Ara

Ümmetin En Hayırlısı

Ümmetin En Hayırlısı

Ümmetin En Hayırlısı

Prof. Dr. Ali Çelik

“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” (Hadîs) Geçtiğimiz ay (5 Nisan 2018) ajanslar, acı bir haberi paylaştılar: “5 Nis 2018 - ABD tarafından desteklenen Afgan Ordusunun düzenlediği saldırıda yeni mezun olan 100 hâfız şehit oldu en az 100 kişi de yaralandı.” Bu acı haber tüm Müslümanları derinden etkiledi. Müslüman dünyâsında büyük tepkiyle karşılanan olay, Afganistan’da yaşanan en büyük sivil katliamlarından biri olarak kayıtlara geçti. Şehitlere yüce Rabbimizden rahmet, yaralılara âcil şifâlar diliyoruz. Yakınlarına sabr-ı cemîller temennî ediyoruz. Umuyoruz ki İslâm âlemine senelerdir süren bu zulüm bir gün son bulacak. Bu acı olay münâsebetiyle bu yazımızda; hâfızlık bilincine ulaşmak, hâfızlığın kudsiyetinin, hâfız olmanın gerektirdiği saygının idrâki içinde olmanın önemine vurgu yapmak, hâfız şehitlerimizi hayırla yâd etmek üzere “hâfızlık” kavramının ifâde ettiği mânâ üzerinde duracağız. “Hiç şüphesiz Kur’ân’ı Biz indirdik ve onun koruyucusu da Biziz”1 âyeti mûcibince, Kur’ân-ı Kerîm günümüze kadar indirildiği hâli ile gelmiştir ve kıyâmete kadar da aynı hal üzere bâki kalacaktır. Âyet-i Kerîme’nin bir tecellîsi olarak Kur’ân, yazılması yanında ezberlenmiştir. Hiçbir kitaba nasîb olmayan ezberlenme gayreti, asr-ı saâdetten günümüze her dönemde güncelliğini korumuş ve netîcede Kur’ân’ın nüzûlünden günümüze kadar sayılarının dahi tesbit edilemeyeceği çok sayıda hâfız târihteki yerini almıştır.2 “Hıfz” kelimesi Arapça bir kelime olup, “korumak, saklamak, ezberlemek” mânâsına gelir; zıddı ise “unutmak”tır. “Hâfız” kelimesi ise “hıfz” kökünden türemiş bir sıfat olup (çoğulu huffâz), “koruyan, ezberleyen” anlamına gelir. Cenâb-ı Hakk’ın “el-esmâü’l-hüsnâ”sından biri de “Hâfız” olup, O’nun bütün mahlûkâtın koruyucusu olduğunu ifâde etmektedir. Aynı zamanda, Kur’ân-ı Kerîm’in tamâmını ezberleyen kimseye de “hâfız” denilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm'in tamâmını ilk ezberleyen Hz. Peygamber (sav) olmuştur. Kur’ân âyetleri nâzil oldukça Hz. Peygamber büyük bir titizlikle onları ezberliyor;3 ezberlediklerini her vesîleyle “tertîl üzere/ağır ağır” okuyor, ashâbına da öğretiyordu. Allah Teâlâ Kur’ân'ı Hz. Peygamber'e (sav) Cebrâil (as) aracılığıyla, “telakkî usûlü” ile vahyetmiştir. “Telakkî”, Kur’ân âyetlerini tâne tâne, anlaşılır bir şekilde, kâidelerine uygun olarak okuma ve ezberleme usûlüdür. Sahabe-i kirâm Efendilerimiz de Kur’ân'ı Rasûlullah (sav)’den doğrudan şifâhî olarak/ağızdan tekrarlama yolu ile öğrenmiştir. Bunun içindir ki “Kur’ân, fem-i muhsinden/güzel Kur’ân okuyan bir kimseden öğrenilir” denilmiştir. Bu sözün temel dayanağı ise, Efendimiz’in (sav) her yıl Ramazan ayında, o güne kadar nâzil olmuş olan Kur'ân âyetlerini Cebrâil (as)’a okumasıdır. Kültürümüzdeki “mukâbele” geleneği de kaynağını buradan almaktadır. Peygamber Efendimiz (sav); Kur’ân'ın öğrenilmesini, öğretilmesini, ezberlenmesini ve okunmasını “Sizin en hayırlınız Kur’ân'ı öğrenen ve öğretendir.”4, “Ümmetimin en şereflileri Kur’ân'ı ezberleyenlerdir.”5 buyurarak teşvîk etmişlerdir. Kur’ân'ın tamâmının ezberlenmesi farz kılınmamış ise de, her Müslüman'ın namaz kılabilecek kadar âyet/sûre ezberlemesi, namazın farzlarından biri olan “kırâat”in gereğidir. Hadîs-i şerifte, Kur’ân’dan yeteri kadar ezberi olmayan mü’min harâbeye benzetilmiş;6 Kur’ân'ı ezberledikten sonra unutmayan hâfız’a/hâmil-i Kur’ân'a saygının, dolaylı olarak Allâh’a saygı demek olduğu ifâde edilmiştir.7 Kur’ân’la meşgûl olan kimseler, Efendimiz’in (sav) mübârek dilinde “ehlüllah”, “Allâh’ın has kulları”8 olarak vasıflanmış; Kur’ân hâfızlarının âhiretteki derecelerinin, bildiği âyetler sayısınca yüksek olacağı9 belirtilmiştir. Sahâbe içinde en güzel Kur’ân okuyanlar dört kişi olup bunlar: Ubey b. Ka'b, Muaz bin Cebel, Zeyd b. Sâbit ve Ebu Zeyd'dir. Bu sahâbîlerin dışında da pek çok sahâbî, Kur’ân’ı ezberlemişlerdir. Hicret'in dördüncü yılında Uhud savaşından dört ay sonra Rasûlüllah (sav)’e Ebû Berâ’nın, kabîle­sini irşâd için talebi üzerine kendilerine gönderilen yetmiş sahâbe Muallimler kâfilesi, Medîne’ye dört konak mesâfede bulunan Bi’r-i Maûne’ye var­dıklarında korkunç bir ihânetle karşılaştılar. Bi’r-i Mâûne’de hepsi şehîd edilmişti. Enes bin Mâlik (ra): “Rasûlullâh’ın (sav), Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!”10 demiştir. Bu yetmiş sahâbînin hepsinin de Suffe ehlinden hâfız/Kurra olduklarını hatırlarsak, sahâbenin Kur’ân’ın ezberlenmesi konusundaki hassâsiyetini daha iyi anlamış oluruz. Sahâbeden olan hâfızlar Mekke, Medîne, Kûfe, Basra, Dımaşk(Şam) ve Mısır gibi merkezlerde ders vererek kendi kırâatlerini sonraki nesillere aktaracak talebeler yetiştirmişlerdir. Yedi kırâat imâmının (Nâfî, İbn Kesîr, İbn Âmir, Asim, Hamza, Ebû Amr ve Kisâî) okuyuş tarzları, genellikle ashabdan Ubey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Ebu'd-Derda, Abdullah b. Mes'ûd, Hz. Osman ve Hz. Ali'ye dayanır.11 Hz. Peygamber'in vefâtından sonra Kur’ân hıfzına olan ilgi giderek artmış; ümmet Kur’ân’ın ezberlenmesine büyük önem vermiştir. Müslim'in bir rivâyetine göre12 Ebû Mûsâ el-Eş'arî, vâli olarak bâzı nasihatlarda bulunmak üzere Basra'nın hâfızlarını çağırttığında, dâvete icâbet edenlerin sayısı 300'ü bulmuştu. İbnu'l-Cezerî şu tesbitte bulunur: “Kur’ân'ın naklinde mushafların ve kitapların korumasına değil, kalplerin ve zihinlerin korumasına (ezberlemeye) güvenilmiştir. Bu durum yüce Allâh’ın bu ümmete nasîb ettiği en değerli özelliktir.”13 Hâfızlık calışmaları sonraki asırlarda câmiler ve dârulkurrâlar yanında medrese, dârulhuffâz, dârulhadis, ribât ve türbelerde de sürdürülmüştür.14 İslâm dünyâsının hemen her noktasında Kur’ân hıfzı artarak devâm etmiştir. Özellikle Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde, gerek Anadolu’da gerekse Balkanlar’da Dâru’l-Kurra’lar, özel Kur’ân ihtisas merkezleri olarak faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Evliyâ Çelebi'nin kaydettiğine göre “İstanbul’da “esnâf-ı hâfızân-ı Kur'ân-ı Azîm”in sayısı, 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000'dir. Merâsimlerde “hâfız ve hâfızeler, ale'l-umûm küheylan atlar üzerinde Feth-i şerîf (Fetih sûresi) tilâvet ederek Alay Köşku dibinden geçerlerdi.”15 Halkımızın son derece îtibar gösterdiği hâfızlık müessesesi, günümüzde de aynı heyacan ve coşku içinde önemini korumaktadır. Diyânet İşleri Başkanlığı’nın son verilerine göre (12 Temmuz 2017), “Türkiye genelinde şu an îtibâriyle 128 bin 440 kadar belgeli hâfızımız bulunmaktadır. Bin 360 kadar yatılı Kur’ân kursunda hâfızlık yapan 70 bine yakın talebemiz bulunmaktadır.”16 Konuyla İlgili Bâzı Hadisler
  • “Yaşlanmış bir müslümana, aşırı gitmeyen ve ahkâmıyla amel etmekten geri durmayan Kur’ân hâfızına ve âdil hükümdâra saygı göstermek, Allâh’a duyulan saygı ve tâzimden ileri gelir.”17
  • “Ümmetimin en şereflileri Kur’ân’ı ezberleyenlerdir.”18
  • “Kur’ân’ı zorlanarak okuyan kimseye iki kat sevap vardır. Kur’ân’ı okuyan hâfız ise vahiy getiren şerefli melekler gibidir.”19
  • “Kur’ân’ı ezberleyen kimseler kıyâmet günü cennet ehlinin reisleridir.”20
  • “Kim Kur’ân’ı öğrenir, ezberler ve onu muhafaza ederse Allah o kimseyi cennete koyar ve âilesinden cehennemlik olan on kişiye de şefaatçi kılar.”21
  • “Sizin en fazîletliniz Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”22
“Hased (hiçbir şeyde) câiz değildir, ancak iki (huy) hakkında câizdir:
  1. O kimseye hased (gıpta) olunur ki, Allah ona Kur’ân öğretmiş, o da gecenin (kutlu) saatleriyle, gündüzün (muayyen) zamanlarında Kur’ân okur ve komşusu işitir de: “Keşke (komşum) filana verilen Kur’ân nimeti gibi bana da ihsân olunsaydı. Ve onun mûcibiyle amel ettiği gibi ben de amel etseydim” der.
  2. Öbür kimseye de gıpta olunur ki, ona da Allah mal vermiştir, o da malını hak yolunda sarf etmektedir. Şimdi birisi: “Keşke şu hayır seven kişiye verilen mal gibi bana da verilseydi de onun hayır işlediği gibi ben de işlemiş olsaydım!” diye imrenir.23
“Kur’ân okuyan ve onunla amel eden mü’min kişi, tadı ve kokusu güzel turunç meyvesi gibidir; Kur’ân okumayan fakat amel eden mü’min kişi, tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân okuyan (fakat mûcibiyle amel etmeyen) münâfık, kokusu güzel fakat tadı acı reyhane otu gibidir. Kur’ân okumayan münâfık ise kokusu olmadığı gibi tadı da acı olan Ebû Cehil karpuzuna benzer.”24

(Vallâhu a’lemu bi’s-sevâb)

Dipnotlar: 1 Hıcr, 9. 2 Mesut Çakır- Yavuz Horoz., “Hâfızlığı Teşvîk Eden Hadisler Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 5, Sayı: 9, Kars 2018, s. 118 3 Kıyâme, 16-18 4 Buhârî, F. Kur’ân, 21 5 Aclunî, Keşfü’l-Hafa, I,129 6 Dârimî, “Fezâilu'l-Kur’ân”,1 7 Ebu Dâvud, "Edeb", 20 8 Musned, III, 128, 242; Dârimi, "Fezâilu'l-Kur’ân", 1 9 İbn Mâce, "Edeb", 52; Ebu Dâvud, "Vitir", 20; Tirmizî, "Sevâbu'l-Kur’ân",18 10 Müslim, Mesâcid, 302 11 Bozkurt,Nebi.,DİA,XV,75 “Hâfız” mad. 12 Muslim, "Zekat", 119 13 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 6 14 Bozkurt,a.g.e., XV,76 15 E.Çelebi,Seyahatname, 1, 524). 16 http://www.dinihaberler.com/diyanet-haber/diyanet; http://www.konyayenigun.com/guncel/diyanet-isleri-turkiye-de-ki-hâfız-sayısı 17 Ebû Dâvûd, Edeb 20; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, Dâru İbn Kesîr, Beyrut 1428, s. 299 18 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 125; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, II, 556; III, 170. 19 Ahmed b. Hanbel, XLI, 299; Buhârî, Tefsir 417; Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, II, 395. 20 Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, III, 132 21 Ahmed b. Hanbel, II, 416, 420; 22 Tirmizî, Sünen,V, 174-175 23 Buhârî, Sahih, VI, 236; el-Ayni, Umdetü’l-Kârî, IX, 330–331 24 el-Buhârî, “a.g.e.”, VI, s. 235–244

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak