Seher, sözlükte “imsak vaktinden önceki zaman” olarak geçer. Geceyle gündüzün birbirine dokunduğu, karanlıkla aydınlığın incecik bir çizgide buluştuğu o eşsiz zaman dilimi… Seher, yalnızca saatlerle ölçülen bir an değildir; ruhun uyanışı, kalbin nefes aldığı, insanın kendini en derinden dinlediği bir vakittir.
İlim nazarıyla bakıldığında seher, ruhun en saf hâlde açıldığı, mânevî kapıların sessizce aralandığı andır. Gecenin derin sessizliğinde kalp, Yaradan’a doğru bir adım atar; nefes, dua ve istiğfarla yükselir. Gönül ehli o vakitte Allah’ın “İsteyen yok mu?” çağrısını işitir ve iç huzuruyla karşılık verir. Seher, hakikati arayanların gizli buluşmasıdır; sessizlik en güzel şarkısını söyler, ruhun en derin köşeleri aydınlanır.
Bilim nazarıyla bakıldığında ise seher, bedenin ritminin en dingin, en huzurlu anıdır. Melatonin salgısı en yüksek seviyededir; kortizol yavaşça uyanmaya başlar. Zihin berraktır, kalp atışları uyum içindedir. Beden hem dinlenmiş hem de dirilişe hazırdır. Ruh ve beden bu vakitte tam bir ahenkle buluşur; insanın fiziksel ve zihinsel gücü zirveye yaklaşır. Bu sebeple seher, yalnızca mânevî bir çağrı değil, aynı zamanda biyolojik bir yeniden doğuştur.
Seher vakti, tan yerinin ağarmasından önce başlar, şafak sökene dek sürer. Kâinat yavaş yavaş uyanırken, insan uykuda kalırsa bu mucizevî vaktin bereketinden mahrum olur. Büyük hadiseler —vahyin inişi, Miraç gibi kutlu anlar— hep gecenin sessizliğinde gerçekleşmiştir. Bu, gecenin ihyasının ne denli kıymetli olduğunu gösterir.
Peygamber Efendimiz (sav) buyurur: “Gecenin yarısı veya üçte ikisi geçtikten sonra Allah semaya yaklaşır; isteyenin duası kabul edilir, istiğfar eden bağışlanır.” Seher vaktinde uyanan, Allah’ın lütfettiği feyizle gününü aydınlatır, ruhunu besler, kalbini güçlendirir.
Seher, gönlün Yaradan’a yöneldiği, kalbin huşû ile dolduğu, mânevî hazinelerin açıldığı bir zaman dilimidir. Ruhun gündüz ışığına hazırlandığı, karanlıkla aydınlığın el sıkıştığı ince bir andır.
Modern insan için seher, âdeta dijital sessizlik terapisi gibidir: Ekranlar kapanır, düşünceler yavaşlar, nefes fark edilir. Sehere uyanmak, zamanın ve hayatın ritmini yeniden hissetmektir; gün, verimli ve bereketli geçer. Takvâ sahipleri bu vakitte Rablerine şükreder; Allah da onları över. Anadolu kültüründe de bu mânevî saatlere dair bir bilinç asırlardır sürdürülmüştür. İnsanlar, gecenin bereketini bilerek ona değer atfetmiştir.
“(Onlar) geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.” (Zâriyât, 17-18)
“Onların yanları yataklardan uzaklaşır; korku ve ümit içinde Rab’lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra sarf ederler.” (Secde, 16)
“Gecelerini Rab’lerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.” (Furkân, 64)
“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye andolsun ki.” (Duhâ, 1-2)
Bu âyetler, seherin yalnızca sabahın değil, insanın da uyanış vakti olduğunu hatırlatır. Seherde dua etmek, sadece dilekte bulunmak değil; kalbi, yönü ve ruhu yeniden ayarlamaktır. O vakitte Rabb’in“Kalk, ben buradayım.” dediğini hissederiz.
Seherde uyanan kişi, hem ruhunu hem de hayatını aydınlatır. Seher, yeniden dirilişin; tövbe, şükür, bereket ve başarının vaktidir. Kalbin kapısı çalınır; insan kendini, Yaradan’ı ve gününü en derin hâliyle hisseder.
O hâlde, her gün biraz seherde buluşalım; kendimizi, kalbimizi ve hayatı yeniden duymak için. Çünkü seher, yalnızca sabahın değil, insanın da uyanış vaktidir. Seher, hayatın tüm telaşından bir nefes çekmek, ruhun kapısını aralamak ve kendimizle baş başa kalmaktır.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak