Ara

Yeniden Doğuşumuzun İnşâsı

Yeniden Doğuşumuzun İnşâsı

İçinde yaşadığımız bu günlerde Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allâh'a muhtaçlığımız zirveye ulaşmıştır. Yeryüzüne felâketler yağmaktadır. Adâletsizlik zirveye ulaşmıştır. Sürekli kıyâmet alâmetlerinin görüldüğüne şâhit olmaktayız. Târih bir arınma sürecine başladı. Bir uyanış tezâhür ediyor, mânevî bir dirilme gerçekleşiyor. Dünya sahnesindeki olaylar mânâlara gebe. Rabb'ül-âlemin insanlara kurbiyetini öğretiyor.

Recep ayı Allâh'ın ayıdır. Yüce Allah kendi ayını hadîs-i kudsî ile şöyle açıklıyor: “Gizli bir hazîneydim ve bilinmeyi murâd ettim, bunun için de mahlûkâtı yarattım.” Recep ayı vâsıtasıyla; bilinmeyi murâd eden, yarattıklarını çokça seven ve yarattığı kulların O’nun bilincine ermesini arzu eden, Cenâb-ı Rabbû'l-Âlemîn’in varlığının arzusuna mazhar olmaktayız. 2023 yılında 6 Şubat’ta Recep ayının tam ortasında Cenâb-ı Hakk’ın deprem fâciâsı tecellî etti. Erham'ür-Râhimîn olan Rabbimiz, Zü’l-celâl ve’l-ikrâm ismi ile, Celâl ve Kemâl ismi ile, Mâlik-i yevmi'd-dîn ismi ile tecellî etti. Deprem vâsıtasıyla Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn gizli hazînelerinin ulvî mânâlarını idrâkimize açtı ve bu kudsî hadis gerçekleşmiş oldu.

Allah, yaratılış mucizesi olarak insanoğlunu fıtrat üzere yaratmaktadır. Fıtrat hakîkatin toprağıdır. Dünyadaki bütün topraklar biraraya gelse bu sırrı yetiştiremez. Modern toplumlardaki müslümanlar kendilerini fıtrattan öylesine uzaklaştırmışlardı ki, kendi varlıklarını inkâr ederek, kendilerine karşı yabancılaşma noktasına gelmişlerdi. Yüzbinlerce kilometre toprak üzerine kurulan yaşamların sanki hiç yaşanmamış gibi bir depremde dümdüz olabileceğine şâhitlik ettik. İhtidâ, Allâh'ın yüreğimizde var olan sevgisinin yeniden canlanması anlamına gelir. Depremde hepimiz ihtidâettik, Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allâh'a sığındık. Gaflet uykusundan uyandık ve ilâhî idrâkimiz açıldı. Böylece gerçeği bütün şeffaflığıyla görmüş olduk. 

İlâhî hakîkat pencereleri, ilâhî rahmet sarayının kapısı ancak dünya kanallarımızı kapattığımızda bizlere açılacaktır. Dolayısıyla, gerçek varlığımızı kazanabilmek için, sahte varlığımızı terketmeliyiz. “İllallah”tan evvel “Lâ” diyebilmeliyiz. “Lâ” kalbi şirkten temizler ve “illallah” da müşâhede, mârifet ve aşk kazandırır. Deprem fâciâsı ile Allah, fıtrattan uzaklaşan insanoğluna “Lâ” dedi. Bir anda herşey yerle bir oldu. Depremi yaşayanlar ise o derin karanlıklarda, enkaz altında, çâresiz olmadıklarını gördüler ve Hz. Yûsuf misâli “İllallâh” ipine sarılarak Allah'tan başka hiçbir ilâh ve kurtarıcı olmadığına bir kez daha şâhitlik etmiş oldular. 

Zamânımızda Kur’ân’daki kıyâmet gününün isimleri yeryüzünde tecellî etmektedir. Yevmü‘l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün. Yevmü‘l-ba’s: Ruhların bedenlerine iâde edileceği gün. Yevmü‘l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün. Yevmü‘r-rucce: Toprağın içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem günü. Deprem fâciâsıyla birlikte Allah Teâlâ bizlere kıyâmet gününün provasını yaşatmaktadır. Hazret-i Mevlânâ’nın ifâdesiyle: “Felekten gelip hayâtı çok çetin kılan zamânın olaylarına bakma! Ekmeğin yokluğuna, hayâtın haşinliğine bakma. Bu kıtlık, korku ve titremeye bakma. Şuna bak ki dünyanın bütün acılığına rağmen hâlâ ne kadar hayâsızca ve muhteris bir şekilde ona bağlısın! Bil ki dertler, kederler Rahmettir!”

Peygamber Efendimiz (sav), “Kıyâmet ne zaman kopacak?” sorusuna “İşinin ehli olmayan insanlara görev verildiği zaman” cevâbını vermiştir. Bozuk bir ahlâkla binâ inşâ eden kişiler çürük malzeme kullanırlarsa bir depremde hepsi çöker. Kaliteli insan kaliteli malzeme kullanır, kaliteyle inşâ edilen binâlar bir depremle yerle bir olmaz. İslâm binâsını da tutan bir çelik iskelet vardır ki o Rasûlullah Aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ın sünnetidir. Bu yolda yürüyenler en şiddetli depremlerde bile çökmez, sapasağlam ayakta kalır. Müslümanlar olarak ehl-i sünneti terk ettiğimiz için, Aleyh-is-salât-ü-vesselâm’dan olan feyz kaynağımız kesilmiştir. 

En yüce felâket, kendi içine düştüğü felâketi farketmemektir.

Kalbimizi işgâl etmeseydik, Mescid-i Aksa işgâlcilerin ve zâlimlerin elinde olur muydu?

Karanlığı tercîh etmeseydik ve nur'dan kaçmış olmasaydık, bedenlerimiz enkâzın altında kalmış olur muydu?

Yoklukta şaşırmasaydık ve varlıkta şımarmasaydık, doğal felâketler bu şiddetle üzerimize yağar mıydı?

Mevlânâ Hazretleri; “Sıhhat ve servet Allah ve insan arasında en büyük engeldir” buyuruyor. Sıhhat ve servet bize perde olmasaydı, böylesine ağır bir musîbete dûçâr olur muyduk?

Âl-i İmran Sûresi'nde: “Hep birlikte Allâh'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.” Hep birlikte Allâh'ın ipine sımsıkı sarılmaya çalışsaydık, bu şiddette bir ölümle yüz yüze gelir miydik?

Allâh'ın cömertliğini görmezden gelmeye devâm edersek, ağır imtihanların kapıyı çalma ihtimâlini artırmış oluyoruz.

Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm bir hadîs-i-şeriflerinde; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyururken; biz tok yatanlardan olduk. Allah bizi derin bir gaflet uykusundan uyandırdı. Bir anda sâhip olduğumuzu sandığımız herşeyi kaybettik. Mutlak ihtiyaç sâhibi olduk. Aç uyuyan komşularımızdan biri olduk ve sokakta yaşayan, üşüyen insanlardan bir farkımız kalmadı.

Kibirliydik, kurban olduk, ihtiyaç sâhibi olduk. Bizler mutlak ihtiyaç sâhibi bir varlık olarak Allâh'a bağımlı yaratıldık ve bu sebeple kurbiyyete muhtâcız. Hadîs-i Kudsî’de buyurulduğu gibi, Allah insana şöyle hitâb etmektedir: “(Ey insan!) Herşeyi senin için, seni Kendim için yarattım.”

Bu hayâtî çağrıyı duymadığımız için, Allâh'ın; “Bana dön!” çağrısına muhâtap olduk. Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allâh'ın çağrısı nasıl duyulur? Allâh'ın çağrısı, çâresizlerin çağrısına kulak vererek ve ihtiyaç sâhibi olanların ihtiyaçları giderilerek duyulur.

Kendi dertlerimiz içinde öylesine boğulduk ki, aşk derdine düşmek zorunda kaldık. Asıl rahatsızlığımız, sâdece kendi dertlerimizle meşgûl olmamız ve diğer insanlarla dertleşmememizdir. Yaşadığımız bu deprem bize diğer insanlarla dertleşmeyi, derdi paylaşmayı öğretti. 

Sâhip çıkmadığımız için sâhipsiz olduk. Maddî doyumsuzluk içinde debelendiğimiz için fakirlik seviyesine düştük. “Batanları severim!” dedikçe daha çok batmış, çökmüş olduk. Tüketim virüsüne yakalandığımız için üretim cihadını yapmaya mecbur bırakıldık. Allâh'a yaklaşma ve yükselme derdinde olmadığımız için terbiyesiz kaldık ve böylece kapsamlı ağır bir terbiye altına alındık. Gaflet ve cehâlet uykusuna öylesine dalmıştık ki, uyandırıcı şiddetli tokatlarla sarsılmış olduk. Bize verilen emâneti taşımadığımız için, on binlerce şehid vererek çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldık. 

Milyonlarca insan en ağır yıkımları yaşadılar. Hazret-i Âdem’in cennetten dünyaya düştüğü gibi lüks ve konforlu bir hayâttan hiçlik mertebesine düşüverdiler. Sonunda bir çay kaşığının bile sâhibi olmadığımızı anlamış olduk. Peki nereden nereye düştük? Hazreti Yûsuf misâli, kuyunun dibine düştük ve ona eşlik eder olduk. Hz. Yûsuf o derin ve karanlık kuyudan nasıl kurtuldu? Allâh'ın ipine sımsıkı sarılarak... Hazret-i Mevlânâ: “Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yûsuf aleyhisselâm kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!” 

Fahr-i kâinat Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm, Medîne’de meydana gelen bir deprem üzerine “Rabbiniz, sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor; siz de O’nun rızâsını isteyiniz!” buyurmuştur. Deprem felâketi bir belâ değil, Erham-ür-Râhimîn olan Rabbimizden bir merhamettir. Hz. Ali'ye kerremallâhu veche sormuşlar: “Yâ Ali, başımıza gelen bu musîbetler bize imtihan mıdır yoksa Allah bizi cezâlandırıyor mu?” Hz. Ali cevap buyurmuş: “Musîbet sizi Allâh'a yaklaştırıyorsa imtihan, uzaklaştırıyorsa cezâdır.” İmtihanıyla yüzleşmeyen bir mü’min, Rabb-ül âlemîn tarafından mükâfatlandırılmayacaktır ve ölümsüzlüğünü kazanma şansını kaybedecektir.

Deprem ile Allah bize bir kurtuluş bahşetti. Bize kıyâmet günü kaybedenlerden değil, kazananlardan olma fırsatını verdi. Kıyâmet kopmadan kıyâmet provasını yaşama, pişmanlık gözyaşları dökebilme fırsatını verdi. Kıyâmet gününde hesap görmeden kendimizi hesâba çekmemize, O’nun huzurunda durmadan kendimizle yüzleşmemize fırsat verdi.Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz Aleyhis-salâtü ves-selâm “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sorulduğunda “Hazırlanmak için ne yaptın?” diye cevap verdiler.

Yıkımlarımız idrâkimizin ve yeniden doğuşumuzun inşâsı olsun. Hakîkî yükseliş, düştükten sonra eriştiğimiz yüceliktir. Hakîkî zenginlik, muhtaç olduktan sonra eriştiğimiz zenginliktir. Mutlak ihtiyaç içerisinde olan bizler kendimizi Allâh'a vermenin tek kazancımız olduğunun farkına varmalıyız. Sâdece âcizlik ve fakirlikle hakîkî sevgiye ulaşabiliriz. 

Mübarek Ramazanın bereketi ile acılarımız vuslat olsun. Yaralarımız şifa, gönlümüz müjde bulsun. Her akşam miraç olsun. Depremde gördüğümüz olağandışı kurtuluşlar gibi; Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn şu beden enkâzının altında kalmış özümüzü kurtarmayı ve kurtuluşa ermeyi nasîb eylesin.. 

Nefsimizin zulmünü kaldırmadan adâlete kavuşamayız. Deprem fâciâsı ile “İlâhî Adâlet” devreye girdi. Medîne-i Münevvere’de kurduğu insanlık târihinin en muhteşem medeniyetiyle; bir devleti kurmanın, yönetmenin ve büyütmenin hak, adâlet ve insan yaşamını temel alarak nasıl gerçekleştirilebileceğini de Efendimiz Muhammed Mustafa aleyhis-salâtü ves-selâm’dan öğreniyoruz.

Türkiye’deki beş yüz kilometredeki yıkım yeni bir inşâat gerektirir. Fahr-i kâinat Efendimizin aleyhis-salâtü ves-selâm Medîne-i Münevvere’de kurduğu en muhteşem medeniyet gibi, insanca yaşama ve insanı yaşatmanın en güzel misâllerinden biri olan Devlet-i Âliyye (Osmanlı Devleti)'nin Anadolu’daki varlığını Söğüt’te küçük bir beylikten koca bir devlete dönüştürdüğü gibi; teşkîlatlanarak, çevresiyle güçlü bağlar kurarak ve birlik rûhuyla buralar yeniden inşâ edilecektir. 

Asrımızın müslüman mânevî mîmarları olmalı. Tevhîd evini, Kâbe'yi temelden tekrar inşâ etmeli. Mekânı haram bölge yapmalı. İlâhî şuurun ihtişâmına yeniden ulaşmalı ve iç potansiyel, kök, öz, dikey yükseliş rûhu hazînesini tekrar araştırmalı ve nihâyet yeniden insan kimliğine kavuşmaya gayret etmelidir.

Depremde dehşetli yıkımların yanısıra enkaz altından ihtişamla parlayan nâdide bir gül de doğdu ki; unutulmaya yüz tutan değerlerimizi en saf ve temiz hâliyle bizlere hatırlattı. Deprem bölgesinde oyuncak ve çikolata dağıtımı esnâsında, herşeyini kaybetmiş bir çocuğun hiçbir şey olmamış gibi, kendisini değil diğer çocukları düşünerek insanlığa diğerkâmlık dersi vermesi hâfızalara bu sözlerle kazındı:

-Al, Ye ye.. -Ben yemem.. -Ye ye.. -Bunu başkalarına dağıt. -Hayır al.. Onu niye başkalarına dağıtalım? -Onlar çünkü başkalarının da olsun, onlara da kısmet olsun. İyilik yapan iyilik kazanır derlerdi. Annem doğru söyler. Her zaman. Anneme her zaman inanırım. Her zaman iyilik yapacağım. Her gün iyilik yapıyorum. -Ne oluyor iyilik yapınca öyle? -İyilik kazanıyorum işte. Sâdece mutlu oluyorum. İyilik yapan iyilik kazanır. -O amcalar ne vermişti sana fazla?-Sâdece şeker, çikolata verdi, istemedim, geri verdim. -Neden? -Çünkü, başkaları da istesin, başkaları da alacak, onlara kalmazsa diye verdik…” 

Tertemiz bir yürekten yayılan bu enfes Muhammedî kokular rûhumuzu çepeçevre sarıverdi. Hâtem-ül EnbiyâEfendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm; “Nefsimi elinde tutan Allâh'a yemîn ederim ki, bir kişi hayırdan kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe mükemmel bir şekilde îmân etmiş olmaz.” buyurmuşlardır.

İşte bu çocuktan yüreklerimize yansıyan, Nebî Aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ın makâmından bir nurdur. Bu çocuktan yansıyan güzellikler ve iyilikler Ashâb-ı Kiram Efendilerimizin saçtığı iyilik tohumları gibidir. Onlar ki, selâm onların üzerine olsun; büyük musîbetler içinde olsalar bile hiçbir şey olmamış gibi kulluk vazîfelerine devâm etmişlerdir. Çünkü Allah ve Resûlü'nün sevgisiyle doludurlar. Tüm zulümlere, zorluklara, düşmanlıklara rağmen işkencelerin ardından yine iyilik tohumlarını saçmaya devâm etmişlerdir. Bu çocuk da depremin dehşetine hiç aldırmadan tüm samîmiyeti ve gülümsemesiyle iyilik tohumlarını saçmaya devâm etmiştir. Çünkü çocuğun annesi “annelik” sıfatını kaybetmemiş, içinde bulundukları zor şartlar altında bile çocuğuna diğerkâmlık aşılamıştır. Bu hassâsiyet ortaya muazzam bir mânâ çıkarmıştır. Veysel Karânî hazretlerinin buyurduğu gibi: “Anne sözü dinlemek insana Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâm hırkası giydirir.”

Her hasenenin (iyiliğin) sevâbının bine çıktığı ve Leyle-i Kadir'de otuz binlere ulaştığı Ramazan-ı Mübârek’te, Allâh'a ve Rasûlü’ne olan sevgimizin, bağlılığımızın, hizmetlerimizin samîmiyetle günden güne artması, sabrımızın ve şükrümüzün bol olduğu günlere erişebilmek duâsıyla.. Hayırlı Ramazanlar!

Nisan 2023, sayfa no: 10-11-12-13-14

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak