Yavuz Sultan Selim Hān’ın cülus merâsimi.
Yavuz Sultan Selim Hān babasının yaklaşık dörtte biri, oğlunun ise altıda biri kadar bir süre tahtta oturabilmişti. Dolayısıyla onun bu kısacık hükümdarlık devrinde inşâ edilen mîmârî eserlerin sayısının diğerlerininki kadar kabarık olmaması normal karşılanmalıdır. Şehir değil, ülke değil, ülkeler fetheden zahmetli zaferlerinin de bu devreye sıkıştırıldığını bilmemiz lâzım.
Şu mühim nokta unutulmamalı: Saltanatının ilk yılı kardeşleriyle mücâdele hâlinde geçmişti. Hemen ertesinde bir yılı aşkın bir zaman alan Çaldıran seferine, iki yıl sonra daha uzun süren Suriye-Mısır seferine çıkmıştı. Hastalığının kendisini gösterdiği son iki yılında da muhtemelen Venedik’e yönelik bir seferin hazırlıkları içerisindeydi.
Dolayısıyla bu seferî yoğunluk çerçevesinde îmar ve umran faaliyetlerine ayıracak fazla bir vakti olmadığını tahmîn etmek zor olmasa gerek. Araştırmacıların onun zamânına āit mîmârî eser bulmakta zorlanmalarının sebebi budur vesselâm.
Allah’tan ki Üstad Ekrem Hakkı Ayverdi’nin talebesi olan İ. Aydın Yüksel beyin çalışmasından Yavuz’un kendi yaptırdığı mîmârî eserlerin olduğu kadar onun devrinde inşâ edilmişlerin de ipuçlarını yakalayabiliyoruz.
Bu bölümde âşinâsı olduğum birkaç eseri üzerinde duracağım sâdece.
Bursa’daki Eserleri
Çocukluğumda Bursa’da Emir Sultan Câmii’nin Yeşil külliyesine bakan batı cephesinin karşı köşesinde harap vaziyette bir taş medrese sessizce yerinde dururdu. Hatırladığım 1970’li yıllarda bu taş yapı henüz ayaktaydı, hemen altındaki dokuma atölyesinin gürültüleri arasında varlığını sanırım ev olarak devâm ettiriyordu. Tam köşede, yolun tam dirsek yaptığı noktasına denk gelen noktada etrâfı demir parmaklıkla çevrili bir mezar da vardı ki, yol genişlemeden önce Emirsultan külliyesi ve mezarlığının caddenin karşı tarafında devâm ettiğinin bir nişânesi sayılmalıydı (bu adadaki bir sokak girişinde bulunan ve mahalle halkının yatır zannettiği üç silindir şekilli mezar taşı da bu mezarlığın bir delîliydi ama ne yazık ki onlar da yol genişletme çalışmaları sırasında sırra kadem basacaktı).
Eski Yeşil Bursa’nın şirin köşelerinden biriydi burası. Çoğu Balkan muhâciri olan mahalle ahâlîsi âdetâ mezarların içerisinde yaşar, evlere yatırların arasından geçilip gidilir, hayat nerede biter, ölüm nerede başlar, bilinmezdi. O kadar ölümle iç içe bir hayâtı vardı Emir Sultan’ın…
İşte bu noktada yer alan Emir Sultan Medresesi, Emir Sultan hazretlerinin Hanımı ve Sultan Yıldırım Bâyezid’in kızı Hundi Hātun tarafından inşâ ettirilmiş, zamanla haraba yüz tutması üzerine Cezerî Kasım Paşa tarafından yeniden yaptırılmış bir eserdi ve Yavuz Sultan Selim devrinin Bursa’ya nâdîde bir armağanıydı. Maalesef 1924 yılında diğer kardeşleri gibi bir kānunla kapatılan bu medrese bir tâlihsizliğe daha kurbân edilmiş ve 1980’lerin başlarında caddeyi genişleteceğiz diye tamâmen ortadan kaldırılmıştır. Bugün eski Bursalılar'daki hâtıralar ve soluk fotoğraflar hâricinde herhangi bir izi kalmamış durumdadır.
Yine tahtgâh-ı kadîm Bursa’dayız, daha önce şöyle bir uğrayıp geçtiğimiz Muradiye Külliyesi'ndeyiz bir kere daha.
Muradiye Câmii ile medresesinin arasından “Osmanlı pantheonu” diyebileceğimiz türbelerin arasına karışmak üzereyiz. Kızıl, sarı ve beyaz güller ile yakınlarda çürüyüp devrilen devâsâ yaşlı çınarın yapraklarının üzerine gölge saldığı bir türbe hemen solda, içeri dâvet ediyor bizi. Bu, hikâyesini uzun uzun anlattığımız Sultan Selim’in ağabeyi Şehzâde Ahmed’in türbesidir.
Yavuz Sultan Selim’in 1513 Mayıs’ında Bursa Kadısı'na gönderdiği fermanda ağabeyi Ahmed ve ailesinin mezarları üzerine bir türbe inşâ ettirilmesini emrettiğini biliyoruz. Şehzade Ahmed’in yanında da kendisinden önce vefât etmiş bulunan kardeşi Şehinşâh ile oğlu ve hanımının mezarları bulunur. Şehzade Ahmed’in annesi Bülbül Hātun’un da bu türbede medfun bulunduğu tahmin edilmektedir. Türbeyi Alaaddin adlı bir mîmârın inşâ ettiğini öğreniyoruz.
Yine Bursa’dayız ve Ulucâmi’nin kalın iki minâresinden batıdakine bakıyoruz. Bu altı mermer kaplı, üstü tuğla minârenin de Yavuz Sultan Selim’in ilk saltanat yılındaki o biraz ‘kanlı’ Bursa seyahati sırasında inşâ edildiğini öğreniyoruz kaynaklardan.
Anadolu’daki Eserler
Sultan 1. Selim’in hayâtını okurken Şarkta kendisinin gidemediği bölgelere güvenilir bir paşasını gönderdiğini okumuştuk: Bu, Bıyıklı Mehmed Paşa’dır. İşte adı halk arasında Fatih Paşa’ya çıkan bu devlutlûnun Diyarbekir’de inşâ ettirdiği câmi ufak bir örnek olmakla birlikte mîmârî bakımdan pek kıymetli olup İstanbul’daki Şehzade ve Sultanahmet câmilerinin müjdecisi sayılmaktadır.
Bıyıklı Mehmed Paşa’nın Diyarbakır’daki yaptırdığı Kurşunlu Câmii. Türbesi de câminin yanı başındadır. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
Şimdi Trabzon’dayız.
Şehrin incilerinden Gülbahar Hātun Câmii annesi Gülbahar Hātun'un hâtırasına Yavuz Sultan Selim tarafından 16. asrın ilk çeyreğinde, 1514 yılında inşâ ettirilmiştir. Câmi eskiden etrâfındaki medrese, imâret, mektep, dârü'l-kurra ve türbe ile tam bir külliye teşkîl etmekteydi. Maalesef bu târihî eserler Cumhuriyet devrindeki “inkâr fırtınası” yıllarında barbarca yıktırılarak sâdece doğusundaki Gülbahar Hātun türbesi ayakta kalabilecektir. Çevresindeki Trabzon’un tapu defteri mesâbesindeki târihî mezarlık da tamâmen ortadan kaldırılıp yerine Atapark yapılmıştır.
Edirne’de Fatih Sultan Mehmed ve Sultan 2. Bâyezid’in saray hekimlerinden Acem Lârî Çelebi tarafından inşâ ettirilen Lari Çelebi veya Laleli Câmii 1514 yılına āit olup yine Yavuz dönemine târihlenir. Ayrıca 1516 yılında çıktığı Mercidabık seferi sırasında Konya’da Mevlânâ Dergâhı’nın avlusuna inşâ ettirdiği şirin şadırvan ile yine Konya’da inşâ ettirdiği taş çeşmenin suları hâlen akmaktadır.
İstanbul’daki Bazı Eserleri
İstanbul’a gelirsek, Yavuz Sultan Selim Hān döneminde İstanbul’da az sayıda ve mütevâzı boyutlarda da olsa bazı eserler yaptırıldığını görürüz. Bunların ilgili ve önemli olanlarını şöyle sıralayalım:
Yavuz döneminin demirbaş Şeyhülislâm'ı Zenbilli Cemâli Ali Efendi’nin câmi ve mescidleri ve Küçük Mustafa Paşa’daki türbesi o devrin önemli hâtıralarındandır. Gerçi bu dirâyetli Şeyhülislâm'ın vefâtı Kānûnî Sultan Süleyman devrine rastlar ama asıl vazîfe devresi ve şöhreti Yavuz devrine damgasını vurmuştur.
Adına Bursa’daki medresede rastladığımız Cezerî Kasım Paşa’nın Cağaloğlu’nda da bir mescidi bulunuyordu fakat 1957 yılında istimlâk edilip bir gecede yıktırılmış ve arsası park yapılmıştı. 1989 yılında yerine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yeni bir tarzda aynı ismi taşıyan bir mescid yaptırıldı. Eskisinin havası verilemedi tabiatıyla ama hiç değilse Yavuz devrinin İstanbul’undan bir eserin yeri aslî hüviyetine kavuşturulmuş oldu. Bu bile bir kazanç sayılmalıdır yitip giden nice eserlerimiz yanında.
Aynı Cezerî Kasım Paşa’nın Eyüpsultan’da Nişanca’da yaptırdığı bir câmi de 1515 târihli olup ayaktadır. Yavuz Sultan Selim Hān’ın üçüncü saltanat yılına āit bu hoş eserin içerisine 18. asırda Kâbe-i Muazzama ve çevresini oldukça gerçekçi bir şekilde tasvîr eden nefis bir çini pano konulmuştur.
Eyüp Nişanca’sındaki Cezerî Kasım Paşa Câmii’nde 18. asırda ilâve edilen Kâbe-i Muazzama ve çevresini oldukça gerçekçi bir şekilde tasvîr eden nefis çini pano.
Öte yandan Şişhane’den Taksim’e doğru giderken Tarlabaşı Bulvarı’nda, İngiltere Konsolosluğu’nun caddeye bakan tarafında ihtişamlı bir taş cepheye sâhip şirin bir câmiyle karşılaşırsınız. Bu câmi, aslında Yavuz Sultan Selim’in sütninesi (dâyesi) olan Kamer Hātun’a āit olup başlı başına bir felâket olan 1870 Beyoğlu yangını sırasında harâp olmuşken Sultan Reşad devrinde, 1911-12 yıllarında Mimar Kemaleddin Bey tarafından yeni baştan inşâ edilmiştir. Kapısının üzerinde 1514 târihi yazılıdır; bu demektir ki binânın asıl binâ Yavuz’un ikinci saltanat yılına āittir.
Fatih ilçesinde içerisinde câminin yanı sıra Yavuz Sultan Selim ve Sultan Abdülmecid’in türbelerinin de bulunduğu Sultan Selim Külliyesi’nin 1938 yılındaki görünümü.
Kendi adını taşıyan ve kendisi ile zevcesinin türbelerinin bulunduğu Fatih ilçesindeki hoş külliye ise oğlu Kānûnî Sultan Süleyman tarafından inşâ ettirilmiştir. 1861 yılında torunlarından Sultan Abdülmecid vefât edince Sultan Selim külliyesinin Haliç tarafında bulunan müstakil türbesine defnolunacaktır.
“Sin Şın’a girince” doğan câmi
Şam’da Yavuz Sultan Selim’in emriyle inşâ ettirilen Selimiye veya Muhyiddîn ibn Arabî Külliyesi. Sağ tarafta görülen yeşil kubbeli yapı Muhyiddîn ibn Arabî hazretlerinin türbesidir.
Yavuz Sultan Selim Şam’a girince ilk işlerinden biri Muhyiddîn ibn Arabî hazretlerinin kalıp türbesini aratıp buldurmak olmuştu. İbn Arabî hazretleri “Sin Şın’a girince sırrım âşikâr olacak” demişti. Şın yâni Şam’a Sin yâni Selim girince kabri ortaya çıktığı gibi İbn Arabî hazretlerinin kerâmeti de zāhir ve bâhir olmuştu.
Nitekim Şâm-ı Şerîf’te Muhyiddîn ibn Arabî hazretlerinin Sâlihiye mahallesindeki türbesi ile yanı başına inşâ ettirdiği câmi Sultan Selim-i Evvel’in îmar faaliyetleri cümlesindendir. İsmi Selimiye veya Muhyiddîn ibn Arabî Külliyesi’dir.
1516 yılında girdiği Şam’dan Memlukler'le asıl büyük hesaplaşmasını icrâ edeceği Mısır’a hareket edeceği sırada mîmarbaşına, döndüğü zaman türbe ve câmiyi bitmiş göreceğine ve içinde namaz kılacağına dâir verdiği emir de Sultānımızın mübârek ömrünü baştan sona kuşatan hayret-engiz hâdiseler arasındadır. Nitekim Mısır’dan dönüşünde bu ruhlu câmide çok sevdiği ihtiyar bir hattatın cenâze namazına bizzat iştirâk ettiğini Nedim-i Hassı Hasan Can’ın oğlu Şeyhülislâm Hoca Sa’deddin Efendi Tâcu’t-Tevârih adlı târihinde genişçe anlatacaktır.
Osmanlı ordusu geçilmez denilen Sina çölünü geçtikten sonra Kāhire’de dünyânın en kuvvetli ordularından biriyle savaşacaktı. Sultan Selim, Şam’a sağ sâlim döneceğini nereden biliyordu sahi?
O öyle bir Sultandı ki, dünyâyı îmâr ederken âhiretini ihmâl etmiyordu.
Not: Necip Fâzıl’ın Erzurum seyahatnâmesi yazısına bilahare devâm edeceğiz.
Eylül 2024, sayfa no: 30-31-32-33-34
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak