Bir velînin kemâli, Efendimiz’in ümmîliğine, yetîmliğine, fakrına vâris olabildiği kadardır. Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın Arap çöllerinde doğarken kendisini içinde bulduğu bu haller ümmeti için büyük önem ifâde etmektedir. O’nun karakterine vâris olmak sâdece tevâzu, cömertlik, hizmet değil; yetîmlik, ümmîlik, fakirlik özelliklerine de vâris olmayı gerektirir.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm annesiz, babasız, ümmî bir yetîmdi. Bir yetîm olarak büyüyen Sevgili Peygamberimiz’in kalbi tamâmen temiz ve lekesizdi. Tıpkı Hz. Meryem’in el değmemiş saf bir bâkire olması gibi. Onlar, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerindeki tezāhürlerinin saf hazneleri idiler.
Muzaffer Özak Hazretleri, Peygamber’in yetîmliği hâlini şöyle tanımlamaktadır: “Bütün melekler gözyaşları içinde Cenab-ı Hak’tan bunun nedenini öğrenmeyi dilediler. Cenab-ı Hak onlara şöyle cevap verdi: ‘Ey Meleklerim! Babanın vazîfesi ve işlevi çocuklarını yetiştirmek, eğitmek ve korumaktır. Ama Benim Sevgilimin kendisini yetiştirmek, eğitmek ve ona bakmak için kimseye ihtiyâcı yok. Diğer çocuklar yardım ve destek için ‘baba’ diye haykırırken, Benim Sevgili Muhammed’im; ‘Ey Rabbim!’ diye beni çağıracak. Ben O’nu babasız bıraktım ki yardım ve destek için Ben’den başka hiç kimseye yönelmesin.’”
Ey seçilmiş Mustafâ! Sen ümmî ve yetîm idin. Seni okula götürecek, sana kalemle yazı yazmasını ve benzeri şeyleri öğretecek bir ebeveynin olmadı. Bu binlerce ilmi nereden aldın? Yaratılışın ve varlığın başlangıcından itibâren bu dünyâya gelmiş olan her şeyden haberler verdin. Dünyânın çözülüp dağılmasını, sonunu ve sonu olmayan Ebed’i bildirdin. Bütün bunları kimden öğrendin? Mustafâ cevapladı:t ‘Kimsem olmadığı ve yetîm olduğum için o Kimsesizlerin Kimsesi benim öğretmenim oldu ve bana O öğretti, çünkü ‘Rahmân, Kur’ân’ı öğretti.’ (Rahmân, 1-2)
Bir mü’minin en kıymetli hâli, Allâh’a karşı yetîm durabilmesidir. Böylece her kaybında, her sorun ve imtihânında, her zorlukta yalnızca Yüce Merhamet Sâhibi Erham-ür-Râhimîn olan Rabbine yönelecektir.
Kur’ân; okuma yazma bilmeyen bir Peygamberden söz etmektedir. İbnü’l-Arabî Hazretleri, ümmîlik mefhûmunu şöyle anlatır:
“Akıl, kendi faaliyetlerini askıya alabildiği andan itibâren bir kimse, okuma yazma bilmiyor olmak zorunda kalmaksızın ümmî olabilir. Bizim için ümmîlik, mânâların ve esrarın ortaya çıkabilmesi için rasyonel spekülasyonların ve muhâkemelerin kullanılmasının terk edilmesinden ibârettir. Vahyin o el değmemiş saf kabı olan Hz. Peygamber’in yaptığı gibi, bir kimse kendisini Allâh’ın lütuf ve fazıl nurlarına tamamen açmalıdır.”
“O’nu duyabilmek için insanın kendi bebeklik hâline dönebilmesi gerekir; bu ki ümmîliğin tam olarak tercümesidir. Bu bebeklik hâli Kur’ân’ın; ‘Ve Allah sizi analarınızın karınlarından, (siz) hiçbir şey bilmez bir hâlde iken çıkardı.’ (Nahl, 78.) âyetiyle anlatılan bebeklik hâlidir.”
“Kul açısından bakacak olursak kadir gecesi, onun temizlendikten sonra kendi nefsindedir. Netîcesi ümmîlik olan temizlik. Ümmî genelde okuma yazma bilmeyen diye tercüme edilir. Halbuki Kur’ân ümmîyi şöyle târif etmektedir: annesi onu doğurduğu zamanki gibi bir insan.”
Hz. Mevlânâ (rh.a) ümmîlik vasfı ile ilgili şöyle diyor:
“Adam yazılmış kâğıda yazı yazar mı? Yâhut fidan dikilmiş fidanlığa tekrar fidan diker mi? Yazmak için yazılmamış bir kâğıt arar. Tohum ekmek için ekilmemiş bir yeri araştırır. Sen de kardeş tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kâğıt kesil de “Nûn ve'l-kalem” yazısı ile şeref kazan, sana da o kerem sâhibi tohum eksin.”
“Çıplak toprak ol, üstüne yazı değmemiş tertemiz yazı ol ki vahiy kalemiyle taltîf edilesin. Böylece merhametli Zât sana tohumlar eksin. Kendini tamâmen lütuf nurlarına aç!”
“Çıplak toprak ol, tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kağıt ol.” Hazret-i Mevlânâ'nın söylediği gibi, bir mü’minin ilâhî etkilere ve lütuf nurlarına karşı kendisini açması gerekir, kavrayış gücünün aktif olması gerekir.
Ümmîlik hâline bürünmek için, temiz kalp sâhibi olmalı. İç dünyâmızı hırs, kıskançlık, kibir, açgözlülük, tembellik ve câhillikten temizlemeli. Putlarla ve dünyânın çöpleriyle dolmuş bir kalp ilhamları işitmez. Kalbimiz bencil hasletlerle dolduğunda, Allâh’ın rahmetine yer kalmaz.
Ancak temiz bir kalp ilâhî rahmet deryâsına girebilir ve derûnî mânâların hoş tadını alabilmek için âyetlerin nûruyla nurlanabilir. Mü’min ilâhî hassâsiyetini ne kadar artırırsa, Cemâl-i Ebedî’nin sonsuzluk âlemlerine doğru o kadar cezbolunur.
Temiz bir kalp sâhibi için ilâhî şart şudur; bütün benliğimizi olduğu gibi vermeli ve nefislerimizi Allah rızāsı derdinden hâriç kaygı ve maksatlardan temizlemeliyiz.
Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân: “Artık Benim sözlerime kulak veren ve içindeki güzellikleri yaşayan kullarımı müjdele! Onlar ki, Allah tarafından hidâyete erdirilmişlerdir. Onlar temiz akıl sâhipleridir.” (Zümer, 17-18)
Mü’minden beklenen iş, fakr-ı mutlak ve çıplaklıkla aczini, zaafını ve kusurlarını idrâk ederek kendisini Allâhu Teâlâ’nın huzûr-u ilâhîsine takdîm etmesidir.
Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın hayâtını incelediğimiz zaman şâhit oluyoruz ki O, dâimâ zayıfların, güçsüzlerin, fakirlerin, çâresizlerin, kimsesizlerin yanında olmuştur. O’nun isimlerinden birisi “Melce-i-Fukarâ” fakirlerin sığınacak yeri ve “Enîs-i’z-Zuafâ” zayıfların arkadaşıdır. Rabb’ine şöyle bir duā etti:
“Beni fakîr olarak yaşat, fakîr olarak öldür ve fakîr olarak dirilt.”
“Benim hâlim fakrdır, fakrım iftihârımdır.”
“El-fakru fahrî” hadîs-i şerîfi, Fahr-i kâinât Efendimiz’in özünü anlatmaktadır.
Bizi Cenâb-ı Allâh’a yaklaştıracak yegâne şey dâimâ fakr hâlinde olmaktır. Fakirlik, yoksulluk İslâm dîninin özüdür. Fakirlik, bir mü’minin sâhip olduğu tüm değerli özellikleri içinde barındırır. Çünkü kişinin özünü fedâ etmesine, yalnız Allâh’ın varlığına kendini adamasına vesîle olur. Bu yüzden hiçlik mertebesi hakîkî tevâzuyu, samîmî teslîmiyeti, en derin muhabbeti, huşû dolu hayranlığı, sonsuz keremi ve hâlis kulluğu doğurur.
Fakirlik, yokluk veya hiçlik kurbiyyet cennetine götürecek en güzel araçtır. Fakirlik hâli, kişinin kulluğuna ve Rabbine olan mutlak ihtiyaç ve bağımlılığına dâir idrak ufuklarını açar. Fakirlik hâli çâresizliğin ve tevâzuun kapılarını açar. Fakirliğimizi anlarsak Rabbimizin yüceliğini ve nihâyetsiz kudretini anlamış oluruz.
Yoksulluk makāmı bizi varlığın ızdırâbından kurtarır. Bu varoluş mağarasını terk ettiğimizde Cenâb-ı Hakk’ın sonsuzluğunu idrâk edeceğiz. Zîrâ ancak benliksizlik, kâinâtı aydınlatabilir. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Hazretleri dediler ki: “Mi’râc gecesinde Resûlullah nefsinden sıyrılmış olarak 100.000 yıllık yol gitti.”
Yoksulluk hâli yaratılanın Yaratıcısı ile alçakgönüllü bir ilişki kurmasıdır. Yoksulluk hâli kendini dünyânın bağlarından kurtarıp Allâh’ın eline teslîm etmektir. Yoksulluk hâli çâresizliğin, ihtiyâcın, fakrın ve tevâzuun kapılarını açar. Yoksulluk hâli sahteliği soyup atar, perdeleri kaldırır, mânevî hazımsızlığı, can sıkıntısını, endîşeleri giderir, paylaşımı güçlendirir.
Şems-i Tebrizî Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm hakkında: “Bütün âleme sığmayan Efendimizin bir sözü: 'Fakirlik benim kıvancımdır'. O nasıl yoksul olabilir? Evet o fakîrdir, yoksuldur, ama Allâh’ın nûrunun yanında. Onun göğsü Allah nûru ile yanmakta idi ve buna rağmen derdi ki: 'Keşke yüz göğsüm daha olsaydı da her gün O'nun nûru ile yanıp tutuşsaydı, yanıp yok olsaydı ve tekrar dirilseydi'. Yanıp yok olmanın zevkini ve huzûrunu o bilirdi.” buyurmuştur.
Ancak hiçliğimizi anlarsak, Rabb‘imizin yüceliğini ve nihâyetsiz kudretini anlamış oluruz. Böylece sahtelik sönüyor, iki yüzlülük bitiyor, menfaat işleri bitiyor. Yozlaşma, sahtekârlık, ahlâksızlık, sömürü, suistimâl bitiyor. Ve hidâyet, rahmet, mağfiret, emniyet, güven, huzur, selâmet ve iç barışımız tecellî ediyor.
Bir mü’min için nihâî hedef, dünyâya karşı fakîr olmak ve ilâhî huzûrun ebedî zenginliklerini kazanmak için kendini nefsinden kurtarmaktır. İşte bu özdeki zâtın verdiği aydınlıktır; “ihram” hazînesidir. İhram giydiğimiz zaman kalbimizde mârifetin nûru parlayacaktır ve mi’râc mertebesine ulaşma imkânı olacaktır. Bu hâl ise, bize bizden daha yakın olan Rabbimiz'e kavuşmaktır. İhram esmâ-i ilâhiyye nûrunun giysisidir. İhram, içte olan ve insanın hayâ, fakr, ihtiyaç ve aşk dolu teslîmiyet hallerini temsîl ediyor. İhrâma girmek, nefsâniyeti ve ölümü sembolize eden dünyevî kimliğin tüm alâmetlerinden soyunmak demektir. Arzulardan, isteklerden tam arınmış, tam bir teslîmiyet hâlidir. Dış görüntüsü tamâmıyla basit olmalı ki; içini güzelleştirmek adına dışı tanınmaz hâle gelmelidir. Beden ölür ve ruh tüm ihtişâmıyla parıldar.
İhram arzusuzluk, muradsızlık ve tam bir teslîmiyet hâline girerek hayâ ve tevâzuyu giyinmesi, kişinin kendisini mahviyet ve aşk dolu bir teslîmiyetIe arz etmesi demektir.
İhram velâyet giysisidir. Esmâ-i İlâhiyye nûrunun giysisidir. İhram yüce Allâh’ın kutsal sıfatlarının nûrunun kisvesidir. Şöhretten ihrâma, sahteliğin yüzeyselliğinden geçerek insanlığın nûruna dönüşümdür.
Hiçlik kapısı, yokluk kapısı, kurbiyet kapısı, fakirlik kapısından girmeden aşkın sırrına erişemeyiz. Aşkın sırrı fakirliktir. Fakirlik en zengin hâlimiz. Fakirlik insanın ulaşabileceği en üst noktadır, en üst nefis terbiyesidir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî şöyle demektedir: “Allah dostlarının kalpleri yoksulluk etrâfında bir çember oluşturur: Yoksulluk şeyhlerin şeyhidir, bütün kalpler ise onun mürîdleri.”
Aşkın sırrı yokluğu arzûlamaktır. Aşkın sırrı Allâh’a dâim olan ihtiyâcı ve bağımlılığı bilmektir. Aşkın sırrı Allah için olmayan her sevgiyi kurbân etmektir. Aşkın sırrı Hâlık-ı zü’l-Celâl’imizin her zerre ve hücreyi ihâta eden sınırsız kudreti karşısında acziyetini ve muhtâciyetini ilân etmektir. Aşkın sırrı ölmeden önce ölmektir. Aşkın sırrı kendi hiçliğimizi ve Rabb’imizin yüceliğini keşfetmektir. Aşkın sırrı cüz’î irâdeyi terk etmektir.
Yoksulluk makāmına ulaşmak için, iki cihan güneşi Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm bize bir velâyet reçetesi olan şu tavsiyede bulunmaktadır: “Ölmeden önce ölünüz.”
Cüneyd-i Bağdâdî bu konuda şunları söylüyor: “Tasavvuf Allâh’ın seni ölümle kendinden uzaklaştırarak, Kendisinde yaşamanı sağlamasıdır.”
Muhyiddîn İbn Arabî şöyle söylüyor: “Biz O’na O’nun esmâsını sunarız, O ise bize varlığını.”
Bahaüddîn Veled’in buyurduğu gibi: “Yokluğa bakarken, O’nun aşkından gözlerinden yaşlar akıtacak biri lâzım.”
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî şöyle demektedir:
“Farklı ilimler içinde, ölüm gününde yalnızca yoksulluk ilmi yol erzâkı sağlar.”
“Yoksulluk sıkıntı vermek için değildir. Hayır, o vardır çünkü Allah’tan gayrı hiçbir şey yoktur.”
“Ölü adam yaşamını kaybederek bir açıdan yok olmuştur, Sûfîler ise yüz açıdan yok olmuştur.”
“Semâvâtın mi’râc’ı nedir? Hiçliktir. Âşıkların dîni, mezhebi yok olmaktır.”
“Ey âşıklar! Varlık sıfatlarından kaçın da kendinizi Hakk’ın cemâlinin müşâhedesinde yok edin!”
“Aşkın varlığıyla öyle tükendim ki yokluğum varlığımdan bin kat daha tatlı.”
Ekim 2024, sayfa no: 26-27-28-29
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak