Ara

Yitirilen Kanâat Duygusu

Yitirilen Kanâat Duygusu

Kanâat duygusu, yitirilmesi değil kazanılması gereken en güzel haslettir. Kanâat duygusu insanı her türlü bağımlılıktan kurtaran bir hazînedir. Kanâatle insan müstağnî davranmayı öğrenir, kalbini her türlü kayıtlardan ve arzulardan soyutlamış olur. Kanâat ehli kalplerini Allah dışındaki bütün meşgûliyetlerden boşaltır. Başkalarının değil Allâh’ın tercîh ettiği insan olmaya özen gösterir. 

O halde kanâat nedir? Kanâati nasıl anlamalıyız? Kanâat kelimesi sözlükte; kişinin kısmetine râzı olması, tutumlu olması, gönlünü zenginleştirmesi, tok gözlü olması, hırstan ve açgözlü bir şekilde davranmaktan kaçınması gibi anlamlara gelmektedir. Necmüddîn-i Kübrâ’ya (ö. 618/1221) göre kanâat; yaşamak için zarûrî olan ihtiyaçların dışında kalan bütün isteklerden uzak durmak, yeme içme ve oturulan ev konusunda isrâfa gitmemek; özellikle yemeği asgarî sınıra indirgemektir. Müslüman düşünürler kanâat konusundaki temel ölçütlerini şu şekilde sıralamışlardır: 

  1. İhtiyaçlarımızı asgarîye indirebilmek,
  2. Kaybedilen nîmetlere rağbet etmeyi bırakmak, elimizde olanlarla yetinmek, elde edilemeyen şeylere tamah etmemek,
  3. Hayâtımız boyunca, gereksiz olan fuzûlî şeylerden, lüks ve israftan kaçınmak, takdîr edilen rızkımıza rızā göstermek,
  4. Yaşamak için zorunlu olan ihtiyaçlar dışında kalan tüm nefsânî ve hayvânî arzulardan uzak durmak,
  5. Yeme içme, giyim kuşam, takı ve ziynet eşyâları gibi tüketim sahasında aşırıya kaçmamak,
  6. Başkalarının elindekilere heveslenmemek, kimsenin eline avucuna bakmamak, kimseye minnet etmemek,
  7. Sâhip olduğumuz nîmetlerden başkalarının da faydalanmasını sağlamak, elimizdeki nîmetleri infâk edebilmek,
  8. Nefsimizi azla yetinmeye alıştırmak, nefsimizin arzularını ihtiyaçlarımızla sınırlamak, ihtiyaçtan fazlasına tamah etmesine fırsat vermemek,
  9. İhtirâsın kurbânı olmamak. 

Kur’ân-ı Kerîm’de dünyâya ve dünyevî nîmetlere karşı aşırı düşkünlük birçok âyette yerilmiştir. Sâlih amel işleyen mü’min erkek ve kadınlara âyetlerde vaad edilen “güzel hayat”ı1 müfessirler kanâat olarak tefsîr etmişlerdir. Benzer bir şekilde Haris el-Muhâsibî de kanâati “en güzel geçim” olarak târif etmiştir. Hadîs-i şerîflerde kanâat; iffet, tok gözlülük, gönül zenginliği,2 şükrün en ileri noktası ve tükenmeyen servet olarak târif edilmiştir. 

Sûfîler kanâati başta gelen tasavvufî makamlardan biri olarak görmüşlerdir. Kimi sûfîler kanâati rızā makāmına ermenin ilk merhalesi olarak değerlendirirken, kimi sûfîler de rızā makāmına nâil olanların ulaştığı bir mertebe olarak değerlendirmişlerdir.

Kanâatin ele geçen az nîmetle yetinmesini bilmek olduğunu söylerken, bunun çalışmaktan uzak durmak anlamına gelmediğini özellikle vurgulamamız gerekmektedir. Ele geçen nîmetlerle yetinmek, kendi imkânlarımıza sâhip çıkmak ve başkalarının mallarına göz dikmemek anlamına gelmektedir. Başkalarının malına göz dikmediği ve dünyâya tamah etmediği sürece kişinin geçimini sağlamak için helâl yoldan çalışıp çabalaması kanâate engel değildir. Kişinin rızkının peşinde koşmaması, atâlete bürünmesi, çalışıp kazanmaktan uzak durması son derece yersiz bir durumdur. Hacca gidebilmek, zekât verebilmek, kurban kesebilmek, infâk edebilmek, güçlü mü’min olabilmek için kişinin çalışıp kazanması elzemdir. Rabbimiz bize ancak çalıştığımızın karşılığını bulacağımızı haber vermekte,3 Peygamber Efendimiz de elimizin emeğinden daha hayırlı bir rızık yiyemeyeceğimizi bildirmektedir.4  Ele geçen az nîmete kanâat etmek yegâne mutluluk sebebidir. Fakat bu durum aslâ çalışmamaya dâvetiye çıkarmamaktadır.  

Tasavvufta kişinin halvet, uzlet, riyâzet, tefekkür ve nâfilelerle meşgûl olması son derece önemlidir. Ancak uzlete çekileceğim diye başkalarına yük olması son derece yanlış ve sakat bir durumdur. Allâh’ın nîmetlerinden el etek çekmek ve ilâhî nîmetleri kullanmaktan sakınmak uygun olmadığı gibi Allâh’ın lütfu olan nîmetlere sâhip olmak da kanâate engel teşkîl etmez. Peygamber Efendimiz (sav) iki günü birbirine eşit olan kişinin aldandığına dikkatimizi çekmiştir. İslâm’da çalışmak, üretmek, el emeği, alın teri, göz nûru, helâl kazanç, üretici olmak ve güçlü olmak istenilen ve teşvîk edilen temel hasletlerdir. Nefsinin isteklerini sınırlamak, hevâ ve heveslerini dizginlemek, bayağı ve sakat duyguların esîri olmamak esastır. Bir lokma bir hırka anlayışlarıyla sûfîler tüketim çılgını olmaktan kurtulmaya özen göstermişlerdir. Helâl yoldan kazandıktan sonra kişi bin lokma da bin hırka da kazanabilir. Helâl kazanç edinmenin bir sınırı yoktur. Kişinin ihtiyâcı bir lokma ve bir hırka ise bu kazandıklarından ancak bir lokma ve bir hırkasını kullanmalıdır. Dolayısıyla bir lokma bir hırka prensibi üretimin değil tüketimin temel ölçütüdür. Tasavvufta dervişin bencil, menfaatperest, ihtiraslı, müsrif, doyumsuz ve obur olması aslâ düşünülemez. Helâl yoldan çok çalışıp çok kazanmak ama kazandıklarımızdan fakir ve yoksulları, eş ve dostları, ihtiyaç sâhiplerini ve garipleri görüp gözetmek, yedirip içirmek, ikrâm edip onlara da infâk etmek esastır.

Sa‘d b. Ebî Vakkâs (ra) bir şey talep edeceğimiz zaman kanâat ile talep etmemizi tavsiye etmekte, kanâatten yoksun olduğumuzda hiçbir malın bizi zengin edemeyeceğine dikkatimizi çekmektedir. Allah Teālâ’nın kullarına verdiği bağışların en büyüğü kanâat hazînesidir. Kanâatin semeresi huzûra ermektir. Kadere rızā gösterip Allâh’ın takdîr ettiği kısmete güvenmekten daha huzur verici bir şey yoktur.

Zâhidler, zühdlerini hakkıyla gerçekleştirebilmek için öncelikle kanâat hasletine tam mânâsıyla sâhip olmayı gerekli görmüşlerdir. Zühdü şiâr edinen, seküler zihniyetten kaçınan, madde esâretinden kurtulan, sâhip olduklarıyla avunmaktan kaçınmaya çalışan zâhidler mahrum kaldıkları birtakım rahat ve konforlu yaşamdan dolayı bir kaygı taşımamışlar, elindekilerle yetinmeyi bahtiyarlık olarak görmüşlerdir. Bu gerçekten hareketle sûfîler kanâati; alıştığı şeylerin yokluğu esnâsında nefsin sükûnet içinde bulunması olarak târif etmiştir. Hattâ sûfîler kanâati, zühd ve tasavvuf yolunda ilerleyebilmenin zorunlu şartlarından biri olarak görmüşlerdir. Öyle ki Fudayl b. Iyâz (ö. 187/802) zühdü, kanâatin bizâtihî kendisi olarak değerlendirirken, Zünnûn-i Mısrî (ö. 245/859) takdîr edilen rızka kanâat etmeyi, sûfîliğin sıhhatinin bir alâmeti saymıştır. Sûfîler kanâatten yoksun olmayı ölü mesâbesinde bulunmakla eşdeğer kabûl etmişlerdir. 

Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 378/988) kanâati, sûfîleri diğer zümrelerden ayıran en belirgin vasıflardan biri olarak değerlendirmektedir. Sûfîler nazarında kanâat, sâdece uhrevî saâdet için değil, dünyâ saâdeti için de gerekli bir haslettir. Bu gerçeğe dâir Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 261/875), bütün dünyâ sebeplerini toplayıp kanâat ipine bağlayıp doğruluk mancınığına koyduğunu, onları ümitsizlik denizine atıp rahatladığını söylemektedir.

İslâm düşünürleri kanâatin üç derecesinden bahsetmektedirler. Kanâatin birinci ve en üst derecesi dünyevî nîmetlerden hayâtı sürdürmeye yetecek miktarla iktifâ edip başka bir şey talep etmemek; ikincisi dünyevî nîmetlerin kullanılıp değerlendirilebilecek kadarına sâhip olup bunun dışındaki fuzûlî şeylere ilgisiz kalmak; üçüncüsü ise elde edilebilecek olanları isteyip zorlukla kazanılan şeylerin ardından koşmamaktır. Muhâsibî’ye göre ise kanâatin iki derecesi vardır. Birincisi imkân genişliği olmakla berâber nîmetlerin fazla olanlarını terk etmek, ikinci ve en ağır derecesi ise sebeplerin bulunmaması hâlinde rızıklara karşı kendini müstağnî hissetmektir.

Necmeddîn Kübrâ’nın beyânıyla dile getirecek olursak kanâat; yaşamak için zarûrî olan ihtiyaçların dışında kalan bütün nefsânî arzu ve hayvânî isteklerden ölü bir kimsenin uzak kaldığı gibi uzak durmak, yeme içme ve mesken konusunda isrâfa kaçmamaktır. Dervişlerin hazları, hevesleri ve arzuları peşine düşüp açgözlülük yapmaları kendi kendilerini helâk etmeleri anlamına gelmektedir. Kanâatin gerçekleşebilmesi için kişinin tam anlamıyla tevekkül ehli olması gerekmektedir. Kanâat var olanla yetinmektir. Gerçek varlık ise sâdece Allah’tır. O halde kanâat ehli her şeyi O’ndan talep etmelidir ve O’nun verdiğiyle de yetinmelidir.

Ahmed-i Câmî’ye (ö. 535/1140) göre kanâat, az olan dünyâ malına ve mülküne karşı memnûn olmaktır. Kim az bir dünyâ malına ve mülküne kanâat ederse, Cenâb-ı Hak ona altı şeyi ikrâm eder:

  1. Herkes dünyâ malını, mülkünü, maîşetini çok arzu ederken, kanâat sâhibi dünyâ malı ve mülkünü düşün­meden gönül rahatlığı ile tevekkül eder.
  2. Halk kazâ, belâ ve sıkıntı endîşesi ile yaşarken kanâatkâr, gönül rahatlığı içinde yaşar.
  3. Herkes hırs ile dünyâ malını isteyip sıkıntılar içinde yaşarken, kanâat sâhibi kanâat ile rahat bir şekilde hayâtını idâme eder.
  4. Herkes çok mal mülk toplama sıkıntısı içinde iken, kanâatkâr bunlardan uzak rahat bir hayat sürdürür.
  5. Herkesin arzu ettiği hayat Cenâb-ı Hak tarafından kanâat sâhibine verilir. Allah Teālâ şöyle buyurur: “Er­kek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”5 İbn-i Kesîr’in (ö. 774/1373) güzel hayâtı kanâat olarak değerlendirmesi gibi Ahmed-i Câmî de bu âyet-i kerîme için: “Dünyâda güzel hayat kanâattir ve Allah bu dünyâda kanâat sâhi­bine iyi bir maîşet ve itāat verir.” değerlendirmesinde bulunmaktadır.
  6. Cenâb-ı Hak herkese âhirette cenneti verirken, kanâatkâra bu dünyâda cennet hayâtı yaşatır ve öteki dünyâda da onu cennet ile mükâfatlandırır. Allah Teālâ şöyle buyurur: “Rabbinin huzûrunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.”6 Câmî, bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken: “Kanâat sâhiplerine cennetlerden birisi bu dünyâda, diğeri âhirette verilir. Zîrâ kanâat sâhibinin gönlü bütün bağ ve bahçelerden daha hoştur.” der.

Dipnotlar:

1 Nahl 16/97.

2 Ahmed b. Hanbel, Müsnedü’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, thk. Şuʿayb el-Arnavut vd., Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2001, 12/516, hadis no. 7555; Buhârî, Rekâik, 15; Müslim, Zekât, 120.

3 Necm 53/39.

4 Buhârî, Büyû’, 15; Ebû Dâvûd, Büyû‘, 79; Nesâî, Büyû‘, 1.

5 Nahl 16/97.

6 Rahmân 55/46.

Kasım 2025, sayfa no: 10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak