Ümmet-i İcâbet - Ümmet-i Dâvet
Prof. Dr. Ali Çelik
İslâm dîni, getirdiği hükümleri ile insanı bir bütün olarak ele almış ve onun maddî-mânevî bütün yönlerini kuşatmıştır. İnsana dâir gerek bireysel gerekse toplumsal olarak ne varsa bâzen detay diyebileceğimiz şekilde, çok kere de genel ilkeler hâlinde onu “dünyâda salâha, âhirette felâha” ulaştıracak kâide ve kurallar vaz’ etmiştir. Hitap tüm insanlığadır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle anlatılır: “(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.” (Sebe’, 28.)
Yâni: “Sen sâdece bu şehrin veya bu beldenin, yâhud da bu çağın insanlarına peygamber olarak gönderilmedin, bilakis her çağda yaşayacak olan bütün insanlar için gönderildin. Fakat senin çağdaşların senin değerini anlamıyorlar ve aralarında ne kadar yüce bir insanın peygamber olarak seçildiğinin ve Allah tarafından kendilerine ne kadar büyük bir nîmet ihsân edildiğinin farkında değiller.”
Bundan başka daha birçok âyette Hz. Peygamber’in (sav) tebliğ ettiği dînin (İslâm’ın) evrenselliğine işâret edilmektedir:
“Bu Kur’ân bana kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım diye vahyolunuyor.” (En'am, 19.)
“Ey Peygamber de ki: Ey insanlar, ben Allâh’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçiyim.” (A'raf, 158.)
“Ey Peygamber, Biz seni bütün insanlara ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107.)
“Ne mübârektir, Furkan'ı âlemler için uyarıcı korkutucu olsun diye kuluna parça parça indiren.” (Furkan, 1.)
Aynı husûsa, Hz. Peygamber (sav) birçok hadîsinde farklı şekillerde yer vermiştir. Meselâ: “Ben siyah ve beyaz bütün insanlara gönderildim.”1
"Benden önceki bütün peygamberler sâdece kavimlerine gönderilmişlerdi, bense bütün insanlara gönderildim."2
"Benden önceki bütün peygamberler sâdece kendi kavimlerine gönderilmişlerdi, bense bütün insanlığa gönderildim."3
“‘Benim peygamber olarak gönderilişimle kıyamet aynen şöyledir.’ diyerek Hz. Peygamber (sav) iki parmağını kaldırdı.”4
Hz. Peygamber (sav) bu sözleriyle şöyle demek istiyordu: “Nasıl ki bu iki parmak arasına başka bir parmak giremezse, benimle kıyâmet arasında da başka peygamber gelmeyecektir. Benden sonra sâdece kıyâmet gelecektir ve ben kıyâmete kadar peygamber olacağım.”5
Bu âyet ve hadislerden de açıkça anlaşıldığına göre, İslâm’ın hükümlerinin muhâtabı tüm insanlıktır. Hz. Peygamber (sav) bütün insanlığın, hattâ cinlerin de peygamberidir. Kur’ân’da, Rahmân sûresi 31. âyette İnsanlar ve cinlerden söz edilerek: “Ey insan ve cin toplulukları! Sizin de hesâbınızı ele alacağız” âyetinde insanlara ve cinlere “es-Sekalân” diye hitâb edilmektedir. Bu iki topluluğa peygamber olarak gönderildiği için Hz. Peygamber’e (sav), “Rasûlü’s-Sekaleyn” denilmiştir.
İşte bu sebepten dolayıdır ki İslâm âlimleri, Hz. Peygamber’in (sav) tebliği karşısında insanlık âleminin durumunu şöyle tesbît etmişlerdir: a- Ümmet-i dâvet. b- Ümmet-i icâbet.
Birinci anlam, son Peygamberin gelişi ve İslâmiyet’in doğup Arabistan yarımadasının dışında duyulmasından îtibâren bundan haberdâr olan bütün insanları ifâde eder. Bu insan kitlelerine “ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâğ” denilmiştir. Bu anlayış, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen, Rasûlullâh’ın (sav) bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (Sebe’, 28; A‘râf, 158), âlemlere rahmet vesîlesi (Enbiyâ, 107) bir elçi olarak gönderildiği şeklindeki beyanlara dayandırılmıştır.
Rasûl-i Ekrem’den nakledilen bir hadiste: “..dünyâ var oldukça Cenâb-ı Hakk tarafından İslâm dîninin sesinin çadırda, köyde ve şehirde yaşayan bütün insanlara duyurulacağı” belirtilmiştir.6
İkinci anlam, “Hz. Peygamber’e (sav) îmân edip tâbî olan kitleler” (ümmet-i Muhammed) şeklindedir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir; bu kitlelere de “ümmet-i icâbet” denilmiştir. Kur’ân’da yer alan “mûtedil ümmet” (Bakara, 143) ve “en hayırlı ümmet” (Âl-i İmrân, 110) ifâdeleri, ayrıca çok sayıdaki hadis rivâyetinde tekrarlanan ümmet kelimesi, Muhammed ümmetini belirtmektedir.7
Hz. Peygamber’in (sav) dâvetini kabûl edip ona inanan müslümanlar, bu inancın gerektirdiği hassâsiyet içinde sanki aynı annenin çocukları gibidir. İslâm’a mensûbiyet onları kardeş yapmış; aynı dînin getirdiği ilke ve inanç esasları etrâfında, “ümmet” çatısı altında bir araya getirmiştir. Artık farklı ırk ve renkler, bu çatı altında kardeşlik bağı ile birbiriyle kenetlenerek İslâm binâsını oluşturmuşlardır.
İslâm inancı, ister Ümmet-i dâvet, isterse Ümmet-i icâbet olsun “bütün insanları Âdem'in oğulları”8 olarak, insan olma noktasında “öz’de bir” kabûl eder ve kişiyi Allah nezdinde daha değerli ve şerefli kılacak olan şeyin, onun “Allâh’a ve Rasûlü’ne îmân etmesi” olduğunu açıklar. Bu şerefli olma özelliği ona hak, hukuk ve adâlet açısından herhangi bir ayrıcalık tanımadığı gibi, bilakis sorumluluklar yüklemektedir. "…İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla yararı dokunandır."9 şeklindeki hadis de bunu ortaya koymaktadır.10
Sevgili Peygamberimiz (sav), insanlar arası sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturan prensipleri tebliğ etmiş ve onları bizzat yaşayarak ashâbına, onların şahsında tüm insanlığa öğretmiştir. Bunlardan birkaçını şöyle sıralamak mümkündür:
Peygamber Efendimiz, “Allah için size sığınan kimseye sığınak olun. Allah için isteyen kimseye verin. Sizi dâvet edene icâbet edin, size bir iyilik yapana karşılığını verin. Eğer onun karşılığını verecek bir şey bulamazsanız, karşılıkta bulunduğunuza kanâat getirinceye kadar ona duâ edin.” (Ebû Dâvud, Zekât,38; Nesaî, Zekât, 72) sözleriyle beşerî ilişkilere farklı bir anlam kazandırmıştır.
Peygamberimiz (sav), toplumda insanları rahatsız edecek kaba davranışlar bir yana onları tedirgin edecek tavırlardan bile sakınılmasını tavsiye etmiş; her hal ve şartta insanlara kolaylık gösterilmesini istemiştir.11 Başka hadîsinde Allâh’ın (cc) kullarına kardeş olmayı tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: "Birbirinize nefret ve düşmanlık beslemeyin. Birbirinize hased etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olun! Bir Müslüman'ın (din) kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl değildir."12
Yaşadığı topluma hattâ bütün dünyâya karşı sorumluluk sâhibi olan Müslüman, gördüğü olumsuzluklara gücü nisbetinde müdâhale etmeli ve onları ortadan kaldırmak için çaba sarf etmelidir. Zîrâ Allah Teâlâ “Müslümanlar” olarak isimlendirdiği bu ümmeti seçmiş, (her peygamberi kendi ümmetine şâhit kılarken (Nahl, 89)) onlara özel bir görev yüklemek sûretiyle kendilerini bütün insanlığa şâhit kılmıştır (Bakara, 143). Dolayısıyla Müslüman; bütün dünyâdaki aç, açıkta olan, zulme uğrayan ya da muhtaç olanları görmek, gözetmek ve elinden geldiği kadar herkesin derdine dermân olmak yükümlülüğündedir.
Güler yüzlü olmak, iyilikleri yaymak ve eziyetlere engel olmak13 şeklinde târif edilen güzel ahlâk, Müslümanların yaşadığı toplumlardaki insanlarla ilişkilerini şekillendirmede en temel ölçütlerden biridir. İnsan olma noktasında herkese aynı değeri veren İslâm dîni, Müslümanların diğer din mensuplarıyla ilişkilerinde de bu esâsı temele koyar.
Dolayısıyla adâleti gözetme, insanların hakkına riâyet etme, insanlara zulmetmeme gibi temel ahlâk ilkelerinin gayr-i müslimlerle ilişkilerde de gözetilmesi gerekir. Ancak gerek kişinin şeref ve onuruna, gerekse dînî değerlerine ve inancına saygısızlık, hakâret ve saldırı olması durumunda Müslüman’ın diğer insanlarla ilişkisini buna göre belirlemesi gerekir.14
Müslümanın en önemli yükümlülüklerinden biri de İslâm’ı tebliğ görevidir. Her bir müslüman bu tebliğ görevini, henüz ümmet-i icâbete dâhil olamamış, Ümmet-i dâvet durumunda olan insanlara karşı “Müslüman” olma kimliğiyle İslâm’ı yaşayarak yerine getirebileceği gibi, “emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker” çerçevesinde insânî ilişkilerini yerine getirmek sûretiyle de yerine getirebilecektir. Bu ilişkiler, İslâm’ın gayr-i Müslimlerle ilgili hükümlerine uyarak bu çerçevede olmak şartıyla yerine getirilecek bir iletişim içinde olacaktır. Hz. Peygamber’in (sav) sünnet-i seniyyesinin örnekliği ve rehberliğinde, İslâm’ı güzel yaşayarak bir nevi fiilî dâvette bulunmak şeklinde tebliğ ve irşad görevinde bulunmak olacaktır. Böylece İslâm’ın tesis etmek istediği “Mü’minler ancak kardeştir”15 ilkesi çerçevesinde bütün insanlığı İslâm kardeşliği’nde buluşturacak bir dâvet olarak, İslâm’ın tüm insanlığa rahmet olduğunu gösterecek mü’mince bir davranış ortaya konmuş olacaktır. Baktığımız zaman İslâm Târihi bunun en güzel örnekleriyle doludur. İslâm’ın Hindistan’a, Çin’e, Malezya’ya, Endonezya’ya, Açe’ye girişi çok kere Müslüman tüccarlar vâsıtasıyla, onların İslâm ahlâk esaslarıyla mücehhez yaşayışlarıyla olmuştur. Yine çok yakînen bildiğimiz Bâcıyân-ı Rum, Ahîyân-ı Rum, Gâziyân-ı Rum ismini taşıyan, Ö. Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” dediği Müslüman topluluklar İslâm’ın gerek Anadolu’da kökleşmesinde gerekse Balkanlar’a ulaşmasında etkin rol oynamışlardır. Meselâ Bosna Hersek’in Osmanlı’ya geçmesinde pek çok sebebin yanında, İslâm ahlâk ve fazîletinin bizzat yaşanarak gösterilmesi de dikkatten uzak tutulmamalıdır. Kutlu Nebî (sav) “Dünyâda salâha âhirette felâha ermenin” yolunun “Rabb olarak Allâh’ı, Din olarak İslâm’ı, Peygamber olarak da Hz. Muhammed Mustafâ (sav)’i kabûl edip râzı olmaktan geçtiğini” bizlere haber vermiştir. İnanmak ve yaşamak…
Dipnotlar:
1 Müsned-i Ahmed: Merviyat Ebu Musa Eş'arî
2 Müsned-i Ahmed: Merviyat Ebu Musa Eş'arî
3 Buhârî ve Müslim: Cabir bin Abdullâh'ın rivâyet ettiği hadislerden
4 Buhârî ve Müslim
5 Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân
6 Müsned, IV, 103; VI, 4; sıhhati için bk. a.e. [Arnaût], XXVIII, 154-156; XXXIX, 236-237
7 Bulut, H. İbrahim, DİA, XLII,308-309,” Ümmet” Mad.
8 Tirmizî, Menâkıb, 74
9 Kudâî, Müsnedü’ş-Şihab, I,365.
10 Hadislerle İslâm, IV,313
11 Buhârî, Edeb,80
12 Buhârî, Edeb,57
13 Tirmizî, Birr, 62
14 Hadislerle İslâm, IV,319
15 Hucurât, 10.
Temmuz 2019, sayfa no: 12-13-14-15
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak