Ara

Uyarıcılardan İbret Almak

Uyarıcılardan İbret Almak

Şu sınav dünyâsında nîmetler de birer sınav sorusu/uyarıcıdır, külfetler de. Sınavın sâhibi Yüce Yaratıcıdır ve O dilediği kimseleri dilediği şekilde sınava tâbi tutar. Hastalık sağlık, darlık bolluk, fakirlik zenginlik, kazâ-belâ-âfet ve nîmetlere nâil olmak, hepsi birer sınav sorusu ve hepsi birer uyarıcıdır.

Hayat Düstûrumuz Kur’ân, uyarıcılardan bahsederken nüzûr ve münzirûn kavramlarını kullanır. 

Hiçbir şehir halkını kendilerine öğüt veren uyarıcılar (münzirûn) gelmeden yok etmedik. Biz zâlim değiliz.(Şuarâ, 26/208-209) Münzir/münzirûn kelimesi, pek çok âyette (15 kere) peygamberler için kullanıldığı gibi (Bakara 2/213, Nisâ 4/165, En'âm 6/48, Kehf 18/58, Şuarâ 26/194, Neml 27/92, Saffât 35/72), Cenâb-ı Hak için (Dühân 44/3), dâvetçiler (Cin 72/28) ve azap yağmurları (Şuarâ 26/173) için de kullanılmıştır.

Daha çok peygamberler için kullanılan nezîr kelimesi (44 kere) yanında onun çoğulu olan nüzür kelimesi de 14 defa Kur’ân’da geçmektedir. Sâdece Kamer sûresinde bu kelime 11 kere geçmektedir. Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış? (54/16, 18, 21, 30) Azâbımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın. (54/37, 39) İnanmayacak bir topluma âyetler ve uyarmalar fayda vermez. (Yûnus, 10/101) Âyetlerde uyarıcılar anlamına gelen bu kelimelerin çoğul gelmesi, insanlığa hem tekrar tekrar peygamberler ve dâvetçilerin gelmesine, hem onların tekrar tekrar insanları dâvet etmesine, hem de onların başına tekrar tekrar gelen uyarıcı olaylara işâret eder. Dolayısıyla her insan yâhut her toplum kendisine ulaşan her dâvet mesajını, yaşadığı ve karşılaştığı her olayı birer uyarıcı olarak görmelidir. Dolayısıyla Yüce Allah, her kulunun karşısına canlı olarak peygamberini çıkarmaz, ama onun mesajını değişik vesîlelerle ve farklı olaylarla ona bir şekilde ulaştırır. Zâten Nemrut, Firavun, Ebû Cehil gibi karşısına bizzât peygamber çıkan nice nasipsiz insan, o uyarıcı ile hidâyete ermemiş; ama peygamberi bizzât görmediği halde nice insan hidâyete ermiştir. Burada önemli olan, insanın duyduğu, gördüğü ve yaşadığı her şeyi birer uyarıcı olarak görebilmesidir.

Yüce Allah, her zaman bizim Rabbimizdir. O’nun bir adı da el-Hakîm’dir. O’nun her söylediğinde ve her yaptığında sayısız hikmetler vardır. Biz bu hikmetleri her zaman anlayamasak bile O’na inanır ve teslîm oluruz. Bu inanç bizim kul olarak yapmamız gerekenleri yapmamıza mâni olmaz. Zîrâ kul olarak tedbirlerimizi almamızı buyuran Yüce Allah’tır. Kur’ân, Yüce Allâh'ı kabûl eden, işine gelmeyince O’na teslîm olmaktan kaçınan kimselerden bahseder:

İnsanlar içinde Allâh'a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir belâ gelirse yüzüstü döner. Dünyâyı da âhireti de kaybeder. işte apaçık kayıp budur. (Hac 22/10) Bu âyetin inişi ile ilgili tefsîrlerimizde şunlar anlatılır:

İnsanlardan birisi Medîne’ye gel­ip Müslüman olduğu zaman şâyet orada bedeni sıhhat bulur, kısrağı güzel bir yavru doğurur, karısı erkek çocuk dünyâya getirirse, hoşnûd olur ve kalbi mutmain olur da: Şu dînim üzere olduğumdan beri hayırdan başka bir şey bulmadım, derdi. Eğer ona bir belâ gelirse, Medîne’nin acısı ona ulaşır, karısı kız çocuk doğurur ve sadaka ona gelmekte gecikirse şey­tan ona gelir ve: Allâh'a yemîn olsun ki şu din üzere olduğumdan bu yana başıma kötülükten başka bir şey gelmedi, derdi. İşte fitne bu­dur. (İbn Kesîr) Böyle bir anlayış, sâhibine dünyâyı ve âhireti kaybettiren bir anlayıştır. Onun Müslüman, kayıtsız şartsız, pazarlıksız Yüce Allâh'a teslîm olur, O’ndan gelen her şeyde hayır görür ve ona rızâ gösterir.

Rabbin denemek için bir insana iyilik edip, nîmet verdiği zaman, o: «Rabbim beni şerefli kıldı» der. Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: «Rabbim bana hor baktı» der. (89/15-16) Halbuki imtihanın gereği olarak Yüce Allah, sağlığı da hastalığı da sevdiklerine de verir, sevmediklerine de. Variyeti de O, sevdiklerine de verir, sevmediklerine de. Nitekim târih boyunca peygamberler başta olmak üzere, nice Allah dostu hastalanmış, belâ ve musîbete mâruz kalmıştır. Zâten belâ ve musîbete en fazla mâruz kalanlar peygamberler ve îman derecelerine göre diğer insanlardır. Zîrâ büyüklerin sınav soruları da büyük ve ağır olmaktadır. Onlar, büyük mertebelere bu sınav sorularının üstesinden gelmekle ulaşmışlardır.

Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah'tan başka yalvardıklarınız kaybolup gider, fakat O sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zâten insan pek nankördür. (İsrâ 17/67)

Size gelen her nîmet Allah'tandır. Sonra, bir sıkıntıya uğradığınızda yalnız O'na sığınırsınız. Sıkıntılarınızı giderince de içinizden bâzıları kendilerine verdiğimize nankörlük ederek Rablerine eş koşarlar. Geçinin bakalım, yakında öğreneceksiniz. (Nahl 16/53-55) Bu âyetlerin tefsîrinde büyük müfessir Râzi şunları söyler: Bu kitabın müellifi, Muhammed İbn Ömer er-Razî (r.h.) şöyle der: "Bu sayfaları yazdığım gün ki bu gün, Hicrî 602 senesinin Muharrem ayının ilk günüydü, sabahleyin çok şiddetli bir deprem oldu ve büyük bir korku meydana geldi. O esnâda, ben bütün insanların Allâh'a yalvarıp yakararak bağırdıklarını, nâralar attıklarını gördüm. Deprem sona erip ortalık yatışarak, her taraf güllük gülistanlık olunca da tam o esnâda o zelzeleyi unutuverdiler ve daha önceki cehâlet ve sefâhetlerine dönüverdiler. İşte, Cenâb-ı Hakk'ın bu âyetinde açıklayıp şerh ettiği bu durum, insan neslinin cevherinin ayrılmaz bir sıfatı gibi olmuş olur.

Rızâ İle Her İşi Hayra Dönüştürmeyi Bilmeli!

Geçmişte yaşananlardan, bizim kendi yaşadıklarımızdan ve olanlardan ibret almalı, bütün bunları hayra dönüştürmesini bilmeliyiz. Mü'minin hayranlık verici bir hâli vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, mü'minden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nîmete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musîbete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.” (Müslim) 

Aslında depremi bizzât yaşayan kardeşlerimiz, şu cümleleriyle ibretlik olayı şöyle anlatmaktadırlar:

Âdetâ kıyâmeti yaşadık, insanlar yıkılan binâların arasında savruluyor, feryat figanlarla bir oraya bir buraya koşuyorlardı.

Ne diyelim Allah verdi, Allah aldı. Veren de O, alan da.

Dün küçük gördüğüm işçimle patron olan ben, aynı çorba kuyruğundayız. Bundan sonra hiç kimseyi küçük görmeyeceğim.

Suriyeliler'e kızardım, benim enkazdan çıkarılmama Suriyeli bir komşum vesîle olmuş. Artık onlar da benim kardeşim.

Depremden bir gün önce kahvaltıda yirmi çeşit yiyecek vardı, buna rağmen oğlum, ben şimdi ne yiyeceğim, benim yiyeceğim hiçbir şey yok sofrada, diye sızlandı. Bu manzara karşısında dedim ki, Allah bize azap edecek! Şimdi enkazdan kurtulan oğlumla, enkazdan bulduğumuz kapaksız bir çaydanlıktan su içiyoruz!

Allâhım, şimdiye kadar cumadan cumaya namaz kılardım, enkazdan sağ sâlim çıkabilirsem bundan sonra beş vakit namazlarımı kılacağım, söz!

Enkaz altında geçirdiğim saatlerde işlediğim günahlarımı düşündüm, hep öleceğimi düşünerek tevbe ettim.

Yüce Allah, bu büyük âfetten beni sâlimen çıkardı, ben de O’nun kullarına hizmet etmeye, onlara çorba dağıtmaya devâm edeceğim.

Evet yaşanan Asrın Felâketi olarak isimlendirilen bu deprem bize daha pek çok şeyi bir kez daha hatırlattı:

Bu dünyânın sonu kıyâmet de büyük bir depremle gerçekleşecek, bundan kaçış ve kurtuluş yok! Deprem hayâtın gerçeğidir. Ona mânen ve maddeten hazırlıklı olmalıyız.

Yüce Allâh'ın erişilmez kudreti karşısında hiç kimse duramaz.

Dünyâya gelen her canlı için ölüm kaçınılmaz sondur. İnsanlar muhkem kalelerde bile olsalar, ölüm onları bulur.

Ölümden korkmak ve kaçmak çâre değildir. Asıl olan ölüme hazırlıklı olmaktır.

Tüm bunların yanında elbette tedbirlerimizi alacağız, yapılması gerekenleri yapacağız, sonra da Yüce Rabbimize sığınacağız, O’na güvenip dayanacağız, O’nun korumasını hak edebilmek için gayret edeceğiz.

Burada belâ ve musîbetler niye özellikle mü'minlerin başına geliyor şeklindeki bir soru da doğru ve yerinde bir soru değildir. Zîrâ baktığımız zaman belâ ve musîbetler dünyâda yaşayan herkesin başına gelebiliyor. Salgın hastalıklar, çaresiz müzmin hastalıklar, taşkınlar, tsunamiler, hortumlar, volkan patlamaları, iş ve trafik kazâları tüm insanlığın karşı karşıya kaldığı sınav sorularıdır. Yanısıra huzursuzluk, doyumsuzluk, stres, buhran, yalnızlık ve benzeri ruhsal sorunlar… Bunlara bir de kulların tedbirsizliği, ihmâlkârlığı ve kusurları eklenirse durumun vahâmeti ortaya çıkıyor. Öte yandan olanlara karşı bizleri tesellî eden şöyle de bir hadîsimiz var: Benim ümmetim, merhamet olunmuş bir ümmettir. Onun âhirette (büyük ve kalıcı azâbı) olmayacaktır. Onun azâbı dünyâda olacaktır. Bir kısım fitneler, depremler ve haksız yere öldürülmeler… (Ebû Davûd, Ahmed) Hadîsi açıklarken Sanânî, bu ümmetin günahlarına keffâret olarak dünyevî bu musîbetlerin bu ümmete verileceğini söyler. 

Bunda görebilenler için ibret vardır. (Âlu İmran 3/13, Nûr 24/44) Doğrusu bunda Allah'tan korkan kimseye ders vardır. (Nâziât 79/26)

And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. (Yûsuf 12/111)

Ey akıl sâhipleri! İbret alın. (Haşr 59/2)

Olanlardan ders alabilmek için kalp gözüyle bakabilmek gerekir. Hayâtı dünyâ ve âhiret bütünlüğü içerisinde görmek gerekir. Akl-ı selîm ile olayları yorumlamak gerekir. İbret alabilmek için ise olanda hayır görmek ve olanları hayra dönüştürmek lâzımdır. O halde Müslüman her zaman hayırda ve kârda olduğunun bilincinde olup aslâ ümitsizliğe kapılmadan, son nefesine kadar hayır yarışında koşturmalı, hayırlarda yarışmaya devâm etmelidir. İyi okursak, bu ümmete Uhud yenilgisinin mesajları, şanlı Bedir Zaferinin mesajlarından daha fazla olmuştur. Öyleyse Allah var keder yok. Hasbünallâh ve ni’me’l-vekîl. Ni’me’l-Mevlâ ve ni’me’n-nasîr. Bize Allah yeter, O ne güzel vekîl, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!

Nisan 2023, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak