Ara

“Yavaşlayalım Ruh Geride Kaldı”

“Yavaşlayalım Ruh Geride Kaldı”

Son yıllarda hayâtımız çok hızlandı, âdetâ baş döndürücü bir noktaya geldi. Oysa Sûfî anlayışta yavaş ve satır aralıklarındaki detayları inceleyerek yaşamak görüşü hâkim. Hayâtın anlamlandırılma sanatı olan Tasavvuf’u Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç ile konuştuk.

Röportaj: Sümeyye Palta  

Sûfî öğretisine göre hayâtın anlamı nedir?

Sûfîlik dediğimiz şey bir tür İslâm tefsîri, İslâm yorumudur. Her din peygamberine indikten sonra o peygamberden sonra ikinci şahıslara devredilir. Meselâ Hristiyanlık'ta onlara Havâriyyûn denir, İslâm'da ise sahâbe denilir. Peygamberden insanlara din emânet edildikten sonra insanlar; anlayış, idrak seviyesine bağlı olarak o dinden ne kadar anlayabildilerse onu işlerler, oradan medeniyetler oluşturabilirler. Huzurlu, mutlu bir hayat da oluşturabilirler, dünyânın en zālim sistemlerini de dinden yola çıkarak oluşturabilirler. Nitekim bugün İslâm dünyâsının başına belâ olan tekfir hareketi; İslâm'dan, âyetlerden, hadîslerden yola çıktıklarını söyler. Bir Mevlânâ, bir Muhyiddîn İbnü'l-Arabî, bir Yûnus Emre de İslâm anlayışlarını yine İslâm'dan çıkardıklarını ileri sürerler. Dolayısıyla görüldüğü gibi birbiriyle uzlaşmayacak iki ayrı ekoldürler âdetâ. 

Peki bu nasıl oluyor? Aynı dîne mensup insanlar nasıl farklı anlamlar çıkarabiliyor?

Kişisel gelişim ve idrak seviyesi çok önem arz ediyor. Sûfîler bunu tezkiye, tahliye ve tasfiye yollarıyla kişinin arındırılması ve kalp aynasının parlatılması sûretiyle doğrudan ilâhî tecellîlerin yansımasıyla elde ederler. Diğerlerinde böyle bir uygulama olmadığı için kıt bilgileri, kıt kanâatleri veya beş duyu organından ibâret olan bilgi kaynaklarıyla o dîni anlamaya çalışırlar. Ortaya da böyle feci bir tablo çıkar. Dinler insanlığa çok güzel mutluluk ve huzur getirebileceği gibi, aynı dinler birilerinin elinde, dünyânın en zālim sistemi hâline de gelebilirler. Bu mânâda dinler iki tarafı keskin bir bıçak.

İNSANI DİĞER VARLIKLARDAN AYIRAN ŞEY HAYÂTIN ANLAMINI BİLMESİDİR

Tasavvuf yâni Sûfîlik dediğimiz yol İslâm dîninin bir açılımı, bir tefsîri, bir yorum ekolü olduğu için birinci gāyede yaptığı şey hayâtın anlamıdır. Modern ideolojiler çok üzerinde durmaz ama insanın ne olduğu, nereden geldiği, burada ne yapmakta olduğu ve nereye doğru gitmekte olduğunu belirleyen en temel felsefî ontolojik bir sorudur hayâtın anlamı. Bunu bilmeyen boşa yaşar. İnsanı diğer varlıklardan ayırt eden şey hayâtın anlamını bilmesidir. Zâten hayâtının anlamını bilen kimseye Kâmil denir. Sûfîliği bu mânâda hayâtın anlamını keşfetme okulu diye târif etmemiz mümkündür. Hayat bir imtihandır. İnsanoğlunun yaşadığı hayat Yaratan tarafından belirlendiği içindir ki insana Halîfetullâh yâni Allâh’ın işlerini gören kişi denir. Hayat da kutsaldır, insan hayâtı da kutsaldır. İnsanın tabiatı, çevresi ve diğer varlık âlemleriyle irtibâtı, yâni hayvanlar âlemiyle, bitkiler âlemiyle tabiatla olan irtibâtı da kutsaldır. Hayâtın kelime anlamı Hakk Teālâ'nın Hayy isminden gelir. Hayy Allah'tan geldiği içindir ki hayâtın devâmlılığını sağlayan da Allâh’ın nefesidir. Allah eğer nefesini çekecek olsa yeryüzü lıkır lıkır akar, hiçbir şey ayakta durmaz. Allah hayâtı yaratmış sonra da ilgilenmiyor değildir, Allah hayâtın her ânında, her zerresinde bulunmaktadır. Bu dünyâda kör olan öbür dünyâda da kör olacaktır sözünde bahsedilen mânevî körlüktür. Bu dünyâda O’nu bulamayan, öte dünyâda da bulamayacaktır. İnsan hayatta elde ettiği tecrübelerle Rabbini bu dünyâda bulmaya çalışacaktır. Muhyiddîn İbnü'l-Arabî'nin tâbiriyle bu dünyâ bir okuldur. Burada resûller, nebîler ve velîler öğretmenlerdir. Diğer insanlar da öğrencidirler. Bir başka sınıf yoktur yâni birileri öğretiyor, birileri de öğrenmeye çalışıyor.

HER ŞEYİN ASLI BİRLİKTİR

Sûfîlik'te “vahdet” kavramı nasıl tanımlanır? İnsanın hayâtında etkisi var mıdır?

Vahdet kelimesinin Türkçesi birlik demektir. Birliğin açılımıyla çokluk başlar. O birlikten sonra tekâsür, yine çoğalma başlar. Allâh’ın bir ismi vardır. Ona câmi, yâni en toplayıcı denir. Sonra o isminden yedi tâne ana isim zuhûr eder: Ümmühât-ı Şeba. 7 tâne ana isim çıkar ve onlardan bir şema, bir hiyerarşi olarak bunu çizdiğimiz zaman, yukarıdan aşağıya bir piramit şeklinde her birinin birbiriyle irtibâtı olarak bir esmâ şeması çıkar. Bunun en tepesinde ism-i Celâl ve Hû olduğu söylenilir. Hayatta Allâh’ın isimlerinin dışında bir şey yoktur. Bütün evren, yaradılış, âlem, hepsi Allâh’ın isimlerinin birbiriyle olan birliği ve berâberliğinden meydana gelir. Vahdet en tepedeki o birlik noktasıdır, çokluk o birlikten çıkar. Birliğin altında kaldığı sürece çokluk aslında birliğe hizmet eder. Büyüklerimiz bunu şu şekilde örneklendirir: Diyelim ki yüz tâne ayna parçaları var, kırılmış. Baktığınız zaman o ayna parçalarına, her bir aynada güneş görürsünüz. Yüz tâne ayna parçası varsa yerde yüz tâne güneş var dersiniz. Oysa ki kafayı yerden yukarı doğru kaldırırsanız güneşin bir tâne olduğunu görürsünüz. O zaman her şeyin aslı birliktir. Bir tânedir ama yansıması çoktur. Kesret aslında vahdetin içindedir. Nakşîlik yolunda Kesret-Vahdet denir. İslâm en temel vahdet dînidir. İslâm dîninin de gerçek ve hakîkî yorumu olan tasavvuf yolu da insanlığa bu vahdeti tattırma ilmidir. Tasavvuf yolu tattırmak yoludur. 

Sûfî anlayışında dünyâ hayâtı ve âhiret nasıl dengelenir?

Dengeden ziyâde önem sıralaması yapılır burada. Kur'ân-ı Kerîm'de, âhiret hayâtının bu dünyâ hayâtından çok daha kıymetli olduğu ifâde edilir. Ancak dünyâ hayâtı bu mânâda hiç anlamsız olmaz. Öte dünyâya giden hazırlık okulu olduğu için anlamı vardır bu dünyâ hayâtının. Ondan dolayı Peygamber Efendimiz (sav) hani hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyâya yarın ölecekmiş gibi öte dünyâya çalışmak lâzım diyerek bir dengeleme yöntemi de bizlere öğretir. 

Diğer dinlerde maalesef âhiret inancı ya hiç yoktur veya çok zayıftır. Onun için her şey bu dünyâda olup bitmektedir. Ondan dolayıdır ki bütün güçleriyle bu dünyâya asılırlar.

NE ARIYORSAN O'SUN SEN!

Bir sûfî için mânevî yolculuk nasıl başlar ve nasıl devâm eder?

Bir Sûfî için mânevî yolculuk idrakla başlar. İnsanın "Ya ben ne yapıyorum? Ben kimim? Nereye gidiyorum?" diye en temel ontolojik soruları kendisine sormaya başlamasıyla berâber Sûfîlik yolu kendi önünde açılır. Hattâ daha evvel bu soruları sormayıp Sûfîliğe karşı olan insanların dahi belirli bir yaştan sonra bu soruları sormaya başlamasıyla tasavvuf yolunun önü açılmaya başlar. Tasavvuf yolu dediğim gibi İslâm'ın en kaymak en üst düzeyin açılımı olduğundan dolayı, herkesin muhakkak izlemesi gerekli olan bir yol değildir. Şerîat, tarîkat yoldur varana. Hakîkat, mârifet andan içeru. Dört derecelidir bizim dînimiz. Şerîat düzeyiyle başlanılır, tarîkat düzeyiyle ilerlenilir, mârifet düzeyiyle tatmaya başlanılır. Hakîkat düzeyinde ise tadılan bizzât neyse o kişi o olur. Ne arıyorsan o'sun sen, ekmek arıyorsan ekmeksin sen, aslını arıyorsan asılsın sen, Hakk’ı arıyorsan Hak'tan geldiğini idrâk edersin sen. İslâm'ın muhâtap aldığı kitleler şerîattan sorumludurlar. Daha üst düzeyler, işler ehl-i ihtisâsa açıktır. Günümüzde olduğu gibi öyle tasavvuf herkese açık bir yol değildir. Herkesin de kaldıracağı bir yol değildir. 

TASAVVUF DÎNE KALİTE KATMA SANATIDIR

Sûfî düşünce, insanın içsel huzûrunu bulmasına nasıl yardımcı olur?

Sûfîlik yolu kişinin kendi anlamını ve nereden geldiğini, nereye gittiğini ona hissettirerek, tattırarak kendi içsel birliğini ve içsel huzûrunu bulma yoludur. Kendi birliğini, kendi iş birliğini, kendi kaynağını bilen kişide de bunun yansıması olarak sükûn, huzur gibi, tevekkül gibi, sabır gibi özellikler konuşmaya başlar. Kendisiyle, etrâfıyla, âilesiyle barışık olur. Bütün kâinatla barışık bir insan modeli çıkmaya başlar ki biz buna İnsan-ı Kâmil modeli diyoruz. Günümüzde imam hatipler, ilâhiyatlar ve medrese eğitimleri bu felsefeden, bu gāyeden uzaklaşmış durumda. Din, Arapçası kuvvetli olsun, hâfızlığı kuvvetli olsun sayısı artsın gibi tamâmen matematiksel bir hâle getirildi. Kalite kayboldu. Oysa tasavvuf dîne kalite verme sanatıdır. Şimdilerde Müslümanlar bu gelenekten uzaklaştıkları içindir ki din elimizde sâdece söylemden ibâret bir ideoloji hâline indirgenmiştir. Tasavvuf da bu mânâda eli kolu bağlanmıştır, kelepçelenmiştir, susturulmuştur, yasaklanmıştır. Herkesin görüşüne saygım var ama benim kendi görüşüm budur ki: Şu anki bizim diyanet formatında veya başka türlü bir formattaki İslâm anlayışımız kimsenin kalbine hitâb edemiyor. Ben tasavvuf ehliyim, tarîkat ehliyim diyenlerin de çoğunluğunun tasavvuf adını kullansalar da grup olduklarını, cemaat olduklarını söylüyorum ama tasavvuf ehli olmak çok zordur. Herkes tasavvuf ehli olamaz.

Günümüz dünyâsında Sûfîliğin insanlara sunabileceği en önemli öğreti nedir?

İslâm'ın insanlığa sunabileceği en önemli nokta tasavvuftur. Tasavvuftan başka sunabileceği başka bir şey yoktur. Çok özür diliyorum İslâm'ın hukuk yönü, İslâm'ın el kesme yönü, İslâm'ın çok af buyurun necâsetten taharetlenme gibi modellerinin bugünkü insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. İslâm'ın hiçbir yönü bir başkasının dikkatini çekmemektedir. Amerika'dan Japonya'ya kadar ya Mevlânâ ya İbn-i Arabî ya o bizim büyük dervişler okunuyor ve insanlar bir miktar ilgileniyorlarsa İslâm'la ilgileniyorlar. Onun hâricinde hiç kimse İslâm'ın siyâsî görüşü, İslâm'ın ekonomik görüşü veya ne bileyim fıkıhtaki işte kol kesme cezâsı muhteşemdir gibi konular üzerinden dînimizle ilgilenmiyor. Artık gerçekleri görmek lâzım. 

TÜRKİYE RÛHUNU ARIYOR

Sûfî ritüelleri ve ibâdetlerinin günlük hayâta yansıması nasıl olur?

Tasavvufun ritüelleri, İslâm dîninin ritüellerinden farklı değildir. En temel mânâda İslâm'ın söylemiş olduğu farzlar nelerse onları yerine getirmek tasavvuf yolunda esastır. Yâni İslâm'ın şartları olan namaz, oruç, hac, zekât gibi hususlar her Müslüman'ın üzerine farz olduğu gibi her Sûfî'nin üzerine de farzdır. Ama buna ilâve olarak da bazı nâfile ibâdetleri vardır.

Ülkemiz zâten yüzyıldan beri bir zihnî kargaşa içerisinde. Bundan dolayı Türkiye rûhunu arıyor. 

PERDELERİ KALDIR, AYNAYI SİL, FAZLALIKLARDAN KURTUL

Sûfîlikte “benlikten arınma” (nefsi terbiye) ne anlama gelir ve bu süreç nasıl işler?

İnsana Allah (cc) kendi rûhunu üflemiştir ve o ruh aslıyla kavuşmak ister. Allâh’ı bilen, tanıyan, iyilik yapan insandaki ilâhî ruhtur. Aşağıya inmesi, maddeye bulaşması netîcesinde o rûhun etrâfı örülmüştür, örtülmüştür, perdelenmiştir ve nefsleşmiştir. İster istemez iyi çalışamıyor anlamına gelir. Yapılacak şey basittir. Tıpkı yükselmek isteyen balonun altındaki kum torbalarının atılması gibi. Sepetteki kum torbaları, ağırlıklar atıldıkça balon yukarıya doğru çıkacaktır. Çünkü insan yukarı doğru yükselmek ister tabiatı gereği. İlâhî rûhu taşıdığı için ona engel olan bazı kötü vasıfları kendinden atar; meselâ çok yalan söylüyorsa, çok kibir varsa bunları atması gerekir. Üstü açıldığı için rahat rahat çalışmaya başlar ve insan yükselmeye başlar. Yapacağı çok fazla bir şey yok aslında. Yâni insan aslına yapışmaya, kavuşmaya hazırdır zâten. 

Bir Sûfî’nin zorluklar karşısında tutumu nasıl olur? Sabır ve teslîmiyet bu süreçte nasıl yer alır?

Sûfî, bir kere cennette olmadığını idrâk eder. Mevlânâ'nın Mesnevi'de söylediği gibi kamışlıktan koparılıp gelmiş bir kamış misâli yanık yanık feryât etmektedir. İnsanın en güzel yapacağı şey sabırla, gelen her bir musîbetin, belânın, sıkıntının aslında kendisini arındırmak için olduğunu bilerek hareket etmek. Hani kahrın da hoş, lütfun da hoş. Hoştur bana Sen’den gelen diyor ya Yûnus. Tabiî ki belâ, musîbet, sıkıntı talep edilmez, istenmez. Hep iyilikler, güzellikler istenir ama yeryüzü hayâtı cennet hayâtı olmadığı için burada hastalık, birtakım sıkıntılar vardır ve olacaktır. Peygamberler bile çok büyük sıkıntılara mâruz kalmıştır. O sıkıntılar karşısında alınacak olan tavrın nasıl olacağı önemli. Bu eğitimi almayan günümüz insanları da başlarına bir şey geldiğinde bakıyorsunuz isyân ediyor, üstünü başını yırtıyor. 

YAVAŞLAYALIM RUH GERİDE KALDI

Modern yaşamın hızına ve karmaşasına karşı sûfî öğretisinin getirdiği dinginlik nasıl sağlanır?

Avustralya yerlilerinin çok meşhur bir sözü var. Kervanda hızlı gitmekte olan yerliler derler ki, bir dakîka yavaşlayalım, rûhumuz arkada kaldı. Özellikle modern hayatta aşırı hızlanma, seyahat araçlarının otomatikleşip dijitalleşmesi hayâtın kalitesini düşürmüştür. Bizler bazı şeyleri, anları kaçırmaya başladık. En lezzetli yemekler bile ağır ateşte olgunlaşır. Bugün elimizde mikrodalga gibi birtakım cihazlar, bir dakîka içerisinde yemek pişiren cihazlar bulunuyor ama sağlığa zararı da olmaktadır.

Oysa biraz yavaşlasak satır aralarında dikkatli davranılsa bazı incelikler, bazı hikmetler farkedilecek. Modern hayâtın hızı aynı zamanda baş döndürüyor. Oysa biliyoruz ki acele şeytandandır. 

Meselâ günümüzde yavaşlatılmış şehirler duymaya başladık. Hayâtın daha mutlu yaşandığını görmeye başladılar ve dünyâdaki bazı kasabalar örnek gösterilmeye başlandı. Burada çok fazla otomobil yoktur, elektronik cihaz yoktur. Doğayla daha baş başa bir yaşam vardır.

Ekim 2024, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak