Ara

Yâr/Allah Teâlâ’nın Dışındaki Her Şeyi(n Sevgisini) İfâde Eden Kavram: Ağyâr

Yâr/Allah Teâlâ’nın Dışındaki Her Şeyi(n Sevgisini) İfâde Eden Kavram: Ağyâr

Yâr/Allah Teâlâ’nın Dışındaki Her Şeyi(n Sevgisini) İfâde Eden Kavram: Ağyâr

Abdullah Sivaslı

‘Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk, Padişah konmaz sarâya hâne ma’mûr olmadan’ İrfânî gelenekte tek gerçek varlık Cenâb-ı Hakk’ın zâtı kabûl edildiği için, Hakk’a vuslat için O’ndan başka her şeyden yâni ağyârdan yüz çevirmek üzere zihin, kalp ve bütün benliğiyle sâlikin O’na yönelmesi hedeflenmiştir.1 Bir başka ifâdeyle dile getirmemiz gerekirse sûfîler, ağyârdan yüz çevirerek tam bir teslîmiyetle Hakk’a yönelerek yakînî bilgiye ulaşılabileceği ve kalplerin ancak bu hal/makam kanatları ile mutmain olabileceği kanâatini taşımışlardır.2 Çoğulu ‘Ağyâr’ olan ‘Ğayr’ kelimesi tasavvufta ‘Allah’tan başka her şeyi’ ifâde eden bir kavram olarak kullanılmıştır.3 Sûfîler, dünyâya âit bütün güzellikleri ve nefsin isteklerini/direktiflerini ağyârdan saymışlardır. Onlara göre sâlik, mutlak varlığın gönlünde tecellî etmesini istiyorsa ağyârdan yüz çevirmelidir: ‘Yârun cemâlüni eger idersen ârzû, Gönlün gerek ki gayr hayâlinden arına.’4 Ahmed-i Kuddûsî, ağyârı ‘Allah’tan uzaklaştıran, kulun maslahatlarına ve mutluluğuna en fazla perde olan şey’ olarak tanımlamıştır. Ona göre, kul Allah’tan başkasına/bir şeye bağlı kalırsa vekîl olarak o şeyi/kimseyi görür ve bu hatâsından dolayı amacına ulaşamaz. Kuddûsî’nin ifâdesine göre bu durumda sâlik, ağyâra gönlünü bağladığı sürece Rabbinin rızâsına kavuşma imkânına sâhip değildir.5 Sûfîler, Kuddûsî’nin bu tesbitlerine şu âyet-i kerîmenin delâlet ettiğini ifâde etmişlerdir: ‘Allah’tan başka (varlıkları ve güçleri) sığınak kabûl edenlerin durumu, kendisine ağ ören örümceğin durumuna benzer; çünkü barınakların en zayıfı örümcek ağıdır. Keşke bunu anlasalardı.’ şeklinde açıklanmaktadır.6 Sûfîler, ‘Unuttuğun zaman Rabbini zikret7 âyetinin de ağyâr kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ifâde etmişlerdir. Onlar, âyette geçen ‘unuttuğun’ kavramını ‘Hakk’tan başkasını (ağyârı) unuttuğunda’ yâni ‘tüm ağyâr zihninden boşaldıktan sonra zikret’ şeklinde yorumlamışlardır. Bir başka yoruma göre ise ‘unuttuğun’ ifâdesi ‘zikir esnâsında kendini unutup Cenâb-ı Hakk ile var olduğunda’ şeklinde değerlendirilmiştir. Sûfîler, kalpte iki şeyin aynı anda bulunmasını (Allah Teâlâ ve ağyâr sevgisi/ilgisi), zikir/anma/yâd etme fiili için bir çelişki görmüşlerdir. Onlara göre, Allah Teâlâ’yı gerçek mânâda anmak/yâd etmek ve O’nun sevgisi/aşkıyla donanmak Allah sevgisinin dışındaki her şeyi terk etmekle mümkündür. Kalbî zikrin ağyârı unutmayı gerekli kıldığını belirten sûfîler, zikredenin zikrettiği zâtı ancak bu konsantrasyon/istiğrak/meditasyon hâliyle gerçek anlamda anmış/yâd etmiş olacağını vurgulamışlardır.8 Sâlikin Yâr İle Muhabbetine Engel Sevgilere Dâir İrfânî Tesbitler: Ağyâr ve Sûfîlerin Bu Konudaki Tesbitleri Sûfîler, tasavvufun temel hedefinin ‘ağyârı/Allah’tan başka herşeyi kalpten çıkarıp Allah Teâlâ’nın sevgisi/aşkı ile onu bâkî kılmak’ olduğunu sıklıkla vurgulamışlardır. Necmeddin-i Kübra’nın da belirttiği gibi, sâlikin yaptığı zikir alıştırmalarının temel hedefi “Hakk’tan başka/ağyâr şeylerin dilden ve gönülden tam anlamıyla çıkarılması”dır. Ona göre, mutlak varlıktan başkası/ağyâr gönülden tamâmen çıkarılmadıkça sürekli zikri kalbe yerleştirmek aslâ mümkün değildir.9 Hasan Hâlid el-Mevlevî de bir tasavvuf sözlüğü mâhiyetinde olan ‘Istılâhât-ı Meşâyıh’ adlı eserinde konuya benzer ifâdelerle şu şekilde ışık tutmuştur: ‘Hâl ile nokta-i vahdet beynindeki münâsebet zâhirdir. Çünki hâlin siyâhlık ile hüviyyete müşâbeheti vardır. Çünki hüviyyet ağyârın idrâk ve şu’ûrundan muhtecib ve muhtefîdir. Kemâ kîle: Lâ yerallâhe illallâhu ve ya’rifallâhe illallâhu’. Allâh’ı Allah’tan başkası görmez ve Allâh’ı Allah’tan başkası bilip idrâk etmez.’10 Abdülkadir-i Geylânî ise: ‘Eğer sâlik dünyâyı istiyorsa âhireti gönlünden çıkarmalı, âhireti istiyorsa dünyâyı kalbinden çıkarmalı, Hakk’ı istiyorsa âhireti de, dünyâyı da, yâni tüm ağyârı kalbinden çıkartıp atmalıdır. Kalbinde dünyâya âit zerre kadar bir şey bulunursa cenneti göremez, cennetten ve nimetlerine karşı zerre kadar birşey bulunursa da Hakk’a kurbiyetinin hiçbir şeye ulaşması mümkün değildir11 ifâdeleriyle ağyâr terk etmenin, sâlikin hedefine ulaşması konusundaki önemine işâret etmiştir. Geylânî’nin bu tesbitlerine Kuddûsî, şu şiiri ile destek vermiştir: ‘Nedir maksûdun ey ‘âbid ibâdetten degil bana Eğer tâlib isen dünyâya bil âhiret harâm sana Eğer âhiret dilersen gönül verme şu dünyâya Ki âhiret ehline dünyâ haramdır böylece bil ha   Eğer ‘âşık ise Mevlâ’ya geç dünyâ ve ‘ukbâdan Harâmdır çünkü Ehlullâh’a anlar şüphe yok aslâ Sığar mı bir gönülde iki mahbûb var düşün bir kez İki zıd ictimâ’ itmek muhâl mümkün değil zîrâ’12 Meşhur sûfî Somuncu Baba/Hamidüddin-i Aksarayî, rabbinden bağışlanma/af dilediği ve çeşitli tasavvufî kavramlarla ağyâr kavramını değerlendirdiği şu şiirinde ağyâr meselesini derinlemesine değerlendirme imkânı bulmuştur: ‘Senden dolu iki cihân Oldum zuhûrundan nihân Ger bulayam seni ayân Yâ Rabb n’ola hâlüm benüm   Dilde kanâat olmaya Zühd ile tâat olmaya Senden hidâyet olmaya Yâ Rabb n’ola hâlüm benüm   Şol gün ki mîzan kurula Hakk kapusunda durula Halayık oda sürüle Yâ Rabb n’ola hâlüm benüm   Ağlarım işte zâr ile Kaldum diriğ ağyâr ile Bilişmedim sen yâr ile Yâ Rabb n’ola hâlüm benüm   Hamidi’nin gözü yaşı Doldurur dağ ile taşı Bilmem n’idem garip başı Yâ Rabb n’ola hâlüm benüm’13 Somuncu Baba’nın şiirine bakıldığında onun ağyârdan kurtulamamanın ıstırâbını duyduğunu açıkça dile getirdiğini, ağyârdan/mâsivâdan kurtulup Allah Teâlâ’ya kalbi/gönlü hasredebilmek için kanâat, zühd, hidâyet ve ihlâsın olmazsa olmaz değerler olduğunun altını çizdiğini görürüz. Sonuç olarak Sûfîler sistemlerini, ‘yâr ile bir/berâber olmak’ hedefi üzerine inşâ etmişlerdir. Onların ifâdelerinden anlaşıldığına göre yâr/Allah Teâlâ ile baş başa kalmak ve O’nun sevgisiyle gönlü ihyâ edebilmek için ağyârdan/Allah Teâlâ’nın dışındaki her şeyden gönlü temizlemek gerekmektedir. Sûfîler, bu gâyelerine ulaşabilmek için nefs mücâdelesi, rûhun güçlendirilmesi, dünyâ sevgisinin kalpten çıkarılması, halvet, zikir, tefekkür, ihlâs ve vahdet deryâlarına dalarak ağyârdan yâr olan Allah Teâlâ’ya rücû etmenin gerekliliğinden bahsetmişlerdir. Onların bu tavrı, ağyâr konusunu birçok kavramla birlikte değerlendirdiklerini göstermektedir. Yine sûfîlerin gönül saraylarında ağırlamak istedikleri ‘Pâdişah’ için ağyârdan/mâsivâdan geçip ‘Yâr’in sevgisiyle/aşkıyla dolmak gerektiğini vurguladıklarına şâhit oluruz. Sûfîlere göre Allah Teâlâ’nın tecellîlerine mazhar olabilmenin yolu; her türlü kaygı, endîşe ve hesaptan sıyrılıp sâdece Allah Teâlâ’nın sevgisine/aşkına tâlip olmaktan geçmektedir. Sûfîlerin ağyâra dâir tesbitlerinin bir özetini Şemseddin-i Sivasî’nin şu şiirinde görmek mümkündür ki çalışmamızı onun bu şiiri ile noktalamak istiyoruz: ‘Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pürnûr olmadan Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk Pâdişâh konmaz sarâya, hâne mâmûr olmadan Hakk cemâlin Kâbe’sini kıldı âşıklar tavaf Yerde Kâbe, gökyüzünde Beyt-i mâmûr olmadan Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî Ya niçin söyler Ene’l-Hak, kişi Mansûr olmadan? Mest olup meydâne geldim tâ ezelden tâ ebed İçmişem aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan ‘Mûtû kable en temûtû’ sırrına mazhar olan Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan Âşıkın çok derdi amma sırrın izhâr eylemez Söylemesi terk-i edeb çünki destûr olmadan Bir acâib derde düşmüş tutuşur Şemsî müdâm Hakk’a makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan’   Dipnotlar: [1] Özköse, ‘Zühd ve Sûfîlerin Zühde Yükledikleri Anlam: Tasavvufta Dünyevileşmeye Tepkisel Yaklaşım’, s.176. 2 Ömer Fuadi, Şaban-ı Veli, Çeviren: Mehmet Bedirhan Nefes Yay., İstanbul 2011, s.50. 3 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.482; Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf, Ankara 2007, s.121. 4 Yaşar Akdoğan, Ahmedî Divanı: Tenkitli Metin ve Dil Hususiyetleri, İÜEFTDE, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul a979, s.602. 5 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr Ganimetü’l-Ebrâr, KMM ktp. nr.2444vr., 265a. 6 Ankebut 29/41. 7 Bakara 2/186. 8 el Herevi, Menazilü’s-sairin, Tercüme: Abdulrezzak Tek, Emin Yay., Bursa 2008, s.109; Necmeddin-i Kübra, Tarikatlarda On Esas, Tercüme: İsmail Hakkı Bursevi, Pamuk Yay., İstanbul 1988, s.103. 9 Muhammed Şucai, Makalat-3, Tercüme: Ali E, İnsan Yay., İstanbul 2011, s.271. 10 Fatih Başpınar, ‘Hasan Hâlid el-Mevlevî’nin ‘Istılâhât-I Meşâyıh’ Adlı Tasavvuf Sözlüğü ve Eserin Son Kısmında Yer Alan Tasavvufî Tabirler’, Route Educational and Social Science Journal, Volume 1(2), July 2014, s.171. 11 Dilâver Gürer, Abdülkâdir Geylânî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yay., İstanbul 1999, s.236. 12 Kuddûsî, Divan, s.4. 13 Süleyman Doğan, ‘Somuncu Baba’nın Eğitim Metodu’, Turan: Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi, Yıl: XII, c.IV, Sayı: XIII, Kış 2012, s.129.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak