Ara

Vahdet Çarkı Ancak Gerçek Îmân İle Döner

Vahdet Çarkı Ancak Gerçek Îmân İle Döner

Rabbimiz bizleri bir ve kerîm olan kitâbımız Kur'ân-ı Mübîn aracılığıyla her konuda birliğe ve îmâna dâvet etmektedir. Bir olan Allâh'a, bir olan kitâba (Kur'ân-ı Kerîm'e) ve kitaplara -zîrâ hepsi bir olan Allah'tan gelen mesajlardır-, bir olan peygambere (Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (as)) ve peygamberlere; “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.”1 Bir olan Ümmete ve bütün peygamberlerin ve kitapların Allah'tan bir getirdiği hayat nizâmıyla ilgili hükümlere; "İşittik ve itâat ettik”2 düstûruyla, tereddüt ve şüpheye düşmeden, bizden îmân etmemiz istenen hiçbir konuya ayrım yapmadan; amasız, fakatsız, lâkinsiz gerçek anlamda içine sindirmiş bir şekilde îmân etmeye dâvet etmektedir. 

Rabbimiz yukarıda belirtilen şekilde îmân edenlerden bahsederken: îmanlarına “Hakk” kelimesini ilâve etmektedir. “Gerçek mü'minler işte onlardır.”3 Bu demektir ki bazı îmanlar gerçek yâni “hakk” değildir. Kıvâmında ve istenen kemâle ulaşmadığı için bâtılın, şirkin, küfrün ve nifâkın karşısında tutunamamakta ve zâil olmaktadır. Günümüzde mü'min topluluğun vahdet konusu başta olmak üzere yaşadığı tam da budur.

Yazımızın akışında işâret edeceğimiz konular ve benzer birçok konuda gerçek anlamda îmân etmediğimiz ve bu konuda îman ölçüleriyle yorum yapmadığımız ve savrulduğumuz da bir hakîkattir. Halbuki Rabbimiz bizden önceki ümmetlerin gerçek mü'minlerinden bahsederken onların aslâ îmânî konularda zaafa düşmediklerini ve mevzi kaybetmediklerini haber vermektedir. “Nice peygamberler vardı ki, berâberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”4 

Bütün konularda olduğu gibi vahdet yâni birlik ve berâberlik konusunda da; inanç, anlayış ve bakışlar îman ölçülerinden uzaklaşınca berâberinde vahdeti değil tefrîkayı getirmektedir. Ümmetin şu anda yaşadığı süreç tam olarak budur. Bu sorunun çözümü gerçek îmâna ve Rabbânî bakış açısına dönmektir. Bu minvâlde ümmetin vahdetini baltalayan ve tefrîkasını körükleyen başlıca konuları ve çözüm yollarını şu başlıklar altında ele alabiliriz: 

Bir ve her şeye hâkim olan Allâh'a Îman

Rabbimiz: “Mâbûdunuz tek ilâh olan Allah’tır; O’ndan başka ilâh yoktur; O Rahmân'dır, Rahîm'dir.”5 buyurmaktadır. Bize şu mesajı vermektedir: “Hayâtınızın ve her şeyin hâkimi Benim. Her şeyin ve sizin de sâhibiniz Benim. Bütün insanlar Benim kullarımdır. Ben istediğimi istediğim yerde, renkte ve dilde yarattım. Bundan dolayı onları hor göremezsiniz. Tepeden bakamazsınız. Aşağılayamazsınız. Ayrım yapamazsınız. Çünkü hepiniz kullukta eşitsiniz. Ben nimetimi dilediğime dilediğim kadar veririm. Bana en yakın olanınız bana îmân edip emir ve yasaklarıma en çok hassâsiyet gösterenlerinizdir. Dolayısıyla Benim size verdiğim hayâta, Benim istediğim şekilde Benim hâkimiyetimde bakabilirsiniz.” Eğer birileri Allâh'ın kullarına ve verdiği hayâta farklı bir gözle bakarsa Allâh'ın birliğine îmân ettiğini söylese bile hâkimiyeti konusunda sıkıntısı var demektir.

Tek bir Ümmete, Ümmetçiliğe Îman

Rabbimiz bize Kur'ân’ımızda: “Gerçekten bu, tek bir din topluluğu olarak sizin ümmetinizdir; Ben de sizin Rabbinizim. Şu halde Bana kulluk edin” (dedik).”6 buyurmaktadır. Literatürde ümmet kelimesine verilen birçok anlam büyük oranda Kur'ân’da ve hadis rivâyetlerinde yer almaktadır. İslâm âlimleri ümmeti iki mânâda kullanmıştır. Birinci anlamıyla son peygamberin gelişi ve İslâmiyet’in doğup Arabistan yarımadasının dışında duyulmasından itibâren bundan haberdâr olan bütün insanları ifâde eder. Bu insan kitlelerine “ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâğ” denilmiştir. Bu anlayış Kur’ân-ı Kerîm’de geçen, Resûlullâh’ın bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (Sebe’ 34/28; krş. el-A‘râf 7/158), âlemlere rahmet vesîlesi (el-Enbiyâ 21/107) bir elçi olarak gönderildiği şeklindeki beyanlara dayandırılmıştır. Resûl-i Ekrem’den nakledilen bir hadiste dünyâ var oldukça Cenâb-ı Hak tarafından İslâm dîninin sesinin çadırda, köyde ve şehirde yaşayan bütün insanlara duyurulacağı belirtilmiştir (Müsned, IV, 103; VI, 4; sıhhati için bk. a.e. [Arnaût], XXVIII, 154-156; XXXIX, 236-237). Dînî kaynaklarda yer alan bu ifâdelerin yanı sıra günümüze kadar geçen on dört asırlık zaman içinde İslâmiyet’in güçlenerek evrensel din hâline gelmesi de ümmetin oluşumunun târihî ve sosyolojik kanıtını teşkîl etmektedir. İslâm’ın sesini duymayan insanlar ise fetret ehlinden sayıldığından özel hükümlere tâbîdir. Âlimlerin ümmet kelimesine verdiği ikinci anlam, “Hz. Muhammed’e îmân edip tâbi olan kitleler” (ümmet-i Muhammed) şeklindedir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir; bu kitlelere de “ümmet-i icâbet” denilmiştir. Kur'ân’da yer alan “mûtedil ümmet” (el-Bakara 2/143) ve “en hayırlı ümmet” (Âl-i İmrân 3/110) ifâdeleri, ayrıca çok sayıdaki hadis rivâyetinde tekrarlanan ümmet kelimesi Muhammed ümmetini belirtmektedir. 7 Bir müslüman dünyânın neresinde olursa olsun ümmet-i Muhammed'in (as) birliğini savunur. Ümmetin huzûrunu hedefler. Ulusçuluğu, kavmiyetçiliği aslâ savunmaz. 

Kardeşliğe ve Kendisi için İstediğini Kardeşi için İstemeye Îman

Bu konuda Rabbimiz Hucurât sûresinde: “Ancak mü'minler kardeştir”8 buyurmaktadır. Kardeşliğin nesep yâni kan bağıyla değil din bağıyla olduğunu deklare etmektedir. Kan bağından daha kuvvetlidir. Eğer îmân etmemişse en yakınımız hiçbir şeyimizdir. Eğer îmân etmişse dili ve rengi hiç önemli değil dünyânın diğer ucundaki kişi bizim kardeşimizdir. Kur'ân’ın Peygamber Efendimiz (sav)'in öz amcasını, Hz. İbrâhîm (as)’ın babasını ve Hz. Nûh (as)’ın oğlunu cehennemlik ilân etmesinin sebebi budur. Bu şekilde îmân etmek ve bunu içine sindirmek her mü'minin îmânının kemâlini göstermektedir. Ebu Ubeyde’nin Bedir'de babasını öldürmesindeki sebep bu îmandır.

Bir Müslüman kavmiyetçilik, milliyetçilik ve ulusçuluk algılarına kapılarak ya da onların oyunlarına gelerek Allâh'ın bir nîmet olarak bize sunduğu din kardeşliğinden tâviz vermemelidir. Aslâ gevşeklik göstermemelidir. Çünkü tökezlediği an ateş çukuruna düşeceğini Allah haber vermektedir. Bu ümmet bugün gerçekten bu ateşin çukurunda yanmaktadır. “Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nîmeti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”9 

Üzülerek belirtelim ki din kardeşliğinin en büyük düşmanı olan ırkçılığın fikir babası şeytandır. Hz. Âdem'e secde etmeme gerekçesi olarak “Ben ondan daha üstünüm. Ben ateştenim”10 demesi bundandır. İşte bu şeytānî tuzak bugün özellikle bu ümmetin içinde sürekli alev alev yanmakta ve müslümanlar bu ırkçılık ve ulusçuluk tefrîkasının ceremesini çekmektedirler. En sağlam zannettiğiniz bir müslüman bile bu fitne ateşine rahat bir şekilde atlayabilmektedir. Ne yazık ki akl-ı selîm, vicdân-ı selîm ve îmân-ı selîm'ini çok rahat bir şekilde baypas edebilmektedir.

Farklılıkların Allâh'ın âyetleri olduğuna ve üstünlüğün Takvâda olduğuna Îman

“O'nun delîllerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.”11 Rabbimiz bizi farklı yarattığını ifâde etmektedir. "Renkleriniz, dilleriniz, coğrafyalarınız, soyunuz ve sopunuzun farklılığı Benim büyüklüğümü göstermektedir. Benim katımda üstünlüğünüz Benim size verdiğim özelliklerde değildir. Sizin hür irâdenizle nefsinizi ayak altına alıp emir ve yasaklarımda hassâsiyetinizin en çok olmasındadır." Rengi, coğrafyası, dili, sosyal statüsü farketmez. “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”12 

Sonuç olarak îman gözlüğüyle birlik ve berâberliğe bakan bir kimsenin şu sonuca varması gerekir: “Bir ve her şeye hâkim olan Allâh'ın kullarıyız, O’na, “işittik ve itâat ettik” demişiz, âlemlere rahmet olan Peygamberin (sav) ümmeti olmuşuz, O'nun (cc) bize tahsîs ettiği gezegenin farklı bölgelerinde, çeşitli nîmetlerinden; hava, su vs. birlikte gıdâlanmaktayız. Allâh'ın varlığımıza sebep kıldığı Hz. Âdem'den ve bizim için gönderilen son dînin emriyle kardeşiz. Ve son peygamber Hz. Muhammed (as)'ın ümmetinin çatısı altındayız. İçimizden kim Allah’tan çok korkarsa üstün olan odur. Bana düşen bu muhteşem sistemin çarklarını bozmadan birlik içinde hayâta devâm etmektir. Allâh'ın koyduğu sistemi beğenmeyen ve yeni bir arayışın içine girenler ancak îman perspektifini kaybedenlerdir. Ya da îman çarkının dişlilerini kırarak birliği, uyumu ve kardeşliği bozanlardır. 

Dipnotlar:

1 Bakara 2/285

2 Bakara 2/285

3 Enfâl 8/4-74

4 Âl-i İmran 3/146

5 Bakara 2/163

6 Enbiyâ 21/92; Mü'minûn 21/52

7 DİA “Ümmet” md.

8 Hucurât 49/10

9 Âl-i İmran 3/103

10 Sâd 38/76

11 Rûm 30/22

12 Hucurât 49/13

Eylül 2024, sayfa no: 12-13-14-15

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak