Ara

Ülkemizin İstiklâline ve İstikbâline Sâhip Çıkma Sorumluluğumuz

Ülkemizin İstiklâline ve İstikbâline Sâhip Çıkma Sorumluluğumuz

Millet olarak târihimizi biz birlikte oluşturduk. Karşılaşılan tüm sıkıntıları elbirliği ile aştık. Varlığına ve bağımsızlığına kastedenlere karşı onurlu ve destansı mücâdeleler verdik. Târih yazan, insanlık hayâtında altın sayfalar açan, her dönemde insanlığa ulvî mesajlar sunan, hiçbir fert ve toplumun huzûrunu bozmayan, mazlum, düşkün ve ezilmişlerin hakkını savunan millet olmuşuz. Bizler başkasını taklit etmekle biz olmayacağız. Biz özümüzü, millî değerlerimizi koruduğumuz, yerli ve millî olduğumuz takdirde biz olacağız. Sömüren değil gönüllerin fethine koyulan, işgâl eden değil dünyâ ve insanlığa İslâm’ın muştusunu sunan asil bir millet olduk. Millet olarak akl-ı selîm, kalb-i selîm, zevk-i selîm üçgeni üzerinde yaşadık. Kalıcı olmanın yolunun kalıcı medeniyetler kurmak olduğu bilinciyle hareket ettik.

Târih bilincinden yoksun kalan, varoluş gerçeğinden yoksun bulunan günümüz Müslümanları kendilerinden beklenen varlık mücâdelesi yerine gündelik argümanların peşine takılmaktadır. Gündemi kendileri oluşturmaları gerekirken birtakım mihrakların belirlediği gündeme bağlı kalmak zorunda oluyorlar. 

Toplum olarak en güncel sorunumuz âidiyet problemidir. Değerlerimizin, inançlarımızın, duygularımızın ve düşünce dünyâmızın dahi temel zeminlerinin sarsıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Adam zannettiklerimizin ve aynı hissiyâtı paylaştığımızı düşündüklerimizin bile maskelendiklerini, kitlelerin maskeli baloya dönüştüklerini, kimi dindar bildiklerimizin bile dindar görünme tarzını benimsediklerini, dindarlığın bile kimi yerlerde ahlâkî bir âidiyet hissi sağlamadığını maalesef acı bir şekilde müşâhede etmekteyiz. Kendini bile hayâsızlıktan koruyamayan dindar çevrelerin, çalıp çırpmaktan bile uzak duramayan ahlâkî donanıma sâhip olduğunu zannettiklerimizin, torpilli ihâle alımlarından korunamayan vatanperverlik iddiasındaki kimi kesimlerin, evrensel değerlerden ödün veren erdemli zannedilen kimi muhitlerin ve grupların arz-ı endâm eylediği kaotik bir düzlemde yaşıyoruz. Çoğu kesimlerde ve pek çok adreste bir yersiz-yurtsuzluk hâli var. Bayram ve kandil kutlamalarını bile sosyal medya iletişimine indirgedik, dînin buyruklarını zahmetsiz versiyonlara, törenlere, merâsimlere ve birtakım şeklî anlayışlara büründürdük. Büyük rüyâlar gören toplumken hayâlleri buharlaşan topluma dönüştük. Nereye tutunacağını bilemeyen, kimi örnek alacağına karar veremeyen ve popüler kültürün oyuncağı konumuna getirilen yeni neslin imdat çığlıkları ayyuka çıkmış durumdadır artık. Şehirlerin îmârı kadar ve belki de ondan da önemlisi diyarların ihyâsına o kadar çok muhtâcız ki. Anne babalarının evde televizyon dizilerine mahkûm edildiği, sokaktaki arkadaşlarının sakat dâvâların fedâîleri kesildikleri, uyuşturucu baronlarının köşe kapmaca oynadıkları, eğiticilerin eğitime muhtaç hâle geldikleri bir ortamda yeni neslin elinden tutacak, kalbine dokunacak, onlara özel ilgi gösterecek ve onlara çok zaman ayıracak rahmet elçilerini yağmur duâsına çıkar gibi bekliyor ve özlüyoruz. Sanal âlemde konuşulanlar, randevulaşmalar, çalınan tehlike zilleri akla ziyan bir haldedir. Birey ve toplum olarak karşılıklı konuşabilmek, bireyler olarak birbirimizi sevebilmek, birbirimize güvenebilmek, birbirimizi özleyebilmek ötelenir oldu. 

Türkiye’de Müslüman kitleler olarak bugün vakıf, dernek, cemâat, siyâsî parti, gazete, dergi, radyo ve çeşitli platformlarda İslâmî çalışma, toplantı, kermes, TV programı, protokol kuralları gibi mâzeretlerle haremlik/selâmlık ve mahremiyet prensiplerimizi ihlâl edip, kadın-erkek ilişkilerinde sınırların ötesine geçtik. 

Kamusal alan mücâdelesi yaparken özel hayat Müslümanlığımızı ihmâl ettik. Cemâatle namazı, günlük Kur’ân ve zikir virdlerini, ilmî çalışmaları ihmâl ettik. Evlerimizdeki televizyon ve internete etkin bir şekilde müdahale edemedik. Kendi çocuklarımızı bile uğrunda mücâdele ettiğimiz hedef doğrultusunda İslâm’a göre yetiştiremedik. 

İslâmî hareketler olarak yıllardır bin bir zorlukla yetiştirdiğimiz kadrolarımızı büyük ölçüde bürokrasiye kaptırarak, hareket içerisinde üretkenliğimizi kaybettik ve kısırlaştık. Devlet imkânlarından nemalanmayı, bürokraside kadrolaşmayı; tebliğ, dâvet, irşad, el-emru bi’l-ma'ruf ve’n-nehyu ani’l-münker vazîfelerimizden evlâ gördük.

İslâm’ın iktidârı için çıktığımız yolda Müslümanların iktidârına; örnek İslâm toplumu için çıktığımız yolda liberal bir yapılanmaya; ehlisünnet adına çıktığımız yolda taassup girdâbına mâruz kaldık. İ’lâ-yı kelimetullah için çıktığımız yolda ehven-i şerre râzı olduk. İktidarla imtihânımız muhalefetle imtihânımızdan çok daha çetin oldu. Mahalleleri, sokakları, kahvehaneleri, gecekonduları terk edip meclis kulislerine, belediye binâlarına, ihâle salonlarına, lüks otellerin toplantı odalarına kapanarak halktan koptuk. 

Hareket içerisinde takvâ, ilim, samîmiyet gibi prensiplerden ziyâde; para, makam, iyi konuşma, bağlantı sâhibi olma gibi özelliklere değer verdik. Yeni ve ehliyet sâhibi kadrolar yetiştiremedik. Yetişen kadrolara da hep şüphe ile baktık. 

Yaşadığımız acı tecrübelerin kalıcı hasarları sebebiyle kardeşlerimizi potansiyel ihânet sâhibi olarak gördük. İtâat kavramını, namlusu kardeşimize çevrili bir silaha çevirdik. Yeteri kadar çalışmayıp fazlasıyla geri kaldığını düşündüğümüz kardeşlerimizi tembellik ve bunun sonucunda ihânetle, çok çalışan ve fazlasıyla öne çıktığını düşündüğümüz kardeşlerimizi riyâkârlık ve bunun sonucunda yine ihânetle suçlayıp Allah rızâsı adına tırpanladık. 

Dâvâyı muhafaza prensibini bir müddet sonra konumumuzu muhafaza prensibine dönüştürdük. Dost, arkadaş ve ahbap ilişkilerimiz, dâvâ kardeşliği ilişkilerimizin önüne geçti. Bizim varlığımızı hareketin varlığı, yokluğumuzu ise hareketin yokluğu olarak algıladığımız için hareket içerisinde yapılan her eleştiriyi ve sunulan her projeyi kendi istikbâlimizle ve konumumuzla irtibatlandırarak değerlendirmek zorunda kaldık. 

Haramlara ve yanlışlara karşı etkin bir mücâdele gerçekleştiremedik. Kur’ân ve Sünnete aykırı olduğundan adımız gibi emîn olduğumuz meseleler konusunda, kazanımlarımızı kaybetmeme adına sessiz kalmayı veya Hudeybiye bağlamında tevil etmeyi tercîh ettik. Bu sessizlik sonucunda İslâmî muhalefet rûhumuzu kaybettik. 

Uzun yıllardan beri birbirimizle uğraşmaktan, siyâsî tenkitlerden, birbirimizi tekfir etmekten, birbirimizi zındık, Şiî, Vahhâbî, Ehlisünnet karşıtı, câhil, bid'atçı, hâin ve düşman îlân etmekten fırsat bulup kahvehanelerde, meyhanelerde, kumarhanelerde, uyuşturucu ve günah bataklığında bizi, derneklerimizi, vakıflarımızı, cemâatlerimizi, hatiplerimizi, hocalarımızı bekleyen büyük kalabalıkları unuttuk. 

Toplumu idealize ederek İslâmî hareketi bugünlere taşıyan başörtüsü ve İmam Hatip mücâdelesi gibi talepler dışında, aynı toplumu yeniden sürükleyecek ve idealize edecek yeni İslâmî talepler geliştiremedik. Kur’ân ve sünnetin hayâta hâkimiyetini sağlayacak projeler üretmek yerine geçmişle övünmeyi, eski başarılarımızı bozdurup bozdurup harcamayı tercîh ettik.

Şu bir gerçek ki, dün olduğu gibi bugün de tüm şer odaklar, İslâmî cemâatleri ya kendi güdümüne almak ya da hepsini yok etmek çabasını gütmektedir. Aslâ yerli ve millî olmayan FETÖ gibi şer odaklar, her tarafa sinsice sirâyet eden istihbârat şebekesine dönüşmüşlerdir. Hâin planları ve istihbârat ağlarıyla Türkiye’yi her fırsatta açık saldırıya mâruz bırakmışlardır. İslâm ile savaşan güçler dışarıdan gerçekleştirdikleri saldırıları artık içeriden planlamaya çalışmışlar, İslâm dünyâsının sınırlarını dışarıdan zorlamak yerine, İslâm coğrafyasını, birbirine düşen Müslümanların eliyle kan gölüne dönüştürmeye çalışmışlardır. Etnik ve mezhep çatışmalarını körüklemekte, ayrışma ve ötekileştirme tezlerini devreye sokmakta, kendileri adına çalışan kişi ve grupları seferber etmekte, şer odaklarına yönelik Müslümanların öfkesini alıp onları tepkisiz kılmaktadırlar. Farklılıklarımız ön plana çıkartılmakta, kırılganlıklarımız gözetilmekte, zaaflarımız kullanılmakta, ayrışmamız körüklenmekte, çatışmamız istenmektedir.

Sivil toplum kuruluşları toplumun hayâtiyet kazanmasını sağlar. Toplumu ayakta tutan, toplumun diri kalmasını sağlayan, siyâsî istikrarsızlık dönemlerinde toplumsal çöküşe yol açmayan sağlıklı yapılanmalardır. Sivil toplum kuruluşları devleti tekellerine almayı değil devlet ve milletin bütünlüğünü hedeflediği, cemâat ya da örgüt aklıyla değil evrensel akılla hareket ettiği, iktidarları tekellerinde tutmayı değil sağlıklı ve güçlü yönetimlerin tesisine katkı sağlamayı gözettiği zaman sağlıklı yapılanmalarını gerçekleştirmiş olurlar. Legal ve hukûkî ölçütlere sâhip sosyal gruplar kendini merkeze alıp diğer grupları sosyal ve siyâsal imkânlardan yoksun bıraktığı zaman iç çatışma başlar ve yıkım süreci hızlanır. Sivil toplum kuruluşları tehdit ilân edildiğinde devletin de toplumun da ayakta tutulması mümkün değildir.

Farklı mihrakların tahrîki ile İslâm toplumlarındaki selefî, sûfî, mezhebî, iktisadî, içtimâî ve siyâsî zümreler birbirine düşürülmekte, Müslüman kitleler kategorize edilmektedir. Gerçekleştirilen kategorik çalışmalar toplumda ötekileştirme seyrini hızlandırmaktadır. Gönül coğrafyamız üzerinde entrikalar, oyunlar, tahripler, dağılmalar, düşmanlıklar, şiddet, terör ve kavgalar körüklenmektedir.

Etnik kavgalar, mezhep farklılıkları, meşrep ayrılıkları, toplumsal sınıflamalar, kitlesel ayrıştırmalar gönül coğrafyamızı liflerine ayırmanın hesaplarını yapmaktadır. FETÖ deşifre olunca, DAİŞ tasfiye edilince, PKK etkisizleştirilince ülkemizde geleceğimizi ipotek altına almaya çalışan mihraklar senaryolarını yenilemekte, yeni kimlikler üretmekte, yeni cepheler oluşturmakta, yeni çatışma alanları inşâ etmekte, bizlerin kendi ayakları üzerinde kendi değerleriyle yükselişine imkân tanımamaktadırlar. Gündemimizi belirlemeye, geleceğimizi ipotek altına almaya çalışan, coğrafyamızın huzur iklîmine kavuşmasına tahammül edemeyen şer odakları ve ihânet cepheleri think tank kuruluşlarıyla hazırladıkları tartışmaları bize servis etmekteler ve bizler de maalesef bu dışarıdan gelen gündeme balıklama atlıyoruz. Ülkemiz ve gönül coğrafyamız üzerindeki tartışmalara katılmadan önce bu tartışmaları kimlerin yönettiğine, neyi amaçladıklarına, milletimize ne tür bedel ödetmek istediklerine dikkat kesilmemiz gerekmektedir. Oynanan oyunların kurbânı olmaktan kurtulup oyun kuran bir millet olmanın, güdülenen değil târihe ve zamâna yön veren bir ülke olmanın seyrine bürünmeliyiz. 

Millet olarak yegâne derdimiz, hak ve hakîkatin yerini bulmasıdır. Ecdad yâdigârı emânetlerin aslına uygun olarak kullanılması en esaslı vefâ duygumuzdur. Dileğimiz gönül coğrafyamızın huzur bulması, şanlı medeniyetimizin pâyidâr olması, Kurtuba, Semerkant, Bağdat, Timbuktu, Şam, Bosna, Buhara, Belgrad, İşbiliye, Bahçesaray, Kırım, Taşkent, Babür, Belh, Harar, Darusselam, Hartum ve Üsküp gibi gönül coğrafyamızın aslî kimliğine kavuşmasıdır. 

Köksüz, yurtsuz, kimsesiz ve yalnız kesimlerin imdâdına koşacak Ahmed Yesevîlere, karşılıksız, ıvazsız ve garazsız sevecek Yûnus Emrelere, gülü dikenine rağmen koklayacak Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmîlere, Anadolu’yu rahmetle mayalayan Anadolu erenlerine bugün dünkünden daha çok muhtâcız. Yarın geç olmadan bugün hepimiz kolları sıvamalı, evlerimizi, mahallelerimizi, köylerimizi, kentlerimizi, ülkemizi, gönül coğrafyamızı günümüzün kapitalist, materyalist, seküler, egoist, bencil, hedonist, narsist ve yabancı akımlarından koruyup kendi millî ve mânevî değerlerimizi yurdumuzda ihyâ etmenin derdine düşmeliyiz. Millet olarak biz tarafsız olamayız. Tarafsızlık münâfıklık alâmetidir. Tarafımız Hak’tan ve haklıdan yanadır. Tercîhimiz bayrağımız ve vatanımız; idealimiz mâneviyâtımız ve değerlerimizdir. Bilgi ve teknoloji ile büyüyebilen, üreten ve kazanan, inanan ve inandığı gibi yaşayan, güvenilen ve umut edilen bir nesil asâlet yolculuğuna çıkmış durumdadır. Artık bu nesli daha da şahlandırmanın zamânı gelmiştir. Teknofestler bu dirilişin adresi. Bu umut nesline yol verildiği, imkân sağlandığı ve onlara güvenildiği zaman yarının Büyük Türkiyesi'nin hayâl değil gerçek olduğuna cümle cihan şâhitlik edecektir.

Mayıs 2024, sayfa no: 22-23-24-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak