Prof. Dr. Ali Akpınar
Peygamberimiz, ölüm döşeğinde şu tarihi uyarısını yapar: Namaza dikkat ediniz, kadınlar ve eliniz altındaki garibanlar konusunda Allah’tan korkunuz!
O’nun (sav) bu elinizin altındaki garibanlar ifadesinin içerisine köleler, yetimler, yoksullar ve toplumun diğer zayıf kesimleri girer. Hz. Peygamber (sav), İslâm’ın ilk yıllarından itibaren hep bu garibanların haklarını korumak ve onları kollamak için çırpınmıştır. Onun davet halkasına katılanlar da öncelikle garibanlardır ve O, İslâm garibanlarla başladı, ilerde de öylece yeniden başlayacaktır. Garibanlara müjdeler olsun diyerek onlara dikkat çekmiş ve onları onura etmiştir. Demek ki toplumda bu garibanlar hep olacak ve İslâm’ın hayat bulmasında onların özel bir yeri olacaktır.
İlk yıllardan itibaren inen ayetlerde yetimlerin haklarına dikkat çekildiği gibi, Medine döneminde de inen ayetlerde de bu konu ısrarla işlenmeye devam etmiştir. Zira toplumun bu kesimi, her zaman mağdur edilebilmiş, velileri yahut çevresindekiler onların küçük, güçsüz ve kimsesizliğinden cesaret alarak haklarını yemekten çekinmemişler yahut onların mallarını kendi malları gibi titizlikle koruyamamışlardır. Oysa onların kimsesi Yüce Allah’tı. O’nun ve Rasûlü’nün katında kim olursa olsun, hak sahibi olan her zaman güçlü olandı.
Arapçada tek kalmış anlamına gelen yetim, babası vefat etmiş çocuğa dendiği gibi, annesi vefat etmiş öksüze de denir. Çocuğa bakmakla baba sorumlu olduğu için, öksüz ve yetimler daha çok malî konularda mağdur edildikleri için, onlardan yetimler diye bahsedilmiştir. Kur’ân’da yirmi iki ayette yetimlerden, onların haklarından söz edilmiştir. Bu da Kur’ân’ın bu konuya verdiği önemi gösterir. Arapça da kocasız kalmış kadın için de yetim kavramı kullanılmıştır. Zaten hadislerde yetim ve kadın toplumun iki zayıf kesimi olarak birlikte kullanılmıştır. “Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah’tan korkunuz.”[1]
Kendisi de yetim ve öksüz olarak büyüyen Peygamberimiz, yetim ve öksüzlüğün ne olduğunu çok iyi bilen ve her zaman onların üzerine şefkat kanadını indirendi. İlk inen ayetlerde bu husus hatırlatıldı: Rabbin seni yetim bulup da barındırmadı mı? Öyleyse sakın yetime kötü muamele etme.[2]
Medine’ye teşriflerinde Peygamberimiz Mescid yapılacak yerin iki yetim kardeşe ait olduğunu öğrendi, onların arsalarını bağışlamak istemelerine rağmen, bunu kabul etmedi ve arsayı onlardan satın aldı. Onun bu uygulaması da yetim hakkı konusunda ne kadar hassas davrandığının açık göstergesidir.
Medine de inen Nisa suresi ayetlerinde yetim haklarından bahseden ayetlerin arasında, evli kadın haklarından bahsedilmesi de oldukça dikkat çekicidir. Kur’ân bu söylemi ile, anne baba evlerini bırakıp kocalarının evlerine gelen hanımları da yetimler mesabesinde tutmuş ve onların haklarını koruma altına almıştır.
Medine döneminde savaşa izin verildi ve Müslümanlar kendilerini Bedir, Uhud, Hendek, Mute başta olmak üzere pek çok savaşın içerisinde buldular. Bu savaşlarda şehidler verildi, geride onların yetimleri kaldı. Dolayısıyla o yetimlere, şehitlerin emaneti olarak bakmak, onlarla ilgilenmek, onların haklarının korunması gerekiyordu. İşte Medine döneminde inen pek çok ayette bu konuya temas edildi:
Yetimlere mallarını verin. Temizi mundara değişmeyin, onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir suçtur.[3]
Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.[4]
Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.[5]
Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın.[6]
Ayetlerde yaklaşmayın ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu, yetim malını yemeyi düşünmeyin, yetimin malını yiyebilecek noktalara yaklaşmayın demektir.
İslâm, başkasına ait olan bir çocuğu kendi üzerine geçirme demek olan evlatlık edinmeyi yasaklamıştır. Onun bu yasaklaması, nesebin karışmaması amacına yöneliktir. Yoksa kimsesiz çocuklara bakmak, onların haklarını korumak, onların yetişmesine katkıda bulunmak İslâm’ın değer verdiği ibadetlerdendir. Kur’ân, kıyamet günü sarp yokuşları aşmanın yolunun yetim ve yoksul kimselere bakmaktan geçtiğini haber verir: O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yemek yedirmektir, Yakınlığı olan bir yetime. Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.”[7] Buna göre yetim ve yoksullara yardım etmeyen kimse yollarda kalacak, sarp yokuşları geçemeyecek menzile ulaşamayacak, Rızaya erip cennete giremeyecektir.
Nitekim Peygamberimiz, Beni ve yetimin hamisi, kıyamet gününde birbirimize şu iki parmağım arası kadar yakın olacağız[8] buyurmuştur. Rabbimiz, bizi Cennette Peygamberimize yakın ve komşu et diye dua eden müminler olarak Peygamberimize gerçekten yakın olmak istiyorsak yetimleri korumalı, onlarla ilgilenmeli ve onlara yardım etmeliyiz. Özellikle maiyetlerinde yetim bulunan Müslümanlar buna daha da dikkat etmelidir. “Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”[9]
Peygamberimiz, babası Uhud’da şehit düşmüş olan Beşîr bin Akrabe’yi ziyaret etmiş, çocuğun ağladığını görünce, “Ağlama ey sevgili çocuk, ne diye ağlıyorsun? Ben baban, Ayşe de annen olsun, istemez misin?” diyerek onu teselli etmiştir. O, bu sözleri yalnızca yetimin gönlünü almak için söylememiş, o yetime gösterdiği yakın ilgi, sevgi ve yardım ile söylediklerinin gereğini yerine getirmiştir.
Günümüzde toplumsal problemlerin başında gelen sokak çocukları, şehit çocukları, savaşın çocukları, bakıma ve korunmaya muhtaç çocuklar konularına İslam’ın bu hassasiyeti çerçevesinde bakılmalıdır. Tabi ki bu çocukları kimsesiz çocuklar haline getirenler en başta sorumludurlar. Sonra onların zayıf ve güçsüzlüğünden yararlanarak onların sosyal ve mâli haklarını gasp edenler sorumludurlar. İmkânları olduğu halde bu garibanlara duyarsız kalanlar sorumludurlar. Bu garibanları çocuk yuvalarında bir başlarında kalmaya mecbur ve mahkûm edenler sorumludur. Kendileri hayatta oldukları halde, dünyevî basit sebeplerle yuvayı yıkan ve çocuklarını analı-babalı yetim öksüz halinde bırakan ebeveynler sorumludur.
Asıl öksüzlük ve yetimlik ise îmân ve İslâm’dan yoksun olmaktır. Yüce Mevlâ, bizleri îmândan öksüz, İslâm’dan yetim bırakmasın!
[1] Kenzu’l-Ummâl, IX, 71.
[2] 93 Duha 6, 9.
[3] 4 Nisa 2.
[4] 4 Nisa 6.
[5] 4 Nisa 10.
[6] 6 Enâm 152, 17 İsra 34.
[7] Beled, 90/12-16.
[8] Buharî, Talak 25, Edeb 24; Tirmizi, Birr 14; Ebu Davud, Ebed 123.
[9] Ibni Mâce, Edeb 6.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak