları sorumluluktan kurtarmayacaktır. Zîrâ bunca saptırıcı insan ve cin şeytanlarına rağmen istikāmet çizgisinde kalan insanlar her zaman var olmuştur ve olmaya da devâm edecektir. Bu ise, sapanların aleyhine bir delîl olacaktır. Çünkü Yüce Allah, akıl ve irâde verdiği kulunu sorumlu tutmuştur. Herkes kazancına bağlıdır.17 Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günâhını çekmez. Biz peygamber göndermedikçe kimseye azâb etmeyiz.18 Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan ancak çalıştığına erişir.19 O halde her insan önce kendi sorumluluğunu bilmeli ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışmalıdır. Bunun yanında başkalarının sorumluluğunu uhdelerine alanlar da bu sorumluklarının gereğini yerine getirmelidirler. Toplum Ömer-i Âdilleri hak etmeli. Ömer-i Âdilleri hak eden topluma Yüce Allah, sorumluluğunun bilincini taşıyan yöneticiler lütfedecektir.
Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ûl!
Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes’ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer’i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer kovulmada her mâtemin civârından!
Ömer halîfe iken başka kim çıkar mes’ûl?
Ömer ne yapsın; İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den…
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?20
Dipnotlar:
1 Buhârî, Müslim.
2 Nesâî.
3 Ebû Davûd.
4 8 Enfâl 53; 13 Ra’d 11.
5 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 165, II, 149.
6 20 Tâhâ 86.
7 20 Tâhâ 92-93.
8 20 Tahâ 95.
9 15 Hıcr 39.
10 7 A’râf 16.
11 7 A’râf 23.
12 26 Kasas 63.
13 37 Sâffât 22-34.
14 33 Ahzâb 66-68.
15 41 Fussılet 29.
16 16 Nahl 25.
17 52 Tûr 21, 74 Müddessir 38.
18 17 İsrâ 15.
19 53 Necm 38-39.
20 Mehmet Âkif Ersoy, Safahât, Kocakarı İle Ömer.
Mayıs 2021, sayfa no: 12-13-14-15
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak