Kur’ân-ı Kerim’de ve İslâmî Kaynaklarda Üzeyir (as) Üzeyir (as)’ın adı Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir defa geçmektedir. Yahudiler’in onu Allâh’ın oğlu olarak gördüğünü bildiren bu âyetin meali şöyledir: "Yahudiler, ‘Uzeyr Allâh’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar da, ‘Mesih Allâh’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. Sözlerini önceden inkâr etmiş müşriklerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da haktan bâtıla çevriliyorlar?” (Tevbe sûresi, 9/30). Görüldüğü gibi bu âyette onun peygamber olduğuna açık bir işaret bulunmamaktadır. Bu yüzden onun peygamberliği kesin değildir.Kur’ân’da adı geçen Lokmân ve Zülkarneyn gibi onun peygamberliği konusunda da âlimler arasında görüş farklılığı vardır. Nitekim bâzı âlimler, onun velî bir kul olduğu görüşündedir.Mesela tâbiin kuşağı âlimlerinden Atâ b. Ebî Rebah ve Hasen-i Basrî, onun hikmet sahibi sâlih bir kul olduğu kanâatindedirler. Ancak İslâm âlimlerinin ekseriyyeti onu peygamber olarak kabul etmiştir. Bu görüş farkına dikkat çeken ünlü müfessirİbn Kesir, Hz. Üzeyr’in Benî İsrail peygamberlerinden olduğu görüşünün bu konudaki meşhur görüş olduğunu belirtir (Kasasu’l-enbiyâ, 622-625). Hz. Üzeyir’in adının geçtiği bu âyette, Hıristiyanlar’ın Hz. İsa’yı, Yahudilerin de Hz. Üzeyir’i Allâh’ın oğlu kabul ettikleri açık ve kesin bir ifade ile bildirilmektedir. İslâmî kaynaklarda, Yahudiler arasında bu inancın ortaya çıkışını açıklayan ve genel olarak Tevrat ve diğer Yahudi kaynaklarındaki bilgilerle paralellik arz eden iki farklı rivayet aktarılmıştır. İbn Abbas’a dayandırılan birinci rivâyete göre, bir süre Tevrat’a bağlılıklarını devam ettiren İsrâiloğulları, zamanla Tevrat’tan uzaklaşmışlar ve bu yüzden ilâhî bir ceza olarak Tevrat kendilerine unutturulmuştur. Aynı zamanda Tevrat’ın muhafaza edildiği Ahid sandığıda ellerinden alınmıştır. Kavminin başına gelen bu duruma çok üzülen Üzeyir (as), Tevrat’ı kendisine yeniden öğretmesi için Allâh’a yalvarmış, sonunda bu duâsı kabul edilerek Tevrat kendisine ezberletilmiştir. Duâsının kabul edilmesine çok sevinen Üzeyir, ezberindeki Tevrat’ı kavmine öğretmek için büyük gayret göstermiş ve bunda başarılı olmuştur. Bu sayede kavminin nezdinde büyük bir sevgi ve itibar kazanmıştır. İşte ona karşı duydukları bu aşırı saygı sebebiyle, onu ilahlık mertebesine çıkararak, "Allâh’ın oğlu” demeye başlamışlardır. İkinci rivâyete göre ise, yahudileri ağır bir hezimete uğratan Amâlika kavmi, kutsal kitapları Tevrat’ı da ellerinden almıştır. Bu felaket yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalan bâzı âlimler de, ellerindeki Tevrat nüshalarını gizlemek için dağlara gömmüşlerdir. O günlerde delikanlılık çağında olan ve zamanını dağlarda ibâdet ve Tevrat’ı okumakla geçiren Üzeyir (as) ise, Yahudilerin elinde tek bir nüshası dahi kalmayan kutsal kitabı, onu en iyi bilen kişi olarak yeniden kaleme almıştır. Aradan geçen bir süre sonra ülkeye geri dönen Yahudi âlimler, kaçışları sırasında dağlara gömerek gizlemiş oldukları Tevrat nüshalarını çıkarıp Üzeyir’in (as) hafızasına dayanarak yazdığı nüsha ile karşılaştırırlar. İşte bu sırada kendilerine ait nüshalar ile Üzeyir’in kaleme aldığı nüsha arasında hiçbir fark olmadığını görünce büyük bir hayretle, “Allah, bunu sana ancak O’nun oğlu olduğun için verdi” demişler ve onların bu sözü kısa sürede yayılmıştır.[1] İslâm’ın zuhuru sırasında Medine’de yaşamakta olan yahudilerin Üzeyir’in (as) Allâh’ın oğlu olduğuna inandıkları, tarihî bir gerçek olarak da bilinmektedir. Nitekim İbn İshak’tan aktarılan bir rivayete göre, bu âyet, Medine Yahudilerinin ileri gelenlerinden Selâm b. Mişkem ve bir grup arkadaşının, Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav), “Bizim kıblemizi terk ettiğin ve Üzeyir’in Allâh’ın oğlu olduğunu kabul etmediğin halde, biz sana nasıl tâbi oluruz, nasıl sana inanırız?” demeleri üzerine inmiştir.[2] Allah Teâlâ onların bu sapık görüşünü önceki inkârcıların düşüncesinin bir benzeri olduğuna işaret etmiş , “Sözlerini önceden inkâr etmiş müşriklerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da haktan bâtıla çevriliyorlar?” diyerek Yahudileri ağır bir şekilde kınamıştır (Tevbe sûresi, 9/30). Ancak bu görüşün, bütün Yahudilerin inancı olmaktan ziyâde, Peygamberimiz’le (sav) görüşmelerinde bunu gündeme getiren Medine ve Hicaz yahudilerine âit bir görüş olduğu ifâde edilmektedir. Sa‘lebî, İbn Cerîr et-Taberî, Fahreddin er-Râzî ve İbn Kesîr gibi klasik müfessirlerin tamamına yakını, âyette ifade edilen Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğu dair inancın bütün Yahudileri içine almadığını, bu inanca sadece Arabistan’da yaşamakta olan yahudilerin sahip olduklarını kabul ederler. İbn Hazm, Yahudiler arasında Yemen civarında yaşayan Sadûkīler’in Üzeyir’i Allah’ın oğlu kabul ettiklerini söylerken (el-Fasl, I, 82), Makdisî ise bu görüşü Ezrâ’yı yüceltmek isteyen Filistin Yahudilerinin benimsediğini diğer yahudilerin bunu kabul etmediklerini zikreder (el-Bed’ ve’t-târîh, IV, 35). Diğer taraftan bâzı müfessirler, Bakara suresinde yüz yıl uyutulup tekrar hayata döndürüldüğü bildirilen meçhul şahsın Üzeyir (as) olabileceğini söylemişlerdir. İlk müfessirlerden Katâde, İkrime, Rebî b. Enes, Dahhâk ve Süddî bu görüşü savunmuşlardır. İbn Kesir de bu görüşün müfessirler arasında daha yaygın olduğunu söylemiştir (Kasasu’l-enbiya, II, 620-21). Bu âyetin meâli şöyledir: "Yahut şu kimse gibisini görmedin mi ki, duvarları çatıları üstüne yığılmış ıssız bir kasabaya uğramıştı da, ‘Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecek?’ demişti. Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl süre ile ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuştu: ‘Bu halde ne kadar kaldın?’ O da, ‘Bir gün veya bir günden biraz daha az bir süre kaldım’ diye cevap vermişti. Allah, ‘Hayır, bu halde yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış ve eşeğine bak! Biz, bütün bunları insanlara bir ibret olman için yaptık. Bir de şu insanların ve hayvanların kemiklerine bak, onları nasıl birleştirip et ile örttüğümüzü düşün. Bu işler ona açıklanınca, ‘Biliyorum, Allah her şeye kâdirdir.’ dedi.”(Bakara sûresi, 2/259).
- Kitab-ı Mukaddes’te Ezrâ/Üzeyir (as)
Arapça’ya Uzeyr olarak geçen ismin İbrânice aslı olan Ezrâ’, “yardım, Tanrı’nın yardımı” anlamına gelmektedir. Müslüman âlimlerin çoğu Hz. Üzeyir’i yahudi geleneğindeki Ezrâ olduğunu kabul etmiştir. Ezrâ, Kitab-ı Mukaddes’te adını taşıyan bölümde, “kâhin yazıcı, Rabbin emirlerinin ve sözlerinin yazıcısı” olarak tanıtılmaktadır (Esra, 7/11). Yahudiler, Babil esâreti sırasında kaybolan Tevrat’ı, esaretten kurtulmalarından sonra, yeniden toparlayıp bugünkü şekline yakın bir halde tedvin etmesi ve şeriatlerini ihya etmesi bakımından ona büyük bir kudsiyet atfetmişlerdir. Bu aşırı saygı ve yüceltme, aralarından bir kısmını, âyette geçtiği gibi, onu “Allâh’ın oğlu” kabul etme sapıklığına kadar götürmüştür (İbn Kesir, Kasasu’l-enbiyâ, II, 625). Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Üzeyir’in sürgün yıllarında İran kralı tarafından Yahudi cemâatının durumunu incelemek, onlara Allâh’ın şerîatına riâyet etmelerini tavsiye etmek ve Mâbedin hizmeti için gerekli malzemeyi sağlamak üzere Kudüs’e gönderildiği bildirilir. Bâbil’deki Yahudî sürgünlerden bir gurubu da beraberinde götürme izni alan Üzeyir (as), dört ay sonra ulaştığı Kudüs’te putperest kadınlarla evlenmiş olan Filistin Yahudilerinin pek çoğunu bu kadınları boşamaya iknâ eder. On üç yıl sonra da Musa’nın (as)şeriat kitabını getirerek halka okur (Nehemya, bab, 8). Yahudiler ve hıristiyanlar arasında, Ezrâ’nın Tevrat’ı yeniden ortaya koyduğu kanâatı çok yaygındır. Kitab-ı Mukaddes’le ilgili ilmî tenkid çalışmalarında bulunan araştırmacılardan Wellhausen da, Tevrat’ın temel metninin redaksiyon ve ilânının, Üzeyir (as) tarafından yapıldığını kabul etmiştir.[3]
Dipnotlar [1]. Bu rivâyetler için bkz. Sa’lebî, Arâis, 345-347. [2]. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, nşr. Mustafa es-Sakkâ ve arkadaşları, I, 570; ayrıca bkz Taberî, Tefsir, X, 110. [3]. Ömer Faruk Harman, “Üzeyir”, İslamda İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 410.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak