Geçen sene Ramazan-ı şerifte teravih namazını Ravza-i Mutahhara'da, Peygamberimiz (s.a.v)'in mescid-i saadetlerinde edâ ederken, bir daha ne zaman gelebilirim düşüncesiyle meşguldü gönlüm. Kardeşlerinin hepsini bu güzel beldelere getirmeye muvaffak olduk, elhamdülillah, Taha'nın. Onun da hakkını yerine getirmek için Haziran ayında okulların tatil olduğu mevsimi düşünürken, "Daha o tarihe çok var Yâ Rab" diye feryad edeceğim an, zorla tutmuştum kendimi.
Bizi mübarek beldelere götüren şirketin çalışanlarından Abdülkadir Postallı kardeşimi ne zaman görsem, "Yolculuk ne vakit?" diye sorar dururdum. İlkokullar tatile girdi, biz de Haziran ayının on birinde, çok sıcak bir mevsimde yola çıktık ama manevi sıcaklığın serinliğinde yaptık vazifemizi elhamdülillah. Gece umreyi tamamlayıp, Altınoluk'un karşısında biraz istirahatten sonra, ılık sularda abdest alıp geçtik Kâbe'nin karşısına. Aşık olmuştuk zaten oranın sokağına, çarşısına. Üstazımızın bir sohbetlerinde, "Beytullah şöyle dursun, kumlara batan otobüsü itmeye bile kurban olayım." buyuruyorlar. Adamın biri durmadan Kâbe'den anlatır. Halk artık usanır. Bir daha Kâbe'den bahsetme derler. Adam bir müddet durur, vah karnım der sızlanır. "Ne var" dediklerinde, "Kâbe'de de böyle ağrımıştı" der. Tavafta Kâbe'yi nefsin yedi mertebesini geçme duygusuyla yapmaya çalıştık bu sefer de. Hacerü'l-Esved hemen hemen her dönüşte öpülebiliyordu. Tavafı tamamlayıp Hacerü'l-Esved'i öpüp çıkarken, Allah'ın erlerinden bir zât "Yavaş, yavaş" dedi Arapça. Yalnız bu insan, bizim gibi bir gâfil değildi. Başımız Kâbe'nin örtüsüne değecek şekilde namaz kılıyorduk bazen. O andaki yakarışımız:"Cismimiz beytine bu kadar yakın olduğu gibi, gönlümüzü de yakın eyle!" temennisiydi. Deniz kenarında dolaştığımız bir hayırlı insan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sebebini biz de anlayamadık. Kendisine geldiğinde, ağlayışının sebebini sorduk. O da bize, "Rabbimize gönlüm niçin bu kadar uzak!" diyordu. Derdimiz bu olmalı. Bize bizden yakın olan Mevlâ'yı bulmalıyız. "Sen çıkınca aradan Kalır seni Yaradan" "Ben senin şüphesiz Rabbinim. Hemen ayakkabını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuva'dasın." (Tâhâ, 12) ayetinde, ayakkabılarını çıkar demeden gaye, sûfîlere göre, kalbinden mâsivâyı, Allah'ın muhabbetine engel olacak her şeyi çıkar demektir. Nefsânî ve hayvânî duyguları gönülden silip attığımız an, kalp âyinesine nûr ve tecellîler akseder. "Âyinedir bu âlem her şey Hakk ile kâim Mirat-ı Muhammedden Allah görünür dâim" Efendimiz' (s.a.v)'in Mîraç hadisesinde sadr-ı şerifinin yarıldığı yerde bir müddet uyuya kaldım. Kendime geldiğimde şu hallerimi yaşamıştım düşümde. Âdem aleyhisselâm; bir zellesi, hatası için yüzyıllarca gözyaşı döktü de, biz neden bunca hatalarımıza ağlamıyoruz. Bu münevver yola attığımız adım bizi Hakk'a ulaştırmak. Hemen hemen bütün gece Kabe'de idik. Taklîden de olsa önümde Efendimiz (s.a.v), etrafımda sâdât-ı kiramla, mtirşid-i kâmillerle tavaf etmeye çalıştım. Bu esnada düşüncemiz N. Fazıl Kısakürek'in şu beyti idi: "Sonsuzluk kervanı peşinizde ben Üç ayakla seken topal köpeğim." Teheccüt ânı buralara âşık dostlar hep kendilerini hatırlatıyordu. Biz de onlar için Kabe'ye bakarken gözlerimiz yaşarıyor, yüreklerimiz dağlanıyordu. Bu tatlı anda bir Profesör kardeşimiz geldi. Dedim ki ona:"Hacerü'l-Esved'in karşısında namaz kılmak çok hoşuma gidiyor." Mekke ve Medine'nin tarihini çok iyi bilen bu zât da şunları nakletti bize:"Efendimiz (s.a.v) en çok namazı bu cihette kılarlardı. Çünkü karşı tarafta müşriklerin toplandığı "Dârü'n-nedve" vardı. Miraç hadisesi de bu tarafta olan "Ümmü Hânî"nin evinde zuhûr etti. Bir gün Nebiyyi Ekrem (s.a.v) namaz kılarlarken, müşrikler kırk-elli kilo ağırlığında olan devenin işkembesini secde anında üzerine bıraktılar. Bu fecî hâli haber alan Fâtıma (r.anha) koşup gelerek Peygamber babasının üzerinden işkembeyi kaldırıp attı ve "İnandım dediği için Allah'a, böyle ezâ mı edilir Hakk'ın Habîbine?" diye çığlık attı." Anlatırken bunları kardeşimiz, içimiz yana yana gözümüzden hazin hazin yaşlar akıyordu. Çocuk yalnız kalmasın diye ikindi namazına gelememiştim. Bir hasretlik çöktü içime, gidemedim Beytullah'a diye. Akşam namazı için vardığımda, ne oldu bilmem, anasından ayrılan çocuk gibi feryâd ettim. Namazda bile bu inleyiş devam ediyordu. Rabbimizin lütfuyla âşık olduk Kâbe'ye. "Aşkın virân eyledi Geldi fenâ gitti âr Aşkun üryân eyledi Yaktı nârı kahrına Gark eyledi bahrine Gitti gönül şehrine Aşkun devrân eyledi
Aşkun oldu sermaye Gitti varlık deryaya Mecnun kıldı Mevlâ'ya Aşkun hayrân eyledi'(Câbidî)Taha yalnız kalmasın diye gelemediğim sabah namazından sonra da iştiyakla, büyük bir arzu ile tavaf yapıp, Beytullah'm içinden sayılan, Hatim'de evrad ve ezkârımızı edâ ettikten sonra, "Zâtını müşâhede ile hakîkate, yaratılış sırrımızı idrâk ile de marifete ulaştır Yâ Rab!' diye sızlanıp dururken, bu heyecanlı ânı pür dikkat seyre dalan, her tarafı nûr olan Cezâyirli genci de unutamıyorum.Şöyle derdim kardeşlere ara ara:"Her halde biz ölünce kavuşuruz O'na." Mevlânâ (k.s) anlatır Mesnevî'de. Hindistanlı bir tâcir, ev halkının ihtiyacını ve kafeste bulunan tûtî kuşunun arzusunu sorar. Kuş der ki:"Benim halimi orada bulunan tûtîlere haber ver." Tacir, kuşun isteğini arz edince ağaçtaki kuşa, kuş kafasını bir tarafa yıkıp yere düşerek ölür. Bu hali evindeki tûtî kuşuna haber verince o da ölür. Biraz hava alsın diye dışarı çıkarınca, kuş pır diye uçup kaçar. Bu hadise ile Mevlânâ (k.s) şu hakikati dile getirir:"Ölmeden evvel ölmeyince, bu beden kafesinden çıkmayınca, ruhu bedene hakim kılmayınca, saâdete, huzur ve sükûna ermeyiz." Kılınan namaza, okunan Kur'ân'a, yapılan duâlara, teşbih ve tehlile doyulmuyordu. Elhamdülillah, üç sefer umre yapmak nasib oldu. Birinde Taha, Peygamberimiz (s.a.v)'in doğduğu Hâne-i Saâdeti görmek istedi. İkindi vakti ihramları giydik, sanki bizi bekliyor gibi hazırlanan minibüse binip Mikâd mahalline gittik. Araba bizi daha yeni açılan Hâne-i Saâdetin önüne getirdi. Taha, "Bu esansı, kokuyu kim sürdü" dedi. Biz de, "Nûr-u İlâhî, Muhammed Mustafa (s.a.v)'in kokusu." dedik. Yâsin-i şerifi, Efendimiz (s.a.v) ve analarının, doğumunda hizmet edenlerinin ruhlarına bağışlayıp Bâbü's-Selâm'a geldik. Akşam Namazına tavafı, yatsı namazına da sa'yi tamamladık, şükürler olsun Allah'a. Veda tavafına geldiğinde sıra, tekrar tekrar gelmek üzere Rabbimizin izniyle ayrıldı bedenimiz Allah'ın Beytinden.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak