Ara

Yaşasaydı…

Yaşasaydı…

Efendim, ümmet içinde vahdeti sağlayan biriydi. Çünkü iki husûsu çokça sorardı. Usûle riâyet ediliyor mu? İhvânın beynleri, arası nasıl?

İçinde bulunduğu toplumu, Kur’ân ve Sünnet iklîmine çekerdi. İlâhî mesajı, Nebevî ahlâkı her tarafa yayardı. Mübârek gözlerini bu hizmette kaybetti. Gündüzleri kitapları araştırdı. Geceleri yazdı. Vücûd-ı saadetlerini Hakk Teâlâ yolunda eritti. Sohbetlerini kısa tutması gerekirken doktorlara göre, en az iki saat görüştü.

İstikametin önderiydi. Tasavvufu târifte, îmânı ne kadar güzel beyân buyuruyordu. Lâ İlâhe İllallâh lisânen ikrar ve kalben tasdîk ile İslâm’ı tesis eden iki cümle-i şerîfedir. Lâ İlâhe İllallâh İslâm’ın etemmi, Muhammedün rasûlüllâh mütemmimidir. Lâ İlâhe İllallâh ikrâr-ı vahdettir. Muhammedün resûlüllah tasdîk-i risâlettir.

İbâdetleri ihsan ölçüsünde yapmayı târif ederken, Hakk Teâlâ’yı görür gibi yapmanın örneğini de gösteriyordu. Kıldırdığı bir akşam namazının zevkini, haşyetten doğan tadını unutamıyordu sâlikleri. Tâatlerde vasat orta yolu tercih ederdi. Her sohbette hatim iniliyordu. Bir Yâsîn-i Şerif’le yetinin buyurdu. Şahsî ibâdetler müstesnâ. Toplu yapılan ibâdette, en zayıfa göre tesbit edilmesini istiyordu. Efendimiz (sav) “Yâ Muaz, namazı uzatma, hasta olan, ihtiyaç içerisinde bulunan kimseler bulunabilir.” buyurdu. Ömrünü ibâdete verenlere, “Peygamber olduğum halde, namaz kılıyor istirahat da ediyorum. Oruç tutuyor iftar da ediyorum. Zevcelerim de var” buyurdu.

Güzel ahlâka misâl, O’nun (ks) hayatıydı. Tavırlarını görenler, utanırdı kendinden. Müşâhede edenlerin hayâtı değişirdi. Mânâsını görenler hiç konuşmazdı. Mahir İz hocamız gibi, “bu Hz. Sâmî” derdi. Bir grub onun hakkında hep güzel sözler ederler. Dr. Dursun Bey, onunla çok bulunmasına rağmen hiç konuşmaz. Üstâzımız H. Hasan Efendi (ks) “Efendimin nelerini bilirim ama anlatamam. Çünkü beni mesûl tutar.” derdi. Zâhiren irtihâlini duymamıştı. O günün sabahında bir başkaydı. “Efendim Bayezid makamında, Cüneydi Bağdadî mertebesinde” diyordu. Daha neler söylemiyordu. Kırk yıldır görürüm onu. Her ziyâretimde farklı müşâhede ederim.

Ehl-i basîret, eşyâdaki sır ona zâhir. Âlem-i melekût, Ceberût ve Lâhût gözlerinin önünde. Esad-ı Erbilî Hazretlerinin buyurduğu gibi, bu dünyâda bir sûret. Ama o sûret, yanından geçtiği kabrin azâbı hafifleyen, belâ ve musîbeti def olan, yağmurun ve rızkın verilişi yüzü suyu hürmetine bahşolunan bir zât-ı âlî.

Konuştuğu kelâmların gönüllere tesiriyle bir hikmet pınarıydı. Kırk yıl önce konuştuğu sözler sadra yazılır silinmezdi. Bâtın cihetini bilemeyiz ama, hissettiklerimizi kaleme alsak bir kitap olur. Anlaşılmaz bir hitap olur. Okuduğu âyetleri, anlayışlara göre îzah buyururdu. Dikkat edilirse, eserlerinde kendi görüşlerine yer vermemiştir. Müfessirîn-i İzâm ve muhaddisînden nakiller yapmıştır. Bu hâliyle, İslâm fıkhında geçen “mukallidun” tâbirinin îzâhını yapmıştır. Sence ve benceler üretmemiş, ulemâ-i kirâma derin saygısını göstermiştir.

Irmak denize kavuşmuş, vâsıl-ı İlallâh olmuştur. “Bu Niyazi’den de Mevlâ görünür” sırrına ermiştir. Bu konuda diller suskun, gönüller cûşa gelmiş, tahammül bitmiş, hâl-i hayret neş’et etmiştir.

“Tâkati yok dilimin, hâlimi takrîre bile. Ey bâd-ı sabâ, uğrarsa yolun semt-i haremeyne Selâmımı arzeyle Rasûlüs-sekaleyne.”

Sıddîk-ı Ekber’in, “Yâ Rabb! Sana olan hayretimi artır” duâsıdır bu meydan. Bunlar her hâli ölçülüdür. Zâhirde değil bâtındadırlar. Gönül ehli, ahdinde vefâlı, infâk eder isrâf etmez, âdil, her şeyi yerine kor, evsâfı Kur’ân ve hadisde bildirilen velîlerdir.

Alemdar (Yenidünya Dergisi Şubat 2017)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak