Ara

“Var Resûl’ün sîretini söylegil” Kadı Darîr’in Siyer’i

“Var Resûl’ün sîretini söylegil” Kadı Darîr’in Siyer’i

Türk dilinde yazılan ilk siyer, bilindiği kadarıyla Kadı Darîr’in Siyer-i Nebî’sidir. Kaynaklarda hayâtına dâir herhangi bir kayda rastlanmayan Kadı Darîr hakkında bilinenler, yalnız eserinin önsözünde söyledikleriyle sınırlıdır. Buna göre, onun asıl adı Mustafa’dır. Görme engelli olması hasebiyle şiirlerinde “Darîr”, bāzan da onun yerine “Gözsüz” mahlasını kullanmaktadır. Babasının Yûsuf, dedesinin Ömer olduğu künyesinden anlaşılmaktadır. Adı için kullandığı “Erzenü’r-Rûmî” nisbesi Erzurumlu olduğunu gösterir. Onun Erzurum’da Reşîdüddîn lakaplı Erzurum emîrinin zamânında yetiştiği ileri sürüldüğü gibi Salur Türkmenleri’nden olduğu da söylenmiştir.1

Darîr, 779 (1377) yılında Mısır’a gittiğini not etmektedir. Bu yolculuğu ilim tahsîli için yapmış olması muhtemeldir. Bu meyanda onun dönemde Mısır’da yaşayan devrin büyük âlim ve fakîhlerinden olan Bayburtlu Şeyh Ekmeleddîn el-Bâbertî’nin2 dâvetiyle bu yolculuğa çıktığı da söylenmektedir. Bununla birlikte yaşadığı dönemde Erzurum’da meydana gelen birtakım karışıklıkların da bu yolculuğa tesir ettiği kaydedilmektedir. Bu konu meçhûlümüzdür; ancak Şeyh Ekmeleddîn’in aracılığı ile Mısır sultānına ve Atabeg Berkuk’a kendini tanıtma imkânını bulup onların teveccühünü kazanmıştır. Güçlü hâfızası, geniş bilgisi, konuşmasının tatlılığı ve çekiciliğiyle çevresinin dikkatini çeken müellif, geceleri hükümdârın meclisinde sahâbîlerin, melik ve emîrlerin hayat ve gazâlarını, Şam, Mısır ve Irak’ın fethiyle birlikte çeşitli târihî kıssaları anlatan bir hatipdir. Bu meyanda o şunları söylüyor:

“Fakîr, hakîr ve miskin Darîr, o saâdetli melikin meclislerinde sohbet etmek için fırsat buldu. Huzûrunda bulunmak nasîb oldu. Her ne kadar gözsüz kimsenin gözü olmazsa da hâfızası kuvvetli olur. Hâfıza kuvvetiyle sözleri gönlünde toplar. Hem Darîr tatlı konuşur. Şiir olsun, nesir olsun söz söyleyeceği zaman güzel ibâreler bulur, sözü kendisine güvenerek söyler. İnsanlar onun sözünü dinlemek için rağbet gösterirlerdi. İlmi eksik idi ama Arapça bilgisi sağlamdı.”3

Kendi ifâdesiyle, sarayda sohbet vazîfesi beş yıl boyunca hemen her gece devâm etmiştir. Bu vazîfede bulunduğu günlerde “fakir ve miskinlerin babası” olarak tanımladığı Atabek Mansûr’un, “gel ey gözsüz bana bir siyer söyle” dediğini zikretmektedir. Bu teklif onu çok etkilemiş, ancak nihâî karar vermek için Şeyh Ekmeleddîn el-Bâbertî’den icâzet alması gerektiğini düşünmüştür. Bu vesîleyle şeyhin huzûruna vardığında, onun bu teklîfi olumlu karşılayarak, “Var Resûl’ün sîretini söylegil” diyerek bu talebi yerine getirmesi husûsunda onu teşvîk ettiğini kaydetmektedir. Nasıl bir siyer yazması yâhut tercüme etmesi husûsunu da müzâkere etmişler. Bâbertî’nin telkinleriyle Ebu’l-Hasan el-Bekrî’nin4 Sîretü’n-nebî’sini, melikin huzûrunda Arapça’sından okuyarak Türkçe olarak nakletmiştir. Lâkin sâdece el-Bekrî’nin siyeriyle sınırlı kalmamış, başta İbn. Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’si ile Vâkıdî’nin Fütûḥu’ş-Şâm’ı ve başka bāzı kaynaklardan da yararlanarak esas aldığı metni genişletmiştir. “Her gördüğümü yazmadım” kaydını düşerek, ancak hâfızasında kalanları naklettiğini ifâde etmektedir. Bu nakilleri yaparken, “zamâne insanlarının anlamasını kolaylaştırmak için” zaman zaman araya şiirler de koymuştur.

Darîr, her şeyden önce bir “siyerci”dir. Siyerci tābîri, Hz. Peygamber, ehl-i beyt, ashâb-ı kirâm, hülefâ-yi râşidîn hakkında anlatılagelen haberleri edebî bir üslupla aktaran hatiplere verilen isimdir. Daha sonraki dönemlerde bu anlatılagelen haberler ve kıssalar yazıya geçirilerek telif edilen eserlere siyer yâhut siyer-i nebî denilmiştir. Böylece kelime, zamanla Efendimiz’in(sav) biyografisini konu alan eserleri ifâde eden bir kavram hâline gelmiş ve bu vâdide yazılan eserler bir gelenek oluşturunca da bir türün adı olmuştur. Bu bakımdan Darîr, Melik Mansûr’un döneminde başladığı siyer çalışmalarını, Sultan Berkuk’un huzûrunda devâm ettirmiştir. Böylece emîrin sarayında okuduğu metinlerden yola çıkarak sözlü kültür içinde anlattığı siyeri, kâtiplerin yardımıyla Tercümetü’d-Darîr adıyla telif etmiştir. Buradaki “tercüme” ifâdesi, eserin doğrudan bir tercüme metin olduğuna işâret etmez. Yukarıda da ifâde edildiği gibi el-Bekrî’nin eseri temel alınmakla birlikte İbn. Hişâm ve diğerlerinin eserlerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla bir tercümeden ziyâde teliftir.

Darîr, 790’da (1388) tamamlayıp emir Berkuk’a sunduğu Tercümetü’d-Darîr’den başka, Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi, Yüz Hadis ve Yüz Hikâye ve Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi gibi eserler de telif etmiştir. Emir Berkuk’un vefâtından sonra Mısır’ı terk ederek bir dönem Karaman’da kalan müellif, burada tamamladığı Fütûhu’ş-Şâm Tercümesinde Mevlevî nisbesini kullanmaktadır. Bu kayıt, onun Mevlevîliğine delâlet eder. Ancak eserlerinde Mevlevî kültürünü aktarma yoluna gitmemiştir. Bu onun Mevlevîliğe, Mısır’dan ayrıldıktan sonra intisâb ettiğine delâlet eder.

Tercümetü’d-Darîr, yukarıda da işâret edildiği gibi manzum ve mensur bir metindir. Bu bakımdan aslı altı ciltten oluşan eserdeki manzum kısımlar bir cilt oluşturacak hacimdedir. Kimi zaman fasıl, kimi zaman da konu başlıkları altında yazılan kitâbın ilk cildinde tevhîd, na‘t, dört halîfe ve Hz. Hasan ile Hüseyin’in methiyle başlar. Ardından kitâbın telif sebebi, Hz. Peygamber’in soyu, isimleri, nübüvvet nûrunun intikāli, Zemzem Kuyusu’nun açılması, Abdullâh’ın doğumu, Hz. Âmine’nin nikâhı, Fil Vak‘ası, Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluğu, Meysere ile Şam’a ticârete gitmesi gibi hususlar işlenmektedir. Onun burada ele aldığı yaklaşım, özellikle Nûr-ı Muhammedî konusu daha sonra telif edilecek olan Türkçe siyerler ile mevlid ve na’tlarda temel kaynak olarak kullanılacaktır.

Kitâbın ikinci cildi Hz. Peygamber’in nübüvvete hazırlık süreci, el-Emîn oluşu başta olmak üzere, Hz. Hatîce ile evlenmesi, Kâbe’nin yeniden îmârı, nübüvvet görevi, ilk vahiy, ilk Müslüman olanlar, İslâm’ın açıklanması ve Resûl-i Ekrem’in akrabâlarını dîne dâvet etmesine yer verilir. Bilahare üçüncü ciltte mi‘râc hâdisesi, Resûl-i Ekrem’in Tâif Seferi, Hz. Âişe ile nikâhlanması, bāzı kabîlelerin Müslüman oluşu, Akabe biatları, Medîne’ye hicret, Kubâ ve Medîne mescidlerinin yapılması, muhâcir ve Ensâr’ın kardeşliği ve tebliğe ilişkin meseleler anlatılır.

Dördüncü ciltte âileyle alâkalı hususlar önceliklidir. Sözgelimi Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Hatîce’nin vefâtı, Bedir Gazvesi, Benî Kaynukā‘ Gazvesi, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evlenmesi, Uhud Gazvesi, Bi’rimaûne olayı, Benî Nadîr Gazvesi gibi konulardan bahsedilir. Beşinci ciltte de gazveler konusu devâm etmektedir. Kronolojik olarak Benî Mustaliḳ Gazvesi, Hendek Gazvesi, Benî Kurayza Gazvesi, Umre Seferi, Hudeybiye Antlaşması, Hz. Peygamber’in hükümdarlara İslâm’a dâvet mektupları göndermesi, Hayber’in fethi, Umretü’l-kazā, Mûte Savaşı ve Mekke’nin fethi gibi hususlar işlenir. Son ciltte ise, Huneyn Gazvesi, Tâif Muhâsarası, Tebük Gazvesi, haccın farz kılınması, Vedâ haccı, Resûlullâh’ın hastalanması ve vefâtı gibi konular ele alınmaktadır.

Eser her ne kadar Memluk sarayında yazılsa da daha çok Osmanlı saray çevresinde ve halk arasında büyük itibâr görmüştür. Bilhassa Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ının temel kaynaklarından birisi olarak kabûl görmüştür. Özellikle Mevlid’in Velâdet Bahri Darîr’in etkisinde kaleme alınmıştır.5 Bu etki diğer mevlidlerde ve na’tlarda da görülmektedir. Bu etki sebebiyle olsa gerek III. Murad’ın emriyle Nakkaş Hasan (Paşa) yönetiminde bir nakkaşlar ekibi tarafından minyatürlerle süslenmiştir. 814 minyatürün yer aldığı bu nüsha Hattat Mustafa oğlu Ahmed Nûrî tarafından istinsâh edilerek 1595’te III. Mehmed’e sunulmuştur.6

Kadı Darîr, samîmî bir dille ele aldığı bu eseriyle çığır açmıştır. Bu bakımdan daha çok Siyer-i Nebî olarak anılacak olan Tercümetü’d-Darîr, kurucu metinler arasında önemli bir yere sâhiptir. Daha çok meclislerde okunup dinlenerek geniş halk kitlelerini tesiri altına alan bu kurucu metin, Türk milletinin Hz. Peygamber sevgisini tahkîm eden yeni eserlerin yazılmasına zemîn hazırlamıştır. Bir yerde şöyle niyâz ediyor:

Habîbin hürmetine dahi yâ Rab
Okuyup dinleyenler bula cennet

 

Bu öncü müellifin duāsına âmîn diyerek burada yazıya bir nokta koyalım… Umarım, Darîr’in bıraktığı bu mîras yeniden gündeme gelerek okunur ve dün olduğu gibi bugün de üzerinde düşünülerek yeni eserlere vesîle olur.

Dipnotlar:

1 Darîrî hakkında derli toplu bilgiler ve kaynaklar için bkz. Zeren Tanındı, Siyer-i Nebî: İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul 1984; Mustafa Erkan, “Darîr”, DİA, VIII, İstanbul, 1993, 498-499.

2 Bâbertî hakkında kısa bir bilgi almak için bkz. Arif Aytekin, “Bâbertî”, DİA, IV, İstanbul, 1991, 377-378.

3 Erzurumlu Mustafa Darîr, Siyer-i Nebî, (Haz. S. Yılmaz), I, İstanbul, 2004, 28.

4 İslamiyetin ilk yıllarına dair haberleri nakleden eserler telif eden müellif ve eserleriyle alakalı bkz. “BEKRÎ, Ebü’l-Hasan el-Kasasî”, DİA, V, İstanbul, 1995, 366.

5 Bkz. Âdem Apak-N. Beyza Kemikli, “Kadı Darîr Siyeri’nin Süleyman Çelebi’nin Mevlidi’ne Tesiri”, Vesîletü’n-Necât: Bir Şaheseri Yeniden Okumak, Ed. Bilal Kemikli, İstanbul, 2022, 51-93.

6 Bkz. Tanındı, age.

 Ocak 2025, sayfa no: 18-19-20-21

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak