Sözlükte, sarftan alıkoymak, hapsetmek anlamına gelen vakıf terim olarak,bir mülkün menfaatini insanlara tahsîs edip, aslını ebediyyen Allâh’ın mülkü hükmünde olmak üzere, mülk edinmek ve edindirmekten alıkoymaktır.1
Tanımdan da anlaşılacağı üzere vakıf, mülkün/servetin insanların yararına kullanılmak üzere Allah yoluna adanmasıdır. Dolayısıyla insan yararına olmayan ve Allâh’ın ölçülerine uymayan işlerde vakıf söz konusu değildir. Buna göre Kur'ân'ın ifâdesiyle “Biz Allâh’a âidiz ve O'na döneceğiz”2 diyen her müslüman malı ve canıyla bir anlamda vakıftır. Bu sebeple müslümanın aklı, malı, canı, nâmusu ve dîninin dokunulmazlığı vardır.
Yeryüzünün en önemli ve en eski mâbedi olan Ka'be'nin Hz. Âdem tarafından inşâ edildiği3 ve onun Allâh’ın Evi olarak isimlendirilişi düşünülürse, ilk vakfın ilk insanla başladığı ve ibâdet temeline dayandığı kolayca anlaşılır. Onun için İslâm Hukukçuları vakıfta kurbeti, yâni vakfın Allâh’ın hoşnutluğunu kazanarak O'na yakın olma arzusu ile yapılmış olmasını vakfın temel şartı saymışlardır.4 Dolayısıyla vakıf, Kur’ân’da ısrarla üzerinde durulan sadaka ve infâkın kurumsallaşmış ve devamlı hâle getirilmiş şeklidir.
Vakıf, mülkü duran, fakat hizmeti durağan olmayan, sürekli akan, hizmet hâlinde olan bir kuruluştur. “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir/sona erer. Ancak şu üç şeyin sevâbı devâm eder: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden evlat.”5 Vakıf denilince hemen herkesin aklına gelen bu hadisdeki sadaka-i câriye (akan/sürekli sadaka); hizmet verdiği sürece sevâbı devâm eden sadaka, durmadan akan hayır çeşmesi, Allâh’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan ve insanlara hizmet veren eserler, iyilik yolunda yapılan vakıflar olarak anlaşılmıştır.6
En büyük Vâkıf, insanı en mükemmel bir biçimde yaratan, tüm evreni donatıp insanın hizmetine sunan ve tüm bunları karşılıksız veren Yüce Allah'tır. “Ben, bu irşad görevime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim mükâfâtım ancak âlemlerin Rabbi olan Allâh’a âittir.”7 diyen peygamberler de vakıf insanı gönül adamlarıdır. İşte vâkıf, sâhip olduğu şeyleri insanlığın hizmetine sunmakla Allah ve peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanmak isteyen, insanlık sevdâlısı gönül adamıdır.
İnsanın yaratılışında, özünde insanlara ve diğer canlılara yardım etme temâyülü vardır. Ayrıca insan ölümsüzleşme arzusu ile dopdoludur. Ona biçilen seksen-yüz yıllık bir ömür onun bu arzusunu tatmîn edememektedir. Bu yüzden o, bu dünyâdan ayrıldıktan sonra da geride bıraktıklarıyla anılarak yaşamak istemektedir. İşte târih boyunca insan özündeki bu tutkusunu, geride kalıcı eserler bırakarak tatmîn etmeye çalışmıştır.
Hayber ganîmetleri dağıtılırken Hz. Ömer, sehmine düşen Semğ nâmındaki güzel bir bahçeyi vakfetmek üzere Peygamberimizle istişâre etmiş, o da “Aslını bırak, menfaatlerini tasadduk et, buyurmuş; Hz. Ömer de satılmamak, hîbe edilmemek ve mîrasçılara kalmamak üzere; fakirler, akrabalar, köleler, misâfir ve yolcular için bu değerli toprağı vakfetmiştir. İslâm Târihinde ilk vakfın bu uygulama olduğu söylenmiştir.8 Yine Hz. Peygamber’in Medîne'de sâhip olduğu yedi akarını, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşen kısımlarını, fakir mü’minlerin ihtiyacını karşılamak üzere Allah yolunda vakfettiği kaynaklarımızda yer almıştır.9 Bunun dışında Hz. Ebubekir Mekke'deki evini, Zübeyr b. Avvâm evlerini, Hz. Ömer ve Hz. Osman da Hayber'deki mülklerini vakfetmişlerdir.10 Yine Hz. Osman, Medîne'deki Rûme kuyusunu satın alıp bütün müslümanların yararına vakfetmiştir.11 Hz. Ali de Yenbu'daki bir arâzisini ve çeşmesini vakfetmiştir.12 Hz. Cabir, “Ben muhacir ve ensardan bir kimse bilmem ki, malı olup da malını vakıf ve tasadduk etmesin”13 demiştir.
Hz. Peygamber ve ashâbının öncülüğünde başlayan ve her alanda hızla gelişen vakıf, geniş bir coğrafyada yaygınlaşmış ve kurumsallaşmıştır. İslâm memleketlerinde taşınamaz vakıf servetin, toplam servetin dörtte üçüne tekâbül ettiğini söyleyenler vardır. Nitekim Cezayir Fransız işgâline düştüğünde şehirlerinin yarısının, Tunus'un ise üçte birinin vakıf malı olduğu tesbît edilmiştir.14 İstanbul taşınamazlarının da üçte ikisinin vakıf malı olduğu tesbît edilmiştir.15 Bir araştırmaya göre 18. yüzyılda vakıf gelirlerinin neredeyse devlet gelirlerinin yarısına denk olduğu tesbît edilmiştir. Bu araştırmaya göre bu gelirlerin %37.75'i din alanına, %28.16'sı eğitim ve öğretime, %10.51'i sosyal hizmetlere, %6.50'si askerî harcamalara ayrılmıştır.16 Kısaca söylemek gerekirse, İslâm medeniyeti bir vakıf medeniyetidir.
Kur'ân'da vakıftan bu isimle özel olarak bahseden açık bir âyet yoktur. Fakat Kur'ân'da yararlı iş işlemeye, tüm canlıların yararına olacak işler yapmaya, iyilik ve yardım severlikte bulunmaya çağıran yüzlerce âyet vardır. Nitekim Türk toplumunu çok yakından tanıyan pek çok yabancı târihçi “Kur'ân, Türkleri dünyânın en hayırsever milleti hâline getirmiştir”17 derken bu gerçeğe işâret etmişlerdir.
Vakıf, insan başta olmak üzere, bitki hayvan tüm canlıları ve hattâ eşyâları ilgilendiren her alanda kendini gösteren bir kurumdur. O, hizmetlerinde canlı ayrımı yapmadığı gibi, inanan inanmayan, iyi kötü tüm insanlara hizmeti kendine temel düstûr edinmiştir. Kaynaklarımızda vakıf yapılan alanlarla ilgili çok uzun listeler yer almıştır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
Câmi, mektep, medrese, kütüphâne, aşevi, kervansaray, hastahâne, esnaf locaları, çeşme, kuyu, su yolu, dükkân, misâfirhâne, yol, köprü, kaldırım, tuvalet, çamaşırhâne, han, hamam, bedesten, türbe, mezarlık, iskele, deniz feneri, zorhâne (kulüp, spor alanı), okçu ve güreşçi meydanları (spor sahaları) yapmak, borçlulara yardım, köle âzâd etme, esirleri münâsipleriyle evlendirme, fakir kızlara çeyiz, yoksullara yardım, dul kadın ve kimsesiz çocuklar için bakımevleri açmak, öksüz çocuklara süt anne tutmak, bayramlarda çocukları sevindirmek için top atmak, halkın alış-verişte kandırılmamalarını sağlamak için çarşı ve pazar yerlerine ölçü ve tartı aletleri koymak, çalışamayan yaşlı ve sakat meslek ve sanat erbâbı için yardım fonları kurmak, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının artmaması için tedbirler almak, yollardaki halkı rahatsız eden ve sağlığa zararlı olan pislik ve benzeri şeyleri temizlemek, hizmetçilerin kırdıkları kapları tazmin fonları, hayvanları korumak, kuşlara yem temini, hasta hayvanlara bakma, hayvan tohum ıslâhı, gâzîlere at yetiştirmek, sanata teşvîk, ağaç dikmek, hapistekilere yardım, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, istihkâm, kale, top dökümü, askerî teçhizâta ve donanmaya yardım etmek, öğrencilere gezi tertîbi, kitap tashih ve basımı, dağlara geçit, kısaca insanın neye ihtiyâcı varsa onu yapmak. Bu alanlarda çalışanların maaşları da yine vakıf gelirlerinden ödenmekteydi.18 Bu sayılanlardan da anlaşılacağı üzere vakıf insana, çevreye ve evrene yapılan yatırımdır. Sanıldığı gibi vakıf yalnızca fakir ve kimsesizleri, hasta ve yolcuları ilgilendiren bir kurum değildir. O, zengin fakir, sağlıklı hasta, mukîm yolcu, okuyan okumayan, büyük küçük, inanan inanmayan her insana kucak açan şefkatli bir ana kucağıdır. Vakıf hizmetlerinin insanın tüm hayâtını kapsadığını anlatması açısından şu tesbit dikkat çekicidir: “Vakıflar sâyesinde kişi vakıf bir yerde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir medresede hocalık eder, vakıf idâresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konularak vakıf bir mezarlığa gömülür.”19 Günümüz modern devlet anlayışında devletin görevleri arasında sayılan eğitim, sağlık, bayındırlık, diyânet ve sosyal yardım hizmetlerini geçmişte halk kurdukları vakıflar sâyesinde yürütüyordu. 1856 yılına kadar belediye teşkîlâtından mahrum olan şehirlerimizin belediye hizmetleri hep vakıflar sâyesinde yürütülmüştür. Târihimizde, hemen her alanda hizmet gören vakıfların ülke ticâretine ve ekonomik hayâtın canlanmasına, huzurlu ve âdil bir sosyal hayâtın kurulmasına, zengin bir kültür ve mîmârî hayâtın oluşmasına çok büyük katkıları olmuştur.20
Vakıf, toplumları medenî seviyeye yükseltecek bir yol olan İslâm’ın başkalarına iyilik yapmak ve yardımda bulunmak husûsunda kabûl ettiği insânî bir yoldur.21 Vakıfların en hayırlısı; en faydalı olanı ve en fazla ihtiyâca cevap verenidir. En faydalı vakıf ise, ihtiyaç sâhiplerinin çalışma ve kazanmasını artırmaya ve bu şekilde bir nevi hizmet karşılığında istifâdeye sarf edilenidir. Bir memleketin fukarâsına dâimâ servet kazanmasını öğretmek için harcama yapan bir vakıf, o yoksulların bâzan karnını doyurmak için yapılan vakıftan elbette daha hayırlıdır.22 İslâm dîni, öngördüğü infak sistemiyle, ne servetin yalnızca bir grup zenginler sınıfının elinde dolaşan bir devlet olmasına izin vermiş ve ne de sürekli yardım almaya alışmış, hazır yiyici miskinler sınıfının oluşmasını istemiştir. O, servet nîmetinden toplumun tüm ferdlerinin yararlanmasını isterken, herkesin bu nîmetten payına düşeni alabilmek için çalışıp çabalamasını emretmiştir. Öte yandan vakıf hizmetlerinden toplumun her sınıfı faydalandığı gibi, vakıf hizmetlerine katkı konusunda da zengin fakir, inanan inanmayan her insan görev almış, kendine düşeni yapmıştır. Zâten Kur'ân'a göre zekât ve sadaka zenginlerin görevi sayılırken; daha geniş bir anlam ifâde eden infak, her inanan insanın en temel özelliği sayılmıştır. Nitekim Kur'ân'ın başında inanan güzel insanların (müttakîlerin) tanımı yapılırken, “Onlar, kendilerine verdiğimiz her şeyden infâk ederler”23 buyurularak bu gerçeğe işâret edilmiştir. Âyete göre infak zengin-fakir her insanı ilgilendirir; maddî-mânevî her şeyden infak yapılabilir, infak kesintisiz sürmelidir ve infâk eden sarf ettiği şeyin asıl sâhibinin Allah olduğunun bilincindedir.
Dipnotlar
1 Bilmen Ömer Nasuhi, Hukuk u İslâmiyye, IV, 294.
2 Bakara, 156.
3 Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s, 27.
4 Bkz. Öztürk Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara, 1995, s, 63.
5 Müslim, Vasıyyet 14; EbûDâvud, Vesâya 14; Nesâi, Vesâya 8.
6 Bkz. İbn Esir, en-Nihâye, Mekke, ty, I, 264; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, I, 438;Canan, age, XVI, 277.
7 Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180.
8 Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ân'i'l-Azîm, I, 381; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 22-35; Hadis için bkz. Buhârî, Şurût 19; Vesâya 28; İman 33; Müslim, Vasıyyet 15; Ebû Davûd, Vesâya 13; Tirmizî, ahkâm 36; İbn Mace, Sadakât 4; Nesâî, Ahbâs 3.
9 Serahsî, el-Mebsût, XII, 28; Öztürk Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara, 1995, s, 121-125.
10 Ali Şafak, İslâm Arazi Hukuku, s, 260; A. B., 'Asr-ı Saadette Toprak Hukukunun Teşekkülü', Bütün Yönleriyle Asr-I Saadette İslâm, İstanbul, 1994, IV, 121.
11 Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 25.
12 Çetin Osman, 'Vakıf', Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, IV, 203.
13 Bilmen Ömer Nasuhi, Hukuk u İslâmiyye, IV, 304; Vehbe Zühaylî, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, İstanbul, 1992, X, 246; Ashabın yaptığı diğer vakıf örnekleri için bkz. Öztürk Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara, 1995, s, 125-132.
14 Bkz. Köprülü Fuad, 'Vakıf Müessesesinin Mahiyeti ve Târihi Tekâmülü' Vakıflar Dergisi, İstanbul, 1974, Sayı II, s, 1.
15 Bkz. A. B., 'Asr-ı Saadette Toprak Hukukunun Teşekkülü', Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, İstanbul, 1994, IV, 122.
16 Çetin Osman, 'Vakıf', Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, IV, 204.
17 Çetin Osman, 'Vakıf', Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, IV, 204.
18 Bkz. Keskioğlu Osman, 'Vakıf Hizmetlerinin Çokluğu ve Önemi', Diyanet Gazetesi, Sayı 85; Kayaoğlu İsmet, İslâm Kurumları Târihi, Ankara, 1980, s, 146; Bardakoğlu Ali, 'Vakıf', İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 437-438; Çetin Osman, 'Vakıf', Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, IV, 203-204.
19 Kayaoğlu İsmet, İslâm Kurumları Târihi, Ankara, 1980, s, 148.
20 Çetin Osman, 'Vakıf', Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, IV, 204-205.
21 Öztürk Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara, 1995, s, 31.
22 Öztürk Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara, 1995, s, 116.
23 Bakara, 3.
Aralık 2019, sayfa no: 14-15-16-17
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak