Ara

Tv Dizilerinin Kültürel Yayılmadaki ve Yozlaşmadaki Başat İşlevi

Rasim Özdenören  Modern çağ, kadim dönemlerde görülmedik biçimde kültürlerin yayılma, birbirinin içine girme halinin yaşandığı bir ortam yarattı. Ancak baskın kültürler kendi kültürel değerlerini başka kültürler üzerinde etkili kılmanın üstesinden gelmesini de bildiler.   Medya, hele de televizyon bu alanda dikkate değer bir “başarı” gösterdi. İlkin Amerika’da başlayan TV dizileri, oradan bütün dünyaya yayılmakta gecikmedi. 1950’li yıllarda daha çok Hollywood filmlerinin yaptığı iş, 1960’lı yıların ortalarından itibaren TV dizi filmleri marifetiyle yürütüldü. Türkiye'ye televizyon yoğun biçimde özellikle 1970’li yılların ortalarından itibaren boy vermeye başladı. Aynı yıllarda –dönemin tek kanalı olan TRT ekranlarında- Amerikan TV dizileri, arkasından Brezilya’nın “sabun köpüğü” (soap opera) dizileri ekranları kaplamaya başladı. 1970’li yılların son çeyreğinde bir Amerikan TV dizisi, Dallas, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada fırtınalar koparttı. O dizinin gösterildiği pazar geceleri, insanlar sırf o filmi izlemek üzere erkenden evlerine çekilirdi...   O filmin etkisi, Amerikan kültürünün bir dünya kültürü haline gelmesinde, dünyanın Amerikan kültürünün hegemonyasına girmesinde önde gelen belirleyicilerinden en önde geleni olmuştur. Filmin konuşma replikleri, film kahramanlarının giyim kuşamı, davranış biçimi dünyanın her yerindeki insanlar için bir rol modeli haline gelmiştir. 1970’li yıllarda yaptığımız bir tespite günümüzde de sahip çıkabiliriz: Bu filmler açık propaganda yapmadığından muhtemel tepkileri en alt düzeye indirebilmektedir. Saniyen bu tür filmler aracılığı ile filmlerin gösterildiği ülkelerin insanlarıyla Amerikan kültürü arasında bir ortaklık, giderek bir özdeşlik kurulmaktadır. Seyirci Amerikan günlük yaşantısını bir dram dolayımında izlediğinden, bazı davranış kalıplarını sansürden geçirme ihtiyacını duymamakta, kolayca benimseyebilmektedir...   1982 yılında bir gazetenin ekinde Dallas dizisinin Alman halkı üzerindeki etkisinden bahseden bir yazıda belirtildiğine göre: “Almanya’da yapılan araştırma sonuçlarına göre, dizi başladığından beri kadınlar eşlerinden öncelikle ‘sıcaklık ve yakınlık, anlayış ve uyum sağlama’, daha sonra da ‘sadakat, çalışkanlık’ bekliyorlar. ‘Cinsel ilişki’ ise dizi yayınlandığından bu yana son sırada yer alıyor. Dallas’ı izleyen erkekler de eşlerinde öncelikle ‘sadakat’ aramaya başladılar. Diziden önce ‘cinsel ilişki’ konusuna ilk sırada önem veren erkekler, Dallas’ı izledikten sonra bu unsuru ikinci plânda görmeye başladılar.” (Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, İz Y.). Görülüyor ki, dizinin Alman erkeklerinin eşlerinden öncelikle sadakat beklemesindeki etkisi başat unsurken, kadınlar üzerindeki etkisi, sadakati ikinci plâna itmesi olmuştur. O günkü belirlemelerimize şunları da ekleyebiliriz: Bu dizideki oyuncuların giydiği elbiselerin, potinlerin, şapkaların geniş bir kesim tarafından taklit edildiği kimsenin meçhulü değil. Ayrıca, o dizi kahramanlarının davranış kalıpları kitlelerce benimsenmişti.   Davranış kalıbı derken sadece kişilerin karşılıklı selâmlaşmalarını, daha “hoş geldin” demeden “bir içki içer misin” diye sormalarını, kayınbabanın gelinine sarılıp öpmesini, torunun aile büyükleri yanında sere serpe yatıp kalkmasını kastetmiyoruz; bunların yanında harcama eğilimlerinin, sadakat anlayışlarının, kısaca söylenirse bir dünya görüşü çerçevesine sığdırılabilecek her türlü tavır alışın davranış kalıpları içinde yer aldığını söylemeliyiz. O günün etkilerinin bu güne sirayet ettiğini söylemek basit bir gözlemden ibarettir, o kadar. Hele de, günümüz TV ekranlarında gösterilen Türk dizlerindeki Dallas etkisini dikkatli bir gözün seçmemesi imkân dışıdır. Buradan günümüz Türk TV dizilerine geçebiliriz. Amerikan TV dizilerinin Türk bireyinin davranışı üzerinde yaptığı etkinin benzerini, bu kez Türk TV dizilerinin Arap âleminde etkili olduğunu görüyoruz.   Değerli dış politika yazarı Mustafa Özcan’a kulak verelim: “…Afganlıların Hind filmleri seyretmeleri gibi eskiden Araplar Mısır filmlerini seyrederlerdi. Şimdi ise Türk dizileri Mısır filmlerinin tahtını sallamış. Türk filmleri, izleyenlerin gönlünde ve ağzında adeta buruk sahte cennet tadı bırakıyormuş. Bundan dolayı Arap seyirciler Türk filmlerine karşı kendilerini sakınamıyor ve cazibesinden kendilerini kurtaramıyor ve direnemiyorlarmış.   El Hayat gazetesinde birkaç defa Muhannad adıyla anılan Kıvanç Tatlıtuğ’un afakı saran şöhretiyle alakalı haber okumuş ama önemsememiştim. Arap kadınlar eşlerinden Muhannad gibi romantik ve estetik olmalarını istiyorlarmış. Sanal dünyanın fantezilerini gerçek dünyada karşılama imkânı olmadığını muhakeme edemeyen Arap kadınları bu durumda kocalarından terlik sırtı yiyorlarmış. Velhasıl Türk dizileri ve filmleri Arap dünyasında sosyal düzenin pimini çekmiş. Bundan dolayı ‘ABD'nin ve İsrail’in yapamadığını Türk filmleri yapıyor’ deniliyor. Çok ilginç, Arap dünyasında içtimai düzen çok kırılgan hale gelmiş. Boşanma oranları yüzde 40’lar seviyesinde seyrediyor. Rusya’da bu yüzde 90’lara ulaşmış vaziyette. Almanya’da çocuk doğumları ise İkinci Dünya Savaşı’nın da altına düşmüş. Öyle ki, Türk dizilerindeki kahramanların adları sakız ve bisküvilere marka olmuş. Ürdün’de bir kadın cep telefonunun fonuna Muhannad adıyla şöhret bulan Kıvanç Tatlıtuğ’un fotoğrafını yerleştirince kocası derhal kalkmış boşamış. İrbid’de ise başka bir vakada eşi kocasından kendisini Muhannad gibi öpmesini isteyince kocası almış terliği eline mahalle mahalle karısını kovalıyormuş. Halk da polis takibatı var sanmış. Gümüş ve Kaybolan Yıllar dizileri nedeniyle Suriye’ de 4 boşanma vakasına rastlanılmış, Suudi Arabistan’da da bir.   Bahreynli bir kadın, nişanlısına ismini Muhannad olarak değiştirmesi için bir hafta süre vermiş. // Bu diziler sayesinde Suudlar Türkiye'yi yeniden keşfetmiş ve Kayıp Atlantis gibi değere binmiş. Uçak seferleri ikiye katlanmış. 30 bin olan turist sayısı 100 bin sınırına dayanmış. Bunun üzerine Ezher âlimleri devreye girerek Türk dizilerine karşı savaş açmışlar, Muhannad’ın çiftler arasında duygusal şizofreni yaydığını söyleyerek olumsuz içtimaî rolüne parmak basmışlar. Hasan el Benna’nın reformcu kardeşi Cemal el Benna bile bu sefer Türk dizilerinin aleyhinde beyanat vermeye zorlanmış. Kayıtsız kalamamış. Dizileri yayınlayan MBC kanalı yetkilileri ise işlerin harika gittiğinden ağzı kulaklarına varmış. Velhasıl fesat ihraç etmeye başladık. (...) Maalesef şimdi Araplar da kazurat dolu bu kanalların içine düşüyorlar.” (Gerçek Hayat, 21–31 Temmuz 2008, s.17).   Bu satırları 1950’li, 1960’lı yıllarda okusaydım muhtemelen çok hoşuma giderdi. Olaya belki Mustafa Özcan gibi bakmazdım. Yurt dışına film ihraç edebilecek ölçüde etkili yapımlar meydana getirmiş olduğumuzu düşünerek iftihar ederdim. Mustafa Özcan’ın filmler üzerindeki kanılarını göz ardı ederdim. Çünkü bir Türkiyeli olarak biz yıllar yılı ABD filmleri ve dizileri ile özdeşleşmiştik. Avrupa yapımlarını saymıyorum. Özellikle ABD üzerine vurgu yapmak istiyorum. ‘70’li yıllarda bütün dünya TV’lerinde gösterimde olan Dallas dizisi Avrupa ülkeleri dâhil her tarafı kırıp geçirmedi mi? Film kahramanlarının giyim kuşamı, şapkaları, başka aksesuarları dünyanın her tarafında taklit edilmedi mi?   O dizi filmdeki aile içi ilişkiler bütün dünyanın ahlâk anlayışını altüst etmedi mi? Orta yaşlarımıza doğru yol alırken bu filmlerin, dizilerin böylesine etkili oluşunu içimize sindiremiyorduk. Şimdi söz konusu Türk dizilerinin muhtevasını bir tarafa bırakıp baktığımda, doğrusu, kendimi tuhaf bir çelişki içine düşmüş olarak görüyorum. Bir yanıyla, demek biz de istersek etkili yapımlara imza atabilirmişiz diye düşünüyorum. Bir yandan da Sayın Özcan’ın kullandığı kazurat sıfatına bakarak üzülüyorum; onun sözüne değil, atıfta bulunulan muhteviyata… (Ben bahsi geçen dizileri seyretmedim, bu itibarla  kişisel bir kanaatim mevcut değil). Evet, burada bir istihza var, yaman bir tarihsel istihza: biz, kendi yapımımız olan dizi filmlerle başka ülkelere girmeyi başarıyoruz, ama bu filmlerin muhtevası bizim asal geleneğimizi mi temsil ediyor, yoksa bizim Batı’dan apardığımız değerleri mi taşımayı üstlenmiş? Bu dizi filmler bizim asal geleneğimizi ne ölçüde temsil ediyor ya da etmiyor? Bu dizilerin başarısına bakarak bir teselli arayacaksak onu bu çelişkinin neresine koyabiliriz? Israrla tekrarlanan ve ilgiyle seyredilen bir dizinin insan teki üzerinde, onun davranış kalıplarını değiştirme yönünde somut izler bırakmış olmasını olağan görmelidir. Şimdi bu insana, aynı TV aracılığı ile ekmeğini israf etmemesi gerektiğini, ekmeği artmışsa papara yapmasını öğütleyebilir, bundan da sonuç alabiliriz. Ama aynı insandan, var olan ekonomik dizgenin tüketime dönük yapılanmasına akıl erdirebilmesini de bekleyebilir miyiz?

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak