Genel olarak kıyâmet kadınlarıyla karşı karşıyayız. Lâkin kıyâmet kadınlarının yanında kıyâmet erkekleri, onların yanında dînî alanda da fetvâ anarşisi, ibâhiye müftüleri ve baltacı müftüler de var. Muzaffer Ozak’ın Amerikalı dervişlerinden Shems Friedlander’in Kış Hasadı adlı kitabını okuyunca eşiyle birlikte Mısır ziyâreti sırasında Ali Cuma ile buluştuklarını öğrendim. Ali Cuma küresel anlamda bilinen sûfî şahsiyetlerden birisi. Ali Cuma birçok Ezherli gibi ehli tarîkat. Caferiye tarîkatine müntesib bulunuyor. Bununla birlikte dalgalı siyâsî tutumlarına bir de dalgalı fetvâları eşlik etmektedir. Mısır’da yayın yapan CBC Kanalında ‘Allâhu A’lem’ programının dâimî konuğu olan eski Mısır Müftüsü Ali Cuma burada yaptığı son konuşmalarından birinde açık kadına bakmanın günah olmayacağını ileri sürmüştür1. Ona göre ihticâb etmeyen yâni örtünmeyen kadın kem nazarlara dâvetiye çıkarmıştır. Bununla birlikte sonra toparlar gibi yaparak insanın fikrini bununla meşgûl etmesinin günah olacağını söylemiştir. Zihnî odaklanmanın günah olacağına hükmetmiştir. Bakma odaklı durumdan sonra zihnî odaklanma tabiidir. Negatif görüntüyü zihinden silmek, çıkarmak kolay mıdır? Bu, ‘içki iç ama sarhoş olma’ demek gibi bir şeydir. Başka bir konuşmasında ise dinde zorlama olmadığını ifâde ederek çevresinde bulunan kadınları örtünmeye dâvet etmediğini ancak onların kendilerinin örtünmeyi tercih ettiklerini söylemiştir. Hâlbuki çocuklara namazı emretmek gibi âile içinde tesettüre teşvik etmek de ebeveynin görevleri arasındadır. Bu hususta dikkatli, sistematik ve sabırlı olmak tavsiye edilmiştir.
Ali Cuma âdetâ ‘kadın onurunu ayaklar altına almışsa, mübtezel hâlde bulunuyorsa gam değil bir tokat da siz vurun’ mealinde sözler söylüyor. Bu hâlde başkalarının nazarlarına müstehaktır, bunu hak ediyor anlamına gelecek ifâdeler kullanıyor. Elbette bu şer’î bir bakış açısı olamaz. Belki de Ali Cuma’nın söylediği bir Arap şâirin kastettiği meseledir. Kim kendini aşağılanmaya alıştırırsa öyle gider. Bununla birlikte burada şefkat gözü değil şehvet gözünün ağır bastığını görebiliyoruz. Hâlbuki sûfî kendinden ziyâde belki de başkaları için yaşayan kişidir. Dolayısıyla açık kadınlara metâ gözüyle değil işlenmemiş cevher gözüyle bakmak evlâdır. Yoksa bu hususta daha da ileri giden ve açık gezenleri câriye sıfatıyla görenler de vardır. Bu insânî olmadığı gibi şer’î de değildir. Kasıt taşımayan göz temâsı kaçınılmazdır ve odaklanma olmadıkça insan bundan sorumlu değildir. Peygamberimiz (sav) bu anlamda Hazreti Ali’ye ‘en nazretü’l ula lek vessaniye aleyke/ birinci bakış lehine, ikincisi aleyhine’ buyurmuştur. Birinci bakış kasıtsız ve gayri ihtiyârîdir. İkincisi ise odaklanmadır ve sorumluluk getirir. Şeytânın oklarından bir oktur. İnsanın kalbine ve gönlüne saplanır. Tezkiye olmadan gönülden çıkarmak zordur. Bununla birlikte burada odaklanmada erkekliğin sorumluluğu inkâr edilemese de kadının daha büyük sorumluluğu vardır. Süreci başlatan taraftır. Günah kollektif ve interaktiftir. Zîrâ televizyon kanallarında bile anlık görüntüler zihne kazınmakta ve virüs gibi nefsi kurcalamaktadır. Bunlar nefsin virüsleridir. Kadınlar görüntüleriyle birlikte erkekte odaklanma arzusu uyandırmamalıdırlar.
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde iki çeşit cehennemlik zümreyi (hâl-i hayâtında) göremeyeceğini ifâde etmiştir. “Birinci topluluğun elinde inek kuyruğu gibi kamçılar vardır ve bunlarla insanlara vururlar. İkinci zümre ise kapalı açıklardır. Meylederler ve meylettirirler. Başları ise sarkık deve hörgücü gibidir. Ne cennete girerler ne de onun kokusunu duyarlar. Hâlbuki cennetin kokusu şu kadar yoldan bile duyulur.” Bu hadiste meylederler (mailat) ve meylettirirler (mümilat) ifâdesi çok önemlidir. Zîrâ açıklıkla birlikte erkeklere meyletme, meylettirmeyi de berâberinde getiriyor. Câzibedarlıklarıyla birlikte erkeklerin dikkatini çekiyorlar ve içine bir nazar virüsü atıyorlar. Akıllarını başlarından alıyor ve bu suretle içgüdülerinin esîri hâline getiriyorlar. Bundan dolayı hayâtın inceliklerle bezeli olduğu dönemlerde şarkı ve türkülerimizde bile ‘yüzünde göz izi var yârim’ şeklinde ince mahremiyete atıfta bulunan ifâdeler yer almıştır. Demek ki işkenceci ve zâlim idâreciler cehennemlik ilk zümreyi, meylettiren kadınlar da ikinci zümreyi temsil ederler. Kapalı açıklık, giyilen elbisenin şeffaf veya dar olması ve deriyi, vücûdu tasvir ve belli etmesidir2. Demek ki kadınlar câzibedar yerlerini (mefatin) kapatmakla mükelleftirler. Buna mukâbil erkeklerin de bakışlarıyla kadınlara odaklanmamaları gerekir. ‘La darara vela dirar’ hadîsi kötülüğe kötülükle mukâbeleyi menetmektedir. Öyleyse açıklık, nazarı ve mahrem bakışı celbetmez. Erkekler ve kadınlar gaddı basar yâni gözlerine mukayyet olmakla mükelleftirler. Ahlâk bunu âmirdir.
Bununla birlikte âhir zamanda doğru ve sâdık tekzîb edileceği gibi kâzib ve yalancı da tasdîk edilecektir. Haddaat yâni aldatıcı yıllarda sosyal durum bu minvaldedir. Birleşik kaplar teorisinde olduğu gibi her şeyimiz tashihe muhtaç hâle gelmiştir. Topluca fıtrata yeniden dönmeliyiz.
Bu nedenle de kötü örneklere kıymet veriliyor ama iyi örneklere kıymet verilmiyor. Âdetâ onlar gurebâ olarak çevrelerinden ve toplumdan dışlanıyorlar. İkinci Abdulhamid Hân’a Meclis-i Mebusan’da hâl edilmesi celsesinde tek bir Rum’un müzâhir olması, arka çıkması örneğindeki gibi Ali Cuma’nın bu âhenksiz ve şerîat ve tarîkat ahvâlinden uzak konuşmasına en çarpıcı bir cevap bir Kıptî avukat hanımdan gelmiştir. Vasat Partisi mensûbu Neven (Nevin) Melek adlı hanım facebook hesabından Ali Cuma’ya gönderme yapmış ve Mısır’da dinsizlik (ilhâd) ve ibâhiye ve kadınlara sataşma, tâciz vakalarının tavan yaptığı bir sırada böyle bir fetvânın son derece tâlihsiz olduğuna dikkat çekmiştir3. Bu fetvâ, ahlâkı ayaklar altına alan bir fetvâdır. İbâhiye ve hedonizme bir çağrıdır. Bunun yerine kadınlara kapanmayı tavsiye etmesi gerekirken kadınlara örtünme tâlimâtı vermediğini de söyleyerek de üstelik kabahatine tüy dikmiştir. Bugün Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde ilhâd/dinsizlik akımlarının yanında bir de kadınlara sataşma, tâciz vakalarına sık rastlanmaktadır. Bu da içtimâî ve ahlâkî kuralların çöküşünün bir sonucudur. Ahlâk kalmayınca insânî ilişkiler dibe vurmuştur.
Bu noktada kötü örnekler kıymete binmektedir. Sözgelimi Port Said Vâlisi çalışmaya teşvik bâbından bir dansöze İlin Zırhı ödülünü vermiştir. Şeyma El Hac ismindeki dansöze bu ödülün verilmesi şaşkınlık meydana getirmiştir. Hâlbuki bu tür kadınlar çalışmaya teşvik mi ediyorlar yoksa köstek mi oluyorlar? Zîrâ Mısır, Özallı yıllarda özel kanalların açıldığı sırada iş kaybından dolayı Türk kanallarını suçluyordu. Türk makamlarına durumu şikâyet ediyordu. 1993 yılı ve sonrasında Mısırlı balıkçılar dilini bilmedikleri Türk kanallarının müdâvimi, tiryâkisi olmuşlar ve akşamlarını bu kanallarla öldürürken sabahları iş kaybına sebep olmuşlardır. Mübarek döneminde şikâyet konusu olan husûsu bizzat şimdi Mısır vâlileri icrâ ediyor. Port Said Valisi Tuğgeneral Mecdi Nasreddin gâliba bu hususta üstlerini taklit ediyor. Üstlerinden maksat da darbe lideri Abdulfettah Sisi’dir. 2014 yılı ödüllerinde yılın annesi ödülünü örnek anne olmasından dolayı dansöz Fifi Abduh’a tevcih etmiştir. İmam yellenirse cemaat ne yapmaz! Denildiği gibi Port Said valisinin ve Sisi’nin dansözleri ödüllendirmesi sözün bittiği yer olmalı. Mısır, Sisi öneminde skandallar dizisi yaşıyor. Sisi döneminde ihdâs edilen ‘Örnek Firavun Köyü’nde yapılan müzede öncü kadınların mumyaları sergileniyor. Bunlar arasında İsrail kadın Başbakanı Golda Meir de bulunuyor. Tepkiler üzerine mumyası çekilse de bu zihniyet Mısır’da hâlâ yaşıyor, ötesinde siyâsî ve sosyal hayâta yön veriyor.
Yılın Kadınlarına Mukâbil Dehrin/Asrın Kadınları
Bu lümpen takımına karşı anaların anası veya dehrin analarından da bahsetmeliyiz. Son sıralarda Mısır hapishâneleri tıbbî ihmâl ve hattâ gıdâ ihmâli sebebiyle ölümlere sahne oluyor. İsam Aryan bunu açıkça dile getirdi. 3 Temmuz 2013 târihinden itibâren Mısır hapishâneleri doldu taştı. 100 bin kişi aranırken 50 bin kişi de demir parmaklıklar arkasında ölüm kalım mücâdelesi veriyor. Cemaat-ı İslâmî’nin târihî liderlerinden ve geçmişte hapishânede müracaat yâni gözden geçirme faaliyetlerinde bulunan İsam Dirbale bulunduğu hapishâne şartlarından dolayı vefât etmiştir. İslâmcılar geçmişe dönük olarak yaptıklarını gözden geçiriyorlar ama devlet yaptıklarını gözden geçirmiyor. Tüy dikiyor. Bu durumda İslâmcıların kendilerini gözden geçirmeleri eksik, yarım ve sarkık kalmaktadır. Şiddet konusunda uslananlar bu defa da devlet şiddetine mâruz kalıyorlar. Tek suçları dindar olmaları ve siyâsî sürece meşrû dâirede katılmalarıdır.
Hapishâne şartlarında vefât edenlerden birisi de Sedat, Mübarek dönemlerinin tamâmını neredeyse hapishânelerde geçiren en kıdemli mahpus sıfatı taşıyan Nebil el Mağribi’dir. Sisi darbesinden sonra tekrar kürkçü dükkânına yâni hapse geri dönmüş ve orada da vefât etmiştir. Mandela yanında halt etmiş. Tam 33 yıl ve bütün devirlerde hapse girmiş bir kişiden söz ediyoruz. Mütemâdiyen hayâtının 33 yılını demir parmaklıklar arkasında geçiren Nebil el Mağribi Medrese-i Yusûfîyeden âhirete yolcu edilmiştir. Âl-i Yâsir gibi çağımızın kahraman âilelerindendir. Asıl değinmek istediğim Nebil el Mağribi’den ziyâde vefâkâr ve cefâkâr eşi Ümmü Muhammed. Ümmü Muhammed çektiği çileler ve eşine olan sadâkat ve vefâsıyla çağımıza vefâ dersi veriyor. Nebil el Mağribi Mandela ile mukâyese edilemeyeceği gibi sadâkat ve iffet timsâli eşi Ümmü Muhammed de bayan Mandela ile kıyas kabûl etmez. Evlenmelerinden iki yıl sonra eşi Nebil el Mağribi hapse giriyor ve en kıdemli mahkûm sıfatıyla 33 yılını demir parmaklıklar arasında geçiriyor. Eşinin haklarını düşünen Nebil el Mağribi Ümmü Muhammed’den kendisinden boşanmasını ricâ ediyor. Lâkin Ümmü Muhammed sadâkatte ısrar ile birlikte asra ve yılın kadınlarına insanlık dersi veriyor. Eşinden boşanmayı kabûl etmiyor. İşte darbe sonrası yeniden girdiği hapishânede son nefesini veren en kıdemli Mısırlı mahkûm Nebil el Arabi, sadâkat timsâli eşi Ümmü Muhammed’e sabrından ve çileye tahammülü, metânet ve vefâsından dolayı şükranlarını arz ederek son nefesini veriyor4. Allah herkese böyle eşler nasîb etsin. Bir yastıkta kocamasalar bile sadâkat bağlarıyla birbirine bağlı kalsınlar. Demek ki Vefâ sâdece bir semtten ibâret değil. Ümmü Muhammed gibi canlı şâhitleri de var.
Şimdi gençlerin kazanma yolunda ve uğrunda kaybettikleri, kazandıklarının çok fevkinde. Biz kazanma yolunda kaybettiklerimizi kurtarabilsek ve geri alabilsek saadet kapısını yeniden keşfedebiliriz. Biz insanlığımızı kaybettik, onu bulursak herşeyi yeniden kazanabiliriz. Durum Ataullah İskenderi’nin özetlediği gibidir:
Seni bulan ne kaybetti, Seni kaybeden ne buldu?
Dipnotlar:
1 http://www.dostor.org/873376
2 Ed Dürer el Mübaha fi’l Hazri Ve’l İbaha, Hâlil Abdulkadir Şeybani eş şehir binnahlavi, Daru İbni Hazm, s: 309
3 http://İslâmmemo.cc/akhbar/locals-egypt/2015/08/16/259165.html
4 Eş Şa’b el Cedid, 13/06/3015
Eylül 2015
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak