Ara

Umudun Habercisidir Yürekteki Hüzün Yağmuru

Umudun Habercisidir Yürekteki Hüzün Yağmuru

Günümüz toplumunun büyüyen bir yarası olan, kalplerin katılaştığını, gönüllerin kararmaya başladığını haber veren bir sorunla, yalnızlık sorunu ile karşı karşıya bulunmaktayız. Evet, kalabalık bir toplumda yaşıyoruz. Şehir, kasaba, köy, mahalle farketmeksizin hızla, yalnızlığa itilmiş insanların çoğaldığı bir topluma dönüşmekteyiz. Toplumdaki tüm fertleri ilgilendiren bu sorunla en çok da yaşlılarımız başbaşa kalmış durumdadır. Günümüz şartlarının getirdiği iş meşgûliyeti ve modern yaşam denen illet, yaşlılarımızın yalnızlığa itilmesine sebep olmaktadır. Oysaki onlar hânelerimizin bereketi ve geçmiş târihimizi bize anlatacak birer yaşayan kütüphâne gibidirler. Maalesef ki onlar bugün yalnızlar. Hele ki büyük şehir yaşamı onlara kaybolmuşluk ve değersizlik hissini yaşatmaya başlamıştır.

Ne güzel olurdu amacı yeniden güçlü milletler olabilmek olan âileler kurulsa, yeniden İslâmî yaşamın getirdiği mahremiyetlere dikkat edilerek hâneler inşâ edilse, kendi has ve tertemiz kültürümüz kaybolmadan modern yaşamla birlikte gelecek nesillere aktarılsa. Metropollerde kendilerini yapayalnız hisseden ama rûhu, inancı hâlâ Eyyüb el-Ensârî Hazretleri kadar kuvvetli olan, hani İstanbul’u fethe gelirken yaşına bakmaksızın cihad ve hicret aşkı ile at üstünde onca yolu gelen, yüreği o yüce sahabe kadar îman ve inançla dolu olan yaşlılarımızın, tecrübelerini gençlere aktarabileceği ve de onların kendilerini değerli hissetmelerine vesîle olacak güzel yerler inşâ edilse. Cüneyd-i Bağdadî anlatıyor: Ser-i Sakati’nin etrâfında otururken o bizlere şöyle nasîhat ederdi: “Gençler! Ben sizler için ibret vesîlesiyim. Amel edin çünkü amel gençlikte yapılır.”

Anne babalar olarak evlâtlarımıza en güzel terbiyeyi vermekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız.

Çocuklarımızın küçük yaştan itibâren büyüklerle, evin yaşlıları ile birlikte zaman geçirmelerini, onlarla birlikte aynı sofrada yemek yemelerini, onlara yardımcı olmalarını sağlamamız gerekmektedir. Günümüz gençleri maalesef ki âile büyükleri ile az zaman geçirmekte. Bunun sebebi ise âilelerin çocukları için gelecek kaygısıyla onları o kurs senin bu kurs benim, kurstan kursa okuldan okula koşturması sonucu çocukların âileyle akşam yemeğini bile yiyememeleridir… Elbette çocuklarımıza bilim ve teknoloji ile birlikte değişen eğitim şartlarına uyum sağlamaları adına her türlü desteği vereceğiz; fakat onları tıpkı evin yaşlıları gibi yalnızlığa itmeden, sâdece bilgi yüklü hissiz insanlara dönüştürmeden. Eğer ki eğitim sistemi ve eğitime bakış açımız değişmezse gelecek zamânın yaşlıları olarak bizler, yâni bu zamânın fertleri anne babalar; yalnızlığa mahkûm dört duvar arasına sıkışıp kalmış insanlar olarak son nefeste ağzımıza bir damla su verecek, bir Yâsîn-i şerif okuyacak evlât bulamadan âhiret yolculuğuna çıkacağız. Fakat bu, evlâtlarımızın Kur’ân okumayı veya anne babaya son nefeste bile olsa hizmet etmekten kaçınılmaması gerektiğini bilmedikleri için değil; onları sâdece dünyâ, makam, mevkî odaklı yetiştirdiğimiz için, onlara sâdece mantıkları ile hareket etmeyi, şefkat ve merhametle hareket ederse bu dünyâda avcı değil, av olacaklarını telkin ederek büyüttüğümüz için olacak.

Yüce Allah âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: “Biliniz ki dünyâ hayâtı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlât çoğaltma yarışından ibârettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünyâ hayâtı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid, 20.)

Dünyâ yaşamı muhakkak ki büyük bir sınavdır, bu sınavın sorumluluğu kişi âkıl bâliğ olduğu zaman başlar ve son nefese kadar devâm eder. Bu ömür yolculuğunu bâzıları genç, bâzıları yetişkin, bâzıları ise yaşlı olarak tamamlarlar. Ama ömür hep sınavları getirir karşımıza. Önce evlât oluruz, anne babaya hizmet etmek, onları kırmamak bizim sınavımızdır. Bir taraftan da evlât yetiştiririz, Rabbimiz bize nasip etmişse. Bu öyle bir yolculuktur ki insanoğlu için bir tarafta kendisi evlât, atasına karşı vazîfede sınavdadır; diğer tarafta da atadır, evlât yetiştirirken yine sınavdadır, bir kısır döngü misâlidir bu yolculuk. İşte bu yolculuğun ehemmiyetini fark edebilirsek her iki sınavdan ve Rabbimize kul ve Resûlullâh’a (sav) ümmet olabilme sınavından geçer, dünyâ yolculuğunu tamamlayarak âhiret âlemine, hayırlı bir evlât yanında göçümüzü tamamlayabiliriz.

Mal, para dünyâda yaşamamız için gereklidir fakat bunları kazanmayı, evlâtlarımızın terbiyesi ve ruh sağlığı yerinde mutlu birer birey olabilmeleri için kullanacağımız zamânı çalmadan yapmamız gerekmektedir. Zaman geçince aslâ geri gelmez. Hz. Ömer (ra) gibi, Sa’d bin Amir (ra) gibi evlâtlar yetiştirebilmek ne büyük mutluluk ve şükür sebebi olurdu bizler için.

Öyle evlâtlar ki, harâmı helâli kılı kırk yararcasına inceleyerek yaşayan, hangi mevkî ve makamda bulunursa bulunsun haktan adâletten ayrılmayan, âilesine bakmayı onları koruyup kollamayı görevi bilen, sâdece Allah rızâsı için kendini Kur’ân’a ve İslâm’a hizmet etmeye adamış hayırlı evlâtlar.

Yüreğinde îman ve inanç olan herkes için hep bir umut vardır. İnşâallah gün gelecek İslâm dünyâsında sararan yapraklar dökülecek, İslâm’ın filizlenen fidanları yeniden bahar çiçeklerini açarak Rabbimizin izni ile bu devran dönecek, Hakk âşıklarının yaşadığı, Allah korkusu ile ürperen kalplerin çoğaldığı, yepyeni bir devir başlayacak.

Hz. Ömer (ra) zamânında yaşanan bu güzel kıssadan kendimize birazcık hisse çıkartabilirsek, kim bilir belki yüreklerimize dokunarak baharın habercisi olur bize:

Hz. Ömer (ra), hilâfeti zamânında Hımıs ileri gelenlerine bir mektup yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini bildirdi. Hımıslılar Şam ve civârında bulunan fakirlerin bir listesini Halîfe Hazreti Ömer’e arz ettiler. Hazreti Ömer (ra) gelen listeyi açıp baktığında listenin başında kadı olarak tayin ettiği Sa’d bin Amir’in ismini görüp listeyi getirenlere hâkiminin mâlî durumunu sordu. Onlar; Hâkimimiz hakîkaten gâyet fakirdir. Çünkü rüşvet olacağı korkusundan, en küçük bir hediyemizi bile kabûl etmiyor, dediler. Bu sözler Halîfe Ömer'in hoşuna gitmişti. Hz. Ömer (ra) Hımıs’ın ileri gelenlerine, ‘Allah'tan bu kadar korkan hâkiminizin hoşunuza gitmeyen tarafları da vardır herhalde’ dedi.

Onlar; Hâkimlerinden şikâyetlerinin de olduğunu ve bâzı hallerinden memnun olmadıklarını söyleyerek kusurlarını şöyle sıraladılar:

1- Hâkimimiz vazîfesine her zaman sabah namazından sonra başlaması lazım geldiği halde kuşluk vakti vazîfesinin başına gelir.

2- Hâkimimizi hiçbir gece aramızda görmüyoruz. O hep kendi başına evine çekilir, halkla münâsebet kurmaz.

3- Hele haftada bir gün evinden dışarı bile çıkmaz, kapısını arkasından sürgüleyip içeriden ses bile vermiyor.

4- O’nun şâhit olduğu bir hâdise vardır. O hâdise aklına geldiği zaman baygınlık gelir ve üzüntüsünden hastalanır. O hâdise ise Ashabdan Hubeyb'in öldürülmesidir, dediler.

Hımıslılar’ın şikâyetlerini sonuna kadar dinleyen Hz. Ömer (ra), onlara bir kısım erzak ve giyecek vererek gönderdi. Hâkim Sa'd bin Amir’i de kusurlarının sebebini öğrenmek üzere huzûruna dâvet etti. Hâkim Hz. Ömer’in huzûruna geldiğinde, Halîfe ona Hımıslılar’ın bâzı şikâyetlerinin olduğunu söyleyerek dört kusûrunun sebebini sordu. O, bu dört hatâsını şöyle izah etti:

“Birinci kusûrum; âilem hasta olduğundan evin bütün işlerini bizzat kendim görüyorum ve bu sebepten vazîfemin başına ancak kuşluk vakti gelebiliyorum. İkincisi ise, gündüzleri halk için vazîfe gören bir kimsenin, gece olunca Hakk için vazîfe görmesine müsaade edersiniz herhalde. Ben akşam olunca gün boyu yaptığım işlerin muhasebesini yapıyor, acaba yaptığım işlerde bir kusûrum var mı diye onu tetkik ediyorum.

Üçüncüsü ise, sırtımdakinden başka giyecek elbisem yoktur. Haftada bir gün giydiğim çamaşırlarımı yıkıyor, temizlik işleri ile meşgûl oluyorum. Hattâ evimde bile üzerime alacak bir elbisem olmadığından yıkadığım çamaşırlarım kuruyuncaya kadar hiçbir kimseyi görüşmeye kabûl edemiyorum.

Hubeyb'in şehîd edilmesini hatırlayınca bayıldığım ise doğrudur. Çünkü müşrikler Hubeyb'i asarlarken ben yanlarında idim. Belki mânî olabilirdim ama o zaman İslâm’la müşerref olmamıştım, sâdece hâdiseye seyirci kaldım. İşte bu hâdise aklıma geldikçe kendimi tutamıyor mesuliyetinden korktuğum için bayılıyorum, hastalanıyorum” diye sayarak dört kusûrunu da Halîfe Ömer’e izah etti.

Sa'd bin Amir'in (ra) bu izahatı karşısında gözyaşlarını tutamayan Hz. Ömer (ra), çok memnun oldu ve ondan sonra Sa’d'ı hatırladıkça ağlar ve “Ah Sa'd ah, Allah korkusu seni ne kadar yüceltmiş” der onunla iftihar ederdi.

Bizler, anne babalar olarak evlâtlarımıza en güzel terbiyeyi vermekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız. Onlara bu dünyânın âhiret için bir hasat yeri olduğunu öğütlerken kendimiz bunu yaşayarak çocuklarımıza anlatmalı, onlar için doğru rehberler olabilmeliyiz. Çünkü onlar bizlere Allâh’ın en büyük emânetleri ve gelecek için bırakacağımız en iyi miraslarımızdır.

Mal, para dünyâda yaşamamız için gereklidir fakat bunları kazanmayı, evlâtlarımızın terbiyesi ve ruh sağlığı yerinde mutlu birer birey olabilmeleri için kullanacağımız zamânı çalmadan yapmamız gerekmektedir. Zaman geçince aslâ geri gelmez. Hz. Ömer (ra) gibi, Sa’d bin Amir (ra) gibi evlâtlar yetiştirebilmek ne büyük mutluluk ve şükür sebebi olurdu bizler için.

Ey Rabbimiz! Bizleri doğru yoldan ayırma, kulluk görevlerimizi yerine getirebilmemiz için bizlere yardım et. Kalplerimizi ve ayaklarımızı dînin üzere sâbit kıl. Allâh’ım bizden sonra gelecek soyumuz için, Hz İbrâhîm’in (as) duâsı ile açtık avuçlarımızı sana: “Rabbim! Neslimden çoğunu namazı devamlı olarak gereğince kılan kullarından eyle. Rabbimiz! Duâmı kabûl buyur!” (İbrahim, 40.)

Nuriye Eycan (Kasım 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak