Ara

Vâris

Vâris

Vâris
Eyüp Şimşek

Ey Vâris!

İzinden gittiğin, emâneti bugüne kadar getirerek sana teslîm eden başta Fahr-i Kâinât, Rasûl-u Enbiyâ, Habîbullâh Muhammed Mustafâ (sav)’e salât ve selâm ederek çık yola. Sahabelere, tâbiîne, ulemâya, enbiyâya, fakîhlere, gâzîlere, alplere, alperenlere ve cümle bu emâneti sırtlanarak yola çıkanlara selâm eyle öyle çık yola.

Dağlara baktığında onları ihtişamlı görme sakın, çünkü sen onların yüklenemediği büyük bir emânet ile yola çıktın.

Uğruna âlemlerin yaratıldığı En Sevgili (sav) mağarada Mekke’yi gözlerken tüm zamanlar ve âlemler biliyordu ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bir kelâm ile başladı sana düşen vazîfe: “OKU”. İşte Cebel-i Nûr’da inen, kalbinde hissettiğin bu nîmet sana bırakılan asıl emânettir.

Emânetin muhâfazası için kendi evinden hicret eden iki dost düştü çöllere, tüm kum tâneleri bu güzel yolculuğa şâhitlik etti. Biri emânetin ilk Vâris’i diğeri güzel bir yoldaş. Sana yoldaşlığı öğreten işte çölde geçen bu yolculuktur. O (sav) dediyse doğrudur diyenin emânete olan sıddîkıyyeti senin yolculuğunda kandilin olacaktır. Unutma seni çöllere düşüren, evinden ayıran, tâkip ettiğin bu yol emânete sâhip çıktığın sürece sana nice fetihler sağlayacaktır. Fetih sâhibi olsan da emânetin emrinden bir an dahi ayrılma. Zafer sana yazılsa da hükmün liyâkat ile olsun.

Senin sırtlandığın bu emânet çölün ortasındaki bir şehri, târihin gördüğü en büyük imparatorlukları sona erdiren bir devletin merkezi hâline getirmiş, târihin en şanlı medeniyetinin doğuşuna ev sâhipliği yaptırmıştır. Bu devletin adâletinin güneşi ışıktan dahi hızlı yayılmış, sâdece toprakları değil gönülleri de fethetmiştir. Şüphesiz o güneşin doğuşunu bekleyen öyle bir yer vardı ki.. Göklere açılan bir kapı, o kapıdan gelen bir müjde, ilk kıble, tüm emânetçilerin Rasûl-u Kibriyâ (sav)’in arkasında namaza durduğu, etrâfı mübârek ve bereketli kılınan topraklar olan Kudüs-ü Şerif. Fetih için bizzat şehre gelen Hz. Ömer şehirde yaşayanlar için adâleti kağıda dökerek bir emannâme hazırlamıştır. Allâh’ın kulu, mü’minlerin emîri Ömer bin Hattab’tan İlya halkına verilen, canlarına, mallarına, mâbedlerine ve hastalarına dokunulmayıp, onların korunacağına dâir verilen emannâmedir. Bu emannâme senin fetihlerine de emânettir. Her gün doğan güneşin cihânı aydınlattığı gibi senin adâletinin güneşini bekleyen daha nice şehirler var.

Fetih ile atını sürdüğünde; karaların bitip denizlerin başladığı yerde, denizin deniz ile bir set ile ayrıldığı diyarlara geldiğinde, önünde deniz gibi düşman, ardında sana düşman bir deniz bulursan senden önce emâneti taşıyan Tarık bin Ziyad gibi cesâret zırhını kuşan ve bir kıvılcım yak geri dönmemek üzere. Cesaretin karşısında tüm cihân titresin ve Allah sana iki denizin fethini nasîb eylesin.

Sen etrâfında gördüğün kimseye benzemezsin. Aynalar seni târif etmez. Ey Vâris, derin bir nefes al ve emânetin senin milletine verildiği vakte dön. Cihânın gördüğü en güzel atlar, altın sarısı bir ovaya yayılmış binlerce çadır. İşte kutlu emânetin sesi Horasan’da duyuluyor. Tuğlar bu sefer o âna şâhitlik etmeleri için dikiliyor. Binlerce yıl yaylarını gererek, atlarından inmeyerek gazâ tâlimi eden bir millet emânetin vârisliği için o gün yemîn ediyor. Biatleri tüm cihânı titretiyor. “Lebbeyk Yâ Rasûlallâh, Lebbeyk Yâ Rasûlallâh, Lebbeyk Yâ Rasûlallâh..”

Sana bir vatan emânet eden, bu kara parçasını sana vatan eyleyen o büyük komutan Sultan Alparslan’ı hatırla. Beyaz atında, beyaz kefene sarılmış, şehitlik için Rabb’ine teslîmiyet ile bağlanmıştı. Sana bırakılan emâneti muhâfaza edeceksen, sen de teslîmiyeti kefen gibi sar sırtına.

Ey Vâris!

Nice ordular gördü bu cihân, nice fetihler. Sen gücünü hiçbir zaman bileğinden almadın. Fetihlerin surları aşmak değildi sâdece. Bâzen bir savaş meydanını dar ettin düşmana, bâzen bir şehrin surlarını. Düşmanın seni barbar diye andı. Milyonlarca haçlı Kudüs’ü almak için önlerine kim gelirse din, millet ayırmadan ezip, yakıp yıkıp geçerken sen göğsünü siper ettin. Onların sana yaptıkları ile kin duymadan eline geçen binlerce haçlı askerine emân verdin. Ve onları gören papaz Odo de Deuil dedi ki: “Ey hıyânetten daha zâlim olan merhamet, Türkler bir parça ekmek ve bir kap su ile Hristiyan askerlerin dînini satın aldılar. Türkler onları Müslüman yapmak için herhangi bir baskı ve zorlama yapmıyorlardı.” Sen o gün gösterdiğin merhametin ile sana düşman olanın kalbini aslına çevirdin. İşte senin asıl fethin budur.

Birçok diyâra sürdün atını, bir elinde merhamet bir elinde cesâret ile. Rengi farklı, dili farklı birçok millet ile karşılaştın. Hepsini Allah yarattığı için sevdin. Düşmanlık eden ile gazâ ettin. Tek bir dil seçtin kendine; tüm dillerin üstünde, her milletin anlayacağı, kulak ile değil gönül ile dinlenilen bir dil. Bu dil muhabbettir. Sen konuşurken herkes bilir ki lisânın ne olursa olsun muhabbet ile konuşursun. Yûnus senin muhabbetine tercümân oldu. En değerli olan, Allâh’ın evi olan gönüle girmektir dedi.

Yaptığın her işte niyetin Allâh’ın rızâsını kazanmaktır Ey Vâris! Lâkin sâdece niyet yeterli değildir. Gayreti kendine yol arkadaşı eylemelisin. Gayretin niyetinin büyüklüğüne yakışır olmalı. Hayâllerin deryâları aşmalı ve gayretin en az o deryâlar kadar olmalı. Sultan 2. Mehmed’i Fâtih yapan, onu ve ordusunu müjdelenen komutan ve ordu yapan işte bu gayretti. Önüne çıkan her engeli hâlis bir niyet, niyete uygun gayret ve sonunda tevekkül ile aşmalısın.

Çıktığın bu yol çetindir. Kuvvetli yaylara, büyük ordulara sâhip olmayabilirsin. Sana ve taşıdığın emânete türlü hîleler ve oyunlar ile zarar vermek isteyenler olacaktır. İşte tam da burada siyâseti kendine yardımcı eylemelisin. Sultan 2. Abdülhamid, tüm cihân üzerine türlü oyunlar ve baskılar ile gelirken emânete siyâset ile kalkan oldu. Ona yüklenen vazîfe belki de daha önce hiçbir vârise yüklenmemişti. Lâkin senin yükün daha ağır.

Daha önce hiç duymadığın, ismi târih kitaplarında geçmeyen, kabri dahi bilinmeyen binlerce vâris var senden önce gelen ve emâneti muhâfaza eden. Bunlardan biri, biz Hz. Ömer’in emâneti, Selâhaddin’in mutluluğu Kudüs’ten 9 Aralık 1917’de ayrılırken emânetini bırakmayan ve tam 55 sene Mescid-i Aksâ’nın kapısında murâbıtlık eden Iğdırlı Hasan Onbaşı’dır. O vârisler arasında son murâbıttır. Sabır ile senelerce vazîfesine sâdık kalmıştır. Sen de sabrı kendine çelik bir zırh eylemelisin, sabır zamânı aşar, uzağı yakın eder.

Ey Vâris, işte senden önce birçok vâris emâneti bâzen bir sultan olarak, bâzen bir komutan, bâzen tekkede bir derviş olarak, bâzen ilim ehli, bâzen zanaatkâr olarak muhâfaza etti. Şimdi sıra sende ve emâneti sâhiplenmen için tüm cihân seni beklemekte. İşte sen binlerce yıllık emânetin son neferi olan vârissin. Emâneti koruman için ihtiyâcın olan: Îman yurdu olmuş bir kalb, Kur’ân-ı Kerîm’in ve Efendimiz (sav)’in Sünnetinin izinden giden bir akıl ve binlerce yıldır sancak, hânedan değiştirse de hâlâ senin irâden olan Devlet-i Muhammediyye’dir. Tüm cihân şafakta doğacak müjdeli haberini bekliyor.

Bugün de senden önceki vârislerin karşılaştıkları, emânete uzanan çirkef ve hîleli tehditler ile karşı karşıyasın. Lâkin emânet sana gelene kadar senden öncekiler birçok mücâdele içine girdiler ve senin emâneti sâhiplenmen için sana yol gösterecek birçok işâret bıraktılar. Yapman gereken, bu izi tâkip edip emânete sâhip çıkarak yeniden dirilişimize omuz vermendir.

Tüm mazlumların, mağdurların ve kimsesizlerin umûdu olmaya Allah adına vesîle olmak senin vazîfendir.

Ey Vâris!
Ayağa Kalk!
Selâm ve Duâ ile...

Haziran 2019, sayfa no: 56-57-58

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak