Zaman zaman sahneye dışarıdan bakmakta fayda var. Gerek gündelik hayatta gerekse tefekkür planında. İçinde bulunduğumuz verili durumdan/ortamdan uzaklaşarak olgu ve olaylara farklı açılardan/pencerelerden ve farklı bir gözle, derinlemesine bakmak. Defalarca aynı sokaktan geçmiş, aynı çeşmeden su içmişizdir hem de kayıtsız bir şekilde. Lâkin bazen öyle bir an olur ki “İşte bu! Daha önce nasıl olmuş da ben bunu fark edememişim.” deriz. Kırılma noktasını oluşturur o an hayâtımızda. Bütün mesele bu kırılma ânını/anlarını çoğaltarak meleke hâline getirebilmekte. Hayâtın kendisi bizâtihî farkındalıktan ibâretken ve her farkındalık da bir vesîleyi/gayreti gerektirirken, “Bugünün robotlaşmış hayâtında farkındalığa yer var mı ki?” diye sorulabilir elbette. Evet, “îman varsa imkân vardır.”
Eyüp Sultan Câmi-i Şerîfi'nin arka tarafından tepelere uzanan yol üzerinde, mezarlıkların arasında bir câmi vardır. Burası Murtaza Efendi Câmi-i Şerîfi'dir. Kaşgarî Dergâhı olarak da bilinir. Kuruluşundan itibâren Nakşibendî tekkesi olarak faaliyet göstermiş. İlk şeyhi Abdullah Nidâyi Kaşgârî, ikinci şeyhi Nidâyi’nin oğlu Ubeydullah Kaşgârî, üçüncü şeyhi Abdülkadir-i Geylânî hazretleri ahvâdından olduğu rivâyet edilen Îsâ Geylânî Hazretleridir. Tekkenin son postnişini ise Abdülhakim Arvâsî Hazretleridir. Bahse konu ilk üç şeyh efendinin kabirleri dergâh civârında, Abdülhakim Arvâsî Hazretlerinin kabri ise Ankara Bağlum’dadır. Necip Fazıl Kısakürek’in Abdülhakim Arvâsî ile yollarının burada kesiştiği ve bu birlikteliğin üstâdın hayâtında dönüm noktası olduğu rivâyet edilir. Dergâhta yukarıda ismini zikrettiğimiz şeyh efendilerin dışında pek çok sîmâ vazîfe yapmıştır. Bunlar ve dergâh muhibbanlarının kabirleri de civardadır. Cenâb-ı Mevlâmız cümle geçmişlerimize ganî ganî rahmet eylesin inşâallah.
Etrâfı oya oya, yazma yazma, tül tül, zarif işlemeli mezar taşlarıyla çevrili Kaşgârî Dergâhı’nın huzur veren, uhrevî bir iklîmi vardır. Yaz-kış her dâim ziyâretçisi bulunur. Yaklaşık yirmi seneden beri biz de mekânın müdâvimleri arasında sayılırız. Özellikle hafta sonları mütemâdiyen uğramaya özen gösterir, mânevî iklîminden istifâde etmeye çalışırım. Civardaki komşularla, Türkiye'nin dört bir yanından gelen ziyâretçilerle zaman zaman burada sohbet ettiğimiz olur. Üç-beş arkadaş oturmuş yine sohbet ediyoruz. En yaşlımız İhsan amcamız. Aslen Ordulu’dur. Pazarda çorap satarken tanışmıştık. Bomonti Tekel fabrikasından emeklidir. Çocuk yaşlarında gurbete çıkmış, çıkış o çıkış, bir daha uzun süre doğup büyüdüğü yerlere gidememiş. Şimdi zaman zaman memlekete gidip geldiği olur. Nur yüzlü, mülâyim, “hâzâ mü’min” diyebileceğimiz müstesnâ bir gönül insanı.
Karşımızda oturan gençlerden biri ya beyaz ten renginden ya da konuşmasından olmalı İhsan amcaya soruyor:
-Amca göçmen misiniz?
İhsan amca etraftaki mezar taşlarını işâret edip, tebessümle cevap veriyor:
-Evet, hepimiz göçmen değil miyiz?
-Dâr-ı fenâ’dan, Dâr-ı Beka’ya!..
“Hüve’l-Bâkî” Bâkî olan ancak Allâhu Teâlâ'dır.
Bir müddet sessizlikten sonra İhsan amca anlatıyor: Zannediyorum 1967 senesi idi. Uzun yıllar sonra memleketim Ordu’ya sıla-i rahîm kabîlinden ziyâret için gitmiştim. Komşularımızdan biri vefât etmişti. Cenâzeye ben de iştirâk ettim. Köy yerlerinde cenâzeler biraz daha duygusal atmosferde geçer. Zîrâ herkes birbirini tanır. Mutlaka ölen kişi ile bir hukûkunuz vardır. Ateş düştüğü yeri yakar misâli cenâze yakınlarının üzüntüleri daha belirgindir. Büyük şehirlerdeki gibi üst baş yırtmak, avazı çıktığı kadar bağırmak olmasa da ince ince süzülen gözyaşları, derinden inlemeler, gidenin ardından içli içli hane/mâni yakmalar meşhurdur. Tüm hazırlıklar yapıldı. Namazın ardından musallânın önünde saf tutup bekliyoruz. İmam Efendi metîn adımlarla, tabutun başına geçti ve söze şöyle başladı:
-Efendi kardeşlerim, muhterem cemaat! Eğer sabah namazlarını câmide kılıyorsanız şu an önünüzde duran ve Rahmet-i Rahmân’a uğurlayacağımız kardeşimiz için ağlayın. Ben de sizinle ağlayayım, hattâ bütün dünyâ ağlasın. Yok eğer sabah namazını değil câmide evde bile kılamıyorsanız varın gidin kendiniz için ağlayın! Ne kadar ağlasanız, feryâd u figân etseniz yeridir.
İhsan amca anlatmaya devâm ediyor: Yaklaşık 45 senedir bu hikmetli nasihat hiç aklımdan çıkmadı. Kulaklarımda çınladı durdu âdetâ. Bu hatıramı pek çok dost meclisinde de dile getirmişimdir. Geçtiğimiz yıl yine memlekete ziyârete gittiğimde bahse konu Hoca Efendi’yle karşılaştım. Kendisine 45 yıl önceki ibretlik nasihatini hatırlattım. Hoca Efendi, hem şaşırdı hem de bir nasihatinin yansımasına 45 yıl sonra şâhid olmaktan dolayı büyük bir mutluluk duyduğunu gözyaşları içinde dile getirdi. İhsan amca sözünü tamamladıktan sonra yine gözlerini civardaki mezar taşlarına çevirdi ve uzun uzun, sessizce baktı…
Evet, o mezar taşları ki Fahr-i Kâinât Efendimiz'in (sav) “Mü’minler Ölmezler! Bilakis onlar fânî âlemden bâkî âleme göç ederler.” hadîs-i şeriflerinde ifâdesini bulan, “herkesin birer fânî, kalınacak esas yurdun âhiret yurdu olduğu” gerçeğini asırlardır kulağımıza fısıldayan medeniyetimizin sessiz tanıkları. Hepimiz bir gün terk-i diyâr edeceğiz. Bu şüphesiz, apaçık bir gerçek. Önemli olan yüzü ak olarak, kırmadan, dökmeden, düzgün bir şekilde gitmek. Bir insanın ardı sıra söylenen “ne güzel insandı” sözü dünyânın en büyük nîmeti, âhiret hayâtı için en anlamlı azık değil midir? Şâirin dediği gibi: “Rızâsını iste Mevlânın/ Desinler sana hoş geldin/ Cihân fânî, bâkî değil/ Niçin dîvâna boş geldin?!”
Rahmetli üstad Sezai Karakoç’un benzetmesiyle, “Cennetten inme harflerle” yazılmış birkaç mezar taşı manzûmesi ile yazımıza son verelim:
“Aldanma bu dünyânın bağına bostanına/Benzer bir çocuk oyuncağına!”
“Fânî dünyâ bir misâfirhânedir/Burada zevk isteyen deli dîvânedir.”
“Baka gördüm cihânın yok bekâsı/Bekâsı yok cihânın ne bakası?/Ne oynamak ne gülmek şol kişiye/Ki, Azrâil’in elindedir yakası!”
“İstemem, kabrime ne su ne gül saç/Ellerini yalnız duâ için aç/Dün hayatta idim, şifâya muhtaç/Bugün kabirdeyim duâya muhtaç!”
Cenâb-ı Mevlâmız cümlemize farkında olmayı, kâinâta serpiştirilmiş âyetlerine ibret nazarıyla bakmayı, ilham almayı, hayâtımızı buna göre tanzîm etmeyi nasip ve müyesser eylesin inşâallah. Âmîn, Yâ Muîn! Velhamdülillâhi Rabbi'l-Âlemîn!..
Kasım 2024, sayfa no: 62-63-64-65
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak