Ara

Ululemre İtâat

Ululemre İtâat
İtâat; Hakk’a boyun eğmektir. Hakk’a kulluğun sarsılmaz bir ifâdesidir. Kararlılığın, samîmîyetin, bağlılığın aidiyetin ifâdesidir. Faklı adreslere savrulmamanın, kafa karışıklığına uğramamasının, sakat fikirlere kurban gitmemenin adıdır. Müslümanın itâati anlık değil daimi, sureta değil candan, kula kulluk sapkınlığında değil Hakk’a kulluk aydınlığındadır. Çünkü mü’min Allâh’a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itâat olunamayacağını bilir. Allâh’a peygambere ve ululemre itâatin İlâhî fermân olduğu şuurundadır. Allâh’a îmân edenler dînin tebliğcisi olan Muhammed’e (sav) uymanın gereğini yerine getirirler. Peygamber Efendimiz’e her dönem ve her ortamda her yönüyle tabîî olmak Allâh’ı sevmenin işâretidir. Sünnete itâat bidatlere tavır koymaktadır. Peygamber Efendimiz’e itâat sapkın fikirlerden uzak durmaktır. Müslümanlar Allâh’a ve Resûlü’ne itâatin gereği olarak kendilerini Allah ve peygamber hukukuna, vahye dîne ve kulluğa âşina kılan öncülerinde tabîî olurlar. Müslüman toplum bireyselci, ferdiyetçi, başına buyruk, âlemi kendinden ibâret gören asi, asosyal aykırı, cemiyet dışı hedonist ve çıkarcı bir seyir izleyemez. Müslümanlar bir tesbihin taneleri gibi imame etrafında bir ve bütün olmayı başarmış hakîkat yolcularıdır. Müslümanlar birbirine bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş bir bütün kitledir. Müslüman cemiyette kin, nefret, tefrika, dışlama ve kamu hukukuna ihlal olamaz. Müslüman toplum hakkını korumayı da başkalarının haklarına saygı göstermeyi bilir. Dolasıyla Müslüman toplumun başarısız, başıboş, imamsız ve öndersiz yol alması hayaldir. Bu Ümmet orta ümmettir. Aşırılıklardan ve taşkınlıklardan son derece uzak bir ümmettir. Ümmetin kendisi istikâmet üzere olduğu üzere öncüleri ve rehberleri de istikâmet çizgisinin imamları olacaktır. Bu ümmetin içerisinden insanlığı iyiliğe ve adalete çağıran bir grubun olması Allâh’ın fermanıdır. Ümmetin selâameti uhuvvet ve teavünledir. Kardeşlik ve dayanışma ruhunun tescili ümmetin berhayat olmasının bir şartıdır. Ümmetin bir ve beraberliği ise emaneti üstlenmiş ehliyetli ve likayat sahibi öncülerin varlığıyla doğru orantılıdır. İşte ümmetin öncülüğünü yapan onları hayra ve adalete çağıran ümmeti hak yolunun divanesi kılan, Allâh’a Peygamberine tabîî olmanın şerefine nâil kılan rehberlere ve önderlere ululemr adı verilir. Ululemr Müslümanların insaf sahibi, adalet terazisinin taşıyıcı, hak ve hukuk davasının yılmaz savunucusu, mazlumların haklarının takipçisi, Allah yolunun divânesidir. Ululemr genel kanâate göre Müslümanların insaflı devlet başkanlarıdır. Hukuksuzluğa, haksızlığa, kötülüğe ve yanlışa sapmadıkları sürece Müslümanların idarecilerine itâat edip yardımcı olmaları esastır. Başlarındaki yöneticiler köle de olsalar zulüm ve haksızlığa sapmadıkları sürece itâat esastır. Anarşi, kaos, entrika, casusluk, ihanet ve aldatma olmaz. Toplumun selâmeti, cemiyetin îmârı, halkın güvenliği ve yönetimin dirâyeti önemlidir. Peygamber Efendimiz’in (sav) varisleri Müslümanların yönetim emanetini üstlenen idareciler olduğu gibi, maddenin ötesinde mânâ âleminin selametine de öncülük eden âlimlerdir. Allah’tan gereğince korkanlar âlimlerdir. Dünyâ ve âhiret yurdunun âbide şahsiyetleri âlimlerdir. İlim insanlık onurunun anlam haritasıdır. Allah yolunun inceliklerini öğreten, ayakların sebatını sağlayan, ümmetin hukukunu gözeten, cehalet karanlıklarını gideren, istikbaldeki mutlu yarınların temelini atan âlimlerdir. Özellikle ulama-i rusûh, ilmiyle âmil, ilminin adamı, ilmin şanına yaraşır şahsiyetler, Peygamber Efendimiz’i (sav) her yönüyle temsil eden âlimler Peygamberimiz’in gerçek vârisi ve ümmetin ululemri konumundadır. Zâhirî ilimlerde olduğu kadar batınî ilimlerde de yetkin konuma gelip zü’l-cenahayn olan âlimler sûfîlerdir. Allah dostları ilimleriyle olduğu kadar halleriyle de Hz. Peygamber’e (sav) vâris olmanın gereğini yerine getirirler. Mürşid-i kâmiller hakîkat yolunun öncü şahsiyetleri olarak İlâhî emaneti hakkıyla taşımanın gayretine bürünürler. Muhataplarına baba şefkatiyle yaklaşan, sevdiklerini candan himaye eden mürşid-i kâmiller ayakların kaymasına ve gönüllerin Hak’tan ayrılmasına engel olmaya çalışırlar. Tasavvufî gelenekte müritlerin dünyevî ve uhrevî hayatlarını tehlikelerden korumaya çalışan mürşid-i kâmiller mânevî hastalıkların tabibi konumundadırlar. Hastanın hâzık bir hekimin reçetesine olan güveni gibi dervişler de mürşitlerini mânevî hastalıkların usta hekimi olarak görürler. Mürşid-i kâmilin tenbîhâtını, uyarılarını, emir ve buyruklarını aslî kabul ederler. Zira tasavvufta aslolan teslimiyettir. Mürşidini tam ve yetkin gören dervişler, onun uyarılarına candan bağlı kalırlar. Özetle itâat kültürüyle yetişen Müslüman toplumlar önderlerine karşı sorumluluklarını ihmal etmezler. Yaşadıkları cemiyette kendilerinin sorumluluklarını üstlenen Müslüman idarecilerin haklı ve yerinde taleplerine kulak kesilirler. İşlerini meşveretle yaparlar. Kardeşlik ve dayanışma ruhu içerisinde hareket ederler. Görüş ve kanâatlerine başvurdukları âlimlere saygıda kusur etmezler. Peşinden gittikleri, gönül verdikleri ve candan bağlandıkları âlimler ise madde ve mânâ âlemlerinin sultanı konumundaki mürşid-i kâmillerdir. Âmirleri, âlimleri ve ârifleri ululemr kabul eder, onların hak davalarına tabîî olmanın hazzını yaşarlar. Prof. Dr. Kadir Özköse   

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak