Yaratılış gâyemizi net bir şekilde belirleyen âyetinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.1 Müfessirlerce âyetteki kulluk, Allâh’ı birlemek, O’nu tanımak, O’nun emir ve yasaklarını bilip gereğini yerine getirmek olarak anlaşılmıştır.2 Kişi, Rabbini doğru bir şekilde tanıdıkça O’na kulluk ve ibâdette devâm edecek, bu konuda O’na yaklaşacaktır. Nitekim bir hadislerinde Peygamberimiz, Ben sizin Allâh’ı en iyi tanıyanınız, O’ndan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım3 buyurarak buna dikkat çeker. Demek ki kulluk, bizim dünyâya geliş gâyemiz ve hayâtımıza değer katıp onu anlamlandıran ruhtur.
Yüce Allâh’a kulluk; O’nu gereği gibi tanımak, O’na bağlanıp O’nun rızāsını kazanmak için çalışmak, O’na karşı sorumluluklarını yerine getirmek, duā, ibâdet ve tāati yalnızca O’na has kılmakla mümkündür. Îman ve sâlih ameller Allâh’a kulluğun göstergeleridir. Nitekim mü’minler günlük olarak tekrar tekrar okudukları Fâtiha sûresinde Yalnızca Sana ibâdet/kulluk eder ve yalnızca Senden yardım dileriz diyerek O’na bağlı olduklarını ve yalnızca O’nun kulu olduklarını dile getirirler. Bütün Peygamberlerin ortak mesajı, insanlığı Allâh’a kulluğa çağırmak olmuştur: Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, ‘Benden başka ilâh yoktur, şu halde Bana kulluk edin’ diye vahyetmiş olmayalım.4 Ey insanlar! (Azaptan) korunmak için, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kul olun.5
Yüce Allâh’a kulluk, insan için en büyük şereftir. Kulluğun süresi ömür boyudur: Ölüm gelinceye kadar Rabbine kul ol!6 Kulluk, öteki dünyâda da devâm edecek olan bir sorumluluktur. Cennette ibâdet olmayacaktır ancak cennetlikler orada da Yüce Allâh’ın kulu olmaya devâm edeceklerdir. Onun için Hz. Peygamber, büyük mûcizelerden biri olan İsrâ mûcizesi ile anılırken kulluk unvânıyla anılır: Kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allâh’ın şânı ne yücedir! Doğrusu O, işitir ve görür.7 Hz. Peygamber (sav), cinlerle buluşup onlara Kur’ân okuması anlatılırken de Abdullâh/Allâh’ın kulu unvânıyla anılır.8 Kelime-i Şehâdet’te de Abdühü ve Rasûlüh denilerek O’nun Allâh’a kul oluşu, O’nun elçisi oluşundan önce zikredilir. Onun kul oluşunun zikredilmesindeki temel amaç, onun insanlık için örnek bir kul oluşunu hatırlatmak, bu konuda onu örnek almak ve onu insanüstü nitelemelerden uzak tutmaktır.
Bütün bunlar bize, Allâh’a kulluğun ne büyük bir şeref ve saādet olduğunu gösterir. Zâten Yüce Rabbimiz, O’nun katında bize değer kazandıracak asıl ölçünün kulluk olduğunu bildirir: Kulluğunuz/duānız/ibâdetiniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin?9
Bāzılarının sandığı gibi Allâh’a kulluk, aslâ sıradan bir kölelik değildir. Aksine O’na kulluk, insanı esîr/zelîl eden diğer kölelik ve esâret zincirlerinden kurtulmaktır. Onun için Allâh’a kulluk, gerçek özgürlüktür. Tıpkı Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi: Ben kul oldum, ben kul oldum... Ben zayıf bir kul olduğumu ve kulluğumun gereğini ifâde edemediğim için utanıp başımı önüme eğdim. Her köle âzâd edilince sevinir. İlâhî, bense Sana kul/köle olduğum için seviniyorum.10 Hz. Ali (k.v) gerçek kulluğun hakīkī özgürlük olduğunu şöyle açıklar: Sevap elde etmek için Allâh’a kulluk, tâcirlerin ibâdetidir. Korkudan dolayı kulluk, kölelerin ibâdetidir. Allâh’a şükretmek için kulluk ise, işte asıl hürlerin ibâdeti budur.11
Kulluk, gönülden Yüce Yaratıcı’ya inanıp O’na bağlanmakla başlar, ancak burada bitmez. Kulluk, kuru bir iddia değildir. Gerçek kulluk, söz ve davranışlara yansımalıdır. Söylem ve eylemler kulluğun isbâtıdır. Yüce Rabbimiz bir âyetinde kulluğu ve onun yansımalarını şöyle açıklar:
Oysa onlar/Kitap ehli, doğruya yönelerek, dîni yalnız Allâh’a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.12
Yegâne hak/dosdoğru dînin en temel esasları bunlardır: Yalnızca Yüce Allâh’a kulluk… Dîni Allâh’a has kılmak… Namazı ikāme etmek… Zekâtı vermek… Târih boyunca insanlık, öncelikle bu ilâhî emirlere muhatap olmuştur. Bu emirlerde ihlâs, ītikad, bedenî ve mâlî ibâdetler ve sosyal dayanışma bir araya gelmiştir. Bunlar birbirinden ayrıl(a)mazlar. Zîrâ pek çok âyetinde olduğu gibi bu âyetinde de Yüce Rabbimiz, bütün bunları bir arada ve iç içe zikretmiştir. Şimdi âyette birlikte sayılan bu güzellikleri kısa kısa açıklayalım:
Yalnızca Yüce Allâh’a kulluk… Tevhîd üzere olmak için, yalnızca O’na kul olmak. İbâdeti yalnızca O’na yapmak. İbâdete riyâ ve süm’ayı karıştırmamak. Görsünler, duysunlar, beğensinler diye değil, herhangi bir beklenti için değil, Yüce Allâh’a, ibâdet ve kulluğa lâyık yegâne güç olduğu için ibâdet ve kulluk etmek. Rabbine kavuşmayı uman kimse faydalı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.13
Dîni Allâh’a has kılmak… Din koyma, dînin esaslarını belirleme yetkisini Yüce Allâh’a bırakmak. O’nun bu yetkisini başka varlıklara vermeye kalkmamak. Şirke bulaşmamak. Şirkten ve şirk şâibelerinden uzak durmak.
Dîni O'na has kılmak. Tüm hal ve harekâtını O'na göre programlamak. Her şeyimizle O'nun olmak. Özümüzle, sözümüzle. O'nun dînini O'nun indirdiği ve istediği gibi anlayıp yaşamak. Dîni O’ndan öğrenmek, O’nun dînine kendimizden bir şey katmamak, kendi tez ve düşüncelerimizi O’na söyletmeye kalkmamak. İşte dînin Allah için olması ve yalnızca O’na has kılınması budur. Dîni Allâh’a has kılmak, şirk şâibelerine bulaşmamayı ve bütün yapılanları yalnızca Allah için yapmayı da içine alır.
İlim, sāhibini ihlâslı olmaya götürürse onun için mânevî doyum ve huzur gerçekleşir. Kişi yakīnî ilimle gerçek ilim sāhibi olur, ihlâsla amele dönerse, ondan sızlanma, cehâlet ve kuru bilgi gider. Sızlanmanın yerini sabır alır, cehâletin yerini ilim alır, kuru bilginin yerini eylem alır. Zâten ihlâs, kalbiyle ve kalıbıyla, iç ve dış dünyâsıyla O’nun olmak değil midir?
Namazı ikāme etmek… Dîni bu şekilde doğru anladıktan sonra, sıra gereklerini yerine getirmeye gelecektir. Gereği gibi namazı kılarak, zekâtı vererek dîni hayâta geçirmektir öncelikle yapılması gerekenler. Sağlam bir inançtan sonra, bedenî ve mâlî tüm ibâdetleri Allâh’a has kılmak, beden ve malları O’nun uğruna seferber etmektir. İşte dosdoğru din, haniflik budur. Hayat Düstûrumuz Kur’ân, namazı ikāme etmekten, onu huşû/içtenlikle edâ etmekten, onda devamlı olmaktan ve onu muhāfaza etmekten bahseder.
Namaz, bedenî ibâdetlerin şâhıdır. Namazı ikāme etmek, onu ayağa kaldırmak, onu vaktinde, gereği gibi kılmaktır. Namazı ikāme etmek, namazla ayağa kalkmaktır, namaz rûhunu hayâta taşımaktır. O rûhu namaz kılınan yer ve zamanda bırakmamaktır. Ve bütün bunları āile boyu, cemiyetin bütün fertleri ile birlikte yapabilmektir.
Zekâtı vermek… Sāhip olduklarımızı sınav aracı olarak görmek ve gerektiğinde onları, onların asıl sāhibi Yüce Allâh’ın emirleri doğrultusunda, O’nun belirlediği zaman ve miktarda, O’nun emrettiği yerlerde harcamaktır. Yüce Allâh’ın malını, O’nun emriyle, O’nun rızāsını kazanmak için, O’nun kullarına vermektir.
Zekât arınmaktır. Malın şüpheli şeylerden arınması, vâriyetli kulun cimrilik ve bencillikten arınması, yoksul kulun da kıskançlık ve servet düşmanlığından kurtulmasıdır. Sonuçta zekât, dünyevîleşmenin kirli ağından sıyrılarak toplumun arınmasıdır.
Tabii ki ibâdetler bu sayılanlardan ibâret değildir. Müslüman, ibâdetleri âdetlere dönüşmekten kurtaran ve aksine âdetlerini ibâdete dönüştürmesini bilen kimsedir. İbâdetler âdete dönüşürse namaz ritüeli, bir kısım bedenî hareketlerden ibâret kalır. İbâdet, âdete dönerse oruç, bir çeşit diyet uygulamasına; infâk insancıl bir paylaşıma; hac turistik seyahate; cihâd ganîmet sevdâsıyla savaşa dönüşür. Ama âdetler ibâdet rûhuyla yapılırsa Müslümanın her sözü ve her eylemi ibâdete dönüşür ve ona Allah katında değer ve sevap kazandırır. Nitekim Ufuk Peygamberi bu konuda şöyle buyurur:
Güneşin doğduğu her gün, insanların her bir eklemi için bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yâhud yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.14
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hâli vardır. Onun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe nīmete kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa musībete uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.15
Yüce Rabbimiz bizleri, kulluk bilinci ve ibâdet şuuruyla her işini hayra dönüştüren bahtiyâr kullarından eylesin.
Dipnotlar:
1 51 Zâriyât 56.
2 Tefsîru Mukâtil.
3 Buhârî, İman 13, İ’tisâm 5, Nikâh 1; Müslim, Sıyâm 74, 79; Ebû Dâvûd, Edeb 17, Savm 36.
4 21 Enbiyâ 25.
5 2 Bakara 21.
6 15 Hicr99.
7 17 İsrâ1.
8 72 Cin19.
9 25 Furkân 77.
10 Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, I, 41.
11 Gölpınarlı Abdülbak, Mesnevî ve Şerhi, I, 46-47.
12 98 Beyyine 5.
13 18 Kehf 110.
14 Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 12, Edeb 160.
15 Müslim, Zühd 64.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak