Ara

Unuttuğumuz Kardeşlik Mertebeleri

Unuttuğumuz Kardeşlik Mertebeleri

İslâm hem fiziki hem de metafiziki veya kimyevî kardeşlik hukukunu gözetir ve onaylar. Bu kardeşlik hukuku halkalar veya hiyerarşik olarak çoğalır gider. Zira Âdemoğlu olması itibarıyla herkes insanlık dairesinde birbirinin kardeşidir. İslâm fiziki yani kan bağı üzerinden elde edilen kardeşliği reddetmez. Lakin bunu ırkçılık düzeyine de getirmez. Bu bağı tek kriter olarak almaz. Akrabalık bağını onaylar lakin bunu kıstas olarak almaz. ‘Kardeşin zalim ya da mazlum da olsa yardım et’ der. Lakin bu yardım mutlak değil kayıtlıdır. Kayıt şudur: ‘Kardeşini zulmünden alıkoyman ona yardım etmendir.’ Kardeşlik dayanışmasını, adalet çerçevesine sokmuştur. En büyük bağ dinî kardeşlik bağıdır. Allah bizleri inanç kardeşi yapmıştır. İkinci derecede kan bağıdır. Bundan dolayı Hazreti Ali (ra) ‘İnsanlar bizim her halükarda kardeşimizdir. Ya inanç bağıyla ya da kan bağıyla’ buyurmuştur. Yani ya İslâm’da ya da insanlıkta kardeşimizdir. Kan bağı ile din bağı çakıştığında ikisi arasında mutlak bir kopuş yaşanmasa da tercih din bağından yanadır. ‘İki millet arasında miras olmaz’ hadisinden yola çıkan Haris Muhasibi, Mutezile mezhebine intisabından dolayı babasından miras payı almayı reddetmiştir. Rivayetlere göre 70 bin dirhem miras düştüğü halde bunu kabul etmemiştir1. Tabii ki bu, ihtiyat düzeyinde yeni vera dairesinde bir tavırdır. İbrâhimi bir duruştur.

Bununla birlikte İslâmiyet kan bağını da onaylar. Ebeveyh gayri Müslim dahi olsa onlara hürmeti kırmaz ve teşvik eder. Böylece dikey ve yatay bağlara riayet eder. İnsanlık ilişkileri çok boyutludur ve bunlar arasında uyum sağlama ve telif imkânı vardır. Önemli olan açıyı belirlemek ve geniş tutmaktır. Bu bağların biri diğerinin yerine geçmez. Her birinin mertebeleri vardır. Kan bağı üzerindeki ilişkiler zamanla insanın ilişkileri gibidir. İnsan hak bağı veya İslâm bağı ile bağlıdır. Bundan dolayı ‘ dur haysü dare’l hak’ denmiştir. Diğer bağ ise zaman bağıdır. Zaman bağı hakkın bağı üzerine çıkarılamaz. Bundan dolayı ‘dur haysu dare’l hakku vela tedur haysü dare’z zaman’ denmiştir. Zamanın döndüğü yöne değil hakkın döndüğü yana dönmek gerekir. Bu zamana yabancılaşmak değildir. Zamanı hak potasında tutmak ve eritmektir. Müslüman bunu yapamazsa münfail olur ve hakkı sağa sola büker. Hakkın hakkını vererek hakkı zamana kırdırmamak gerekir. Bu da mü’minin dinamikliğine bağlıdır. Mevlanâ bu dinamik ilişkiyi pergel benzetmesiyle dile getirmiştir. Pergelin ayaklarından birisi sabit diğeri afakı turlamaktadır. Birisi sabit, diğeri dinamiktir. Hakla zamanı aynı potada buluşturmak hak ehlinin karıdır. 

Kur’ân mü’minleri birbirine kardeş yapar. ‘Ancak mü’minler kardeştir’ buyurur. Dolayısıyla îman kardeşliğinin ruchaniyeti ve üstünlüğü vardır. Ve İslâm mü’minleri kardeş yaptığı gibi kavimleri ve halkları da de kaynaştırmış ve ‘sizi kabilelere ve halklara taksim ettik bilişesiniz’ diye diyerekten de halklar arasında tearufu yani tanışmayı ve bilişmeyi esas almıştır. Demek ki îman kardeşliğinin fert düzeyinde bir boyutu olduğu gibi toplumlar veya halklar düzeyinde de boyutları vardır. Meslek erbabı ve sınıfların da kardeşliği vardır. Selçuklu veya Osmanlı da esnaf locaları da meslek kardeşliğinin bir yansımasıdır. 

Kardeşlik hukukunun meratibi veya silsilesi çoktur. Bu mertebelerden birisi de âlimlerin kendi aralarında kurdukları sarsılmaz ilişkilerdir. Sözgelimi Mehmet Akif Ersoy ile Babanzade Ahmet Naim ilişkisi böyledir. Rızayı bari şemsiyesi altında kurulmuştur ve bundan dolayı eskimemiş ve her dâim tazeliğini korumuştur. Ulema kardeşliği konusunda burada bir kaç misal irat etmek istiyorum. Bunlardan birisi Yusuf Karadavi ile Muhammed Gazali arasındaki kopmaz ve sağlam ilişkidir. Merhum Cezayir Devlet Başkanı Şadli Bin Cedid, Mısırlı Muhammed Gazali’yi Cezayir’e davet eder. Kosantine’de İslâm Üniversitesini yönetmesini ister. Ayrıca televizyonda pazartesi konuşmaları yapmaktadır. Onun konuşmaları sırasında sokaklar bomboştur. Bizde ancak Kurtlar Vadisi tiryakilerinde rastlanan bir özelliktir bu. Muhammed Gazali’den sonra Karadavi de Cezayir’e gider ve ikisi bu ülkede İslâmî uyanışı mayalarlar. Daha doğrusu AIbdulhamid Bin Badis ve Beşir İbrahimi’nin halefleri gibidirler. Onların bıraktığı yerden yola devam ederler. Onların yaptıkları hizmeti ikmal ederler. Karadavi ile Muhammed Gazali arasında öncesinde ve bu yıllarda sarsılmaz bir bağ ve ilişki türü kurulur. Hak yolunda ve Allah rızası için bu beraberlik yarım yüzyıl örselenmeden devam eder. Yusuf Karadavi bu yarım yüzyıllık ilişkiyi bir kitapla ebedileştirir. Kitabının başlığı şudur: Eş Şeyh Gazali Kema Areftuhu: Rihletü Nisfi Karnin. Tanıdığım Gazali: Yarım yüzyıllık beraberlik.

Bu dostluk tarzı bir kadirşinaslıktır. Unutulmaz değerlerin yaşatılması ve somutlaştırılmasıdır. Şekip Arslan ile Reşid Rıza’nın dostluk ve beraberlikleri de dillere destandır. Bunun hatırasına Şekip Arsan bir kitap kaleme almıştır: Es Seyyid Reşid Rıza ve İhau Erbaine senetin. Reşid Rıza ve Kırk Yıllık Kardeşlik. Çok az meselede ayrılırlar. Said Afgani’nin yazdığı gibi Şekip Arslan Osmanlı’ya ebedi sadakat ilişkisiyle bağlıdır. Reşid Rıza’nın siyasi mesleği ise kırıklarla doludur. Hatta Reşid Rıza bu Osmanlı sevgisinden ve muhabbetinden dolayı Şekip Arslan’ı paylar. Ama Şekip Arslan prensip adamıdır ve Osmanlı sadakati halkasını boynundan (rıbkatü’l Osmaniyye) hiç çıkarmaz. 

Halkların kardeşliği de böyledir. Ferdi dairede ve sosyal ve siyasi dairede buluşma yerlerinden birisi Hicaz ve Allah’ın evi Kâbe’dir. Bütün camiler Kâbe’nin şubesidir. Ve Hac da bütün camilerin ve cemaatlerinin buluştuğu en geniş mabettir. Hac mevsimi kardeşlik panayırıdır. Bediüzzaman bunu rüyanın zeylinde dile getirir: “Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti. İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, "ba'de harabi'l-Basra" anlıyor. Ayakucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi…2” 

Bediüzzaman burada kardeşlik hukukunu hatırlamanın ve icaplarını yerine getirmenin düşman çizmesi altında ya da sömürü çarkı altında inlemeye mani olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla hac sadece bir buluşma değil kaynaşma mekânıdır. Müslümanların kaynaşarak yekpare olmaları ise düşmana galebe çalmanın mukaddimesidir. Hacda kardeşliği diriltemeyenler, sömürgeciliğin avucuna ve pençesine düşerler. Bu nedenle Hollanda idaresi Endonezya Müslümanlarının haccını uzun süre yasaklamıştır. Belki de Endonezyalıların gençken hacca gitme azimleri bunun ve hasretin bir sonucudur. Yeryüzünün lanetlilerinin kurtuluş reçetesi kardeşliktir ve hac gibi ortak bir zeminde onu pekiştirmektir. Bundan dolayı önce İslâmîyeti, Elijah Muhammed’in kurduğu İslâm Milleti doğrultusunda yanlış anlayan Malcolm X Hacda yeniden doğmuş, dirilmiş ve sadece ırkçı siyahların değil bütün mazlumların kardeşi olmuştur. Hacda sadece siyahların özgürlüğünü istemenin Batı’nın gönüllü köleliği olduğunu görmüş ve kendisini yenilemiştir.

Kasım 2012

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak