Ara

“Türklük Bizim Kaderimiz, İslâmiyet İse Bizim Seçimimiz”

“Türklük Bizim Kaderimiz, İslâmiyet İse Bizim Seçimimiz”

Röportaj serimizde bu ayki konuğumuz Business Turk Dergisi Yayın Yönetmeni Muhammet Ruzubay ile Ata toprakları ve mânevî miraslarını konuştuk. İstifadelerinize sunuyoruz…

Röportaj: Muhammed Ali Baydı

Ata topraklarımız nerelerdir? Bizim bu topraklara bakış açımız nasıl olmalıdır?

Bizim ata toprakları dediğimiz, coğrafya istılâhında merkezî Asya olarak geçen coğrafyadır. 6-7 milyon metrekareye tekabül eden bir toprak parçasıdır. Doğu Türkistan'ı da dâhil etmek gerekiyor ve Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan'ı içine alan yâni İstanbul'dan Bişkek’e doğru uzanan hakikaten çok geniş bir coğrafya. Yeraltı yerüstü zenginlikleri çok fazla, mevcut insan potansiyeline bakarsanız Özbekistan 40 milyonu geçti. Yanımızda Azerbaycan var. Azerbaycan Orta Asya olarak kabûl edilmiyor ama Orta Asya’nın Avrupa, dünyâ ve denizlere açılan kapısı. Azerbaycan'ı da aslında Ata topraklarına dâhil etmek gerekiyor. Kazakistan'ın nüfûsu 20 milyon, Kırgızistan 7 milyon, Türkmenistan 10-12 milyon civârında. Bu coğrafya parçasında bütün tarım ürünleri yetişebiliyor. Çok geniş bir hayvancılık ağı var ve göllerinde balıkçılık yapılabiliyor. Altın, doğalgaz gibi rezervler fazlasıyla mevcut. Yâni dünyânın da enerji merkezlerinden biri. Ulaşım noktasında Çin ile Avrupa'yı, Rusya'yla Akdeniz'i birbirine bağlayan bir kapı. Buradaki genç yâni katılımcı aktif nüfusun çok fazla olması, âtıl kalmış olan o insan potansiyelinin bilenerek çok yüksek başarı öyküleri yazmaya aday gözükmesi, buradaki liderlerin bir vizyona sâhip olması, artık eski çekingenliği tamâmen üstlerinden atarak dünyâya aktif olarak katılma niyetleri ve ilâveten doğal zenginlikleri bu ülkelerin ileriye dönük dünyâ siyâsetinde söz sâhibi olmaları anlamına geliyor. Rusya'yla Türkiye arasında çok iyi bir münâsebetin olması bu coğrafyayı fevkalâde önemli yapmakta. Özellikle Türkiye için çünkü biz birkaç kat daha yakınız, kardeşlik bağımız var.

Onun ötesinde asıl atayurt nedir diye sorarsak bir mânâlar bütünüdür. Çünkü bizim İslâmiyeti asıl kabûl ettiğimiz coğrafya orası, bizim kökenlerimiz. Yâni Büyük Selçuklu'dan neşet eden topraklar, Sultan Alparslan'ın ordularıyla gelip Anadolu'yu fethettiği coğrafya bugünkü Türkmenistan, Horasan dedikleri bir kısmı yine İran, Türklerin yoğunlukta olarak bulunduğu bölge, Özbekistan'daki Harezm bölgesi. Köken orası olduğu için orası bizim aynı zamanda mânâ kökümüzün neşvü nemâ bulduğu yerdir. İslâmiyet açısından bakarsak Kur'ân-ı Kerîm'den sonra temel kaynaklar Sahîh-i Buharî, Sahîh-i Tirmizî, Sâhih-i Müslim. İmam Buharî ve İmam Tirmizî yine bizim topraklarımızda yetişmiştir. Onun dışında tasavvuf/sûfîlik açısından baktığımız zaman Yesevîlik ve Hâcegan yolu. Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî “Türklük bizim kaderimiz, İslâmiyet ise bizim seçimimiz” deyip, İslâm barış nazarı ile bakıp herşeyi yüce Allâh'ın bir âyeti olarak görmüş. Hoşgörünün en üst seviyesindeki tasavvuf buralardan neşet etmiş. Arslan Baba, Hace Yusuf Hemedânî, öncesinde Bâyezid-i Bestami, ondan önce İmam-ı Cafer-i Sadık, oradan da ehlibeyt'e ve Resûlullah (sav)'e ulaşan bir altın silsile. Bu iki cihetten de baktığımız zaman bizim aslâ kopamayacak bağlarla, kalbî muhabbetle bağlı olduğumuz bir coğrafya. Şükür ki bu coğrafyaya artık âşinâyız. Mâlûmunuz sâdece 30 sene evvel buralar bizim kayıp halkalarımızdı, bağımsızlıktan sonra çok güzel bir yol alındı. Bir Özbekistan vardı, kayıp halkaydı maalesef. Bir önceki İslam Kerimov döneminde sakalınız sarığınız varsa dışlanıyordunuz. Sonra Şevket Mirziyoyev geldi şükür vizyoner bir lider. Bütün bunları kırıp attı. Türk Devletleri Zirvesinin yapıldığı Semerkand Emir Timur'un başkenti, İslâm dünyâsının da manevî medeniyet merkezi, orada onu bir İslâm âlimi sakalıyla sarığıyla karşıladı. Kur'ân-ı Kerîm okunarak başlandı. Biz Türklerin nihâî kimliği Müslüman Türk. Bu Müslüman Türk kimliğini bir kenara koyarak hiçbir yere gidemeyiz. Dolayısıyla hem maddî hem manevî zenginlikler açısından bizim kökümüzü aldığımız, bütün zenginliğimizin borçlu olduğu ve aslâ göz ardı edemeyeceğimiz çok değerli bir coğrafya ata yurdumuz ve şu gün biz artık birbirimize yabancı değiliz. Türkiye'den gereken ilgi alâkayı görüyoruz. 

Ekonomik gelişmeler ve insan popülasyonu noktasına fazlaca değindiniz. Pandemiden sonra özellikle sermâye akışının Orta Asya ve Çin üzerine olmasının ana sebeplerinden birisi de o sanırım.

Tabii kesinlikle. Avrupa şu anda biraz diken üstünde. Mâlûmunuz Avrupa artık o eski güvenli bölge değil çünkü çok büyük prestij kaybetti. Pandemi dediğimiz olay, bizim insanlığımızı ve insânîliğimizi de bir sınamaya tâbi tuttu. Amerika Birleşik Devletleri'nde gördük, insanlar ölüme terk edildi. Pek insânî sınav verilemedi. Avrupa Birliği ülkeleri bırakın birbirine yardım etmeyi başka bir ülkeden giden yardıma, maskelere el koydular. Yaşlıları ölüme terk ettiler. O yüksek medeniyet cilâsının altında aslında bir barbarlık vahşîlik var. Hani Mehmet Akif demiş ya “tek dişi kalmış canavar.” Çünkü onu manevî bir şeyle, rızâyı ilâhî ile beslemediğinizde bu durum kaçınılmazdır. İkincisi, Rusya ile Ukrayna arasında gerçekleşen savaşta biliyorsunuz Amerika ile Avrupa taraf. Fakat gelin görün ki bunlar özellikle enerji noktasında, gıda noktasında Rusya'ya bağımlı. Dolayısıyla bu noktada oradan bir kaçış yaşandı. Türkiye devreye girip her iki tarafa da çözümü getirebilen diplomatik başarının hikâyesini yazan bir ülke konumuna geldi. Şu anda Çin, Türkiye ve Orta Asya ön plana çıktı. Zâten orası bâkir bir alan. Avrupa gittiği yerleri sömürmüş yâni faydadan çok zararı dokunmuş adamların, sömürgeciliği başlatanlar bunlar. Avrupa tamâmen kötü mü? Değil, fazîletleri güzellikleri de var. Fakat bugüne baktığımızda Avrupa iyi bir sınav veremedi özellikle göçmenler noktasında; senin göçmenin kötü benimki iyi gibi bazı şeylerle, İslâmofobi ile Müslümanları barbar, ilkel olarak göstermesiyle. Halbuki Avrupa'nın üzerine doğan İslâm güneşini kitapta yazan gene kendileri. İslâmiyetten Avrupa'nın bir zarar görmesi kesinlikle söz konusu değil. Tam tersine, bir güneş gibi doğup rönesansı başlatmış İslâm. Pandemi sürecinde Türkiye ve Orta Asya iyi bir sınav verdi. Özellikle Türkiyemiz öncülük etti. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan elinde ne imkân varsa herşeyi önce kardeşleriyle paylaştı. Kendi ülke vatandaşlarını çok iyi korudu. Biliyorsunuz yaşlılarımızı evden aldık, ev hizmetleri verdik. Hiç kimseyi aç açıkta bırakmadık. Türk cumhuriyetlerine de maske, aşı, tıbbî yardımlar yapıldı. Yüce Allâh'ın halîfesi, eşref-i mahlûkat muamelesi gördü buradaki insanlar. İnsânî ilişkileriniz ne kadar güzelse bu ticârete, ekonomiye, diplomasiye, herşeye de yansır.

Türk Devletlerinde Cumhurbaşkanımıza karşı bakış açısı nasıldır? Türkiye'den beklentiler nelerdir?

2 ay evvel Kırgızistan'da Kırgızistan Cumhurbaşkanımızın himâyelerinde uluslararası İmam-ı Serahsî sempozyumu düzenlendi. Beni de dâvet ettiler. Düşünün yâni önceden dînin yasaklandığı, ateizmin resmî literatürde okutulduğu yer, bir zamanlarsa Türk coğrafyasında İslâm'ın bayraktarlığını yapan bir ülke idi. O sempozyumun ikinci günü ben sokağa çıkıp röportaj yaptım. Sokakta aksakallılar oturuyordu, "Sen nereden geldin?" dediler. “Türkiye'den geldim” deyince “Oo” dediler, “Sen Tayyip Bey'in ülkesinden gelmişsin. Tayyip Bey ümmetin başı.” Özbekistan'a gittim. Herkes bana Türkiye'yi sordu. “Türkiye çok iyi yol alıyor, Recep Tayyip Erdoğan çok vizyoner bir lider, çok büyük bir lider.” dediler. Tayyip Bey'e inanılmaz bir muhabbet var. Röportaj yaptığım Özbekistan büyükelçimiz bana şunu söyledi: “Türkiye'yi hem bir kardeş hem de yakın müttefik ve örnek alınacak bir ülke olarak görüyoruz.” Siz bir başarı hikâyesi yazarsanız yâni ortada imrenilecek bir şey varsa örnek alınırsınız. İnsanlar durduk yerde kimseyi örnek alır mı? Eşyânın tabiatına aykırı. Türkiye ise ardarda başarı hikâyeleri yazan, İslâm ülkeleri arasında parlayan bir ülke hâline geldi. Böyle olunca sâdece bizim Türk devletleri değil, çoğu İslâm ülkesi, hattâ gayrimüslim çok ülke Türkiye'yi örnek alıyor, başarısını örnek gösteriyor. Türkiye koskoca 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun vârisi, çok büyük başarı hikâyelerinin sâhibi ve târih boyunca bağımsız kalmış tek Türk devleti.

Türklerin itikat noktasında da ciddî sorunları olmamıştır. Kadîm Türkistan'daki hoca Ahmet Yesevî’den, Şâh-ı Nakşîbend hazretlerinden, İmam Maturidi’den, o gelenekten gelenler hiçbir zaman radikalleşmemiş. Tekfirde bulunmamış. Müslümanlar arasında fitne-fücura sebep olmamış, tam tersi kucaklayıcı olmuşlar. Türklerin temsil ettiği o hoşgörülü, tasavvuf temelli dîni anlattığınız zaman bir problem kalmıyor ortada. Şimdi Türkiye'de de bizim Diyanet kanalıyla çok güzel seminerler yapılıyor. Eğitim programları müfredatları yapılıyor. Mânevî alanda da böyle birşey var. Üniversiteler arasındaki iş birlikleri gibi pek çok başlıkta kültürel işbirliği zâten her geçen gün artmakta. Bütün bunlar bir araya geldiği zaman Türkiye hakikaten çok öne çıkan, örnek alınan bir ülke konumunda Orta Asya'da, Türkistan'da. 

Nakşî yolunun başlangıcı Şâh-ı Nakşîbendi hazretlerinin yaşadığı bölge yine ata toprakları içerisinde. Nakşî yolu Türkiye’de yaygınken, doğduğu topraklarda hâlâ yaşanabiliyor mu?

Hem ata hem anayurtta çift kanatlı bir kardeşiniz olarak belki bunu benden başka söyleyecek yoktur, atalarımızın, mübârek zâtların tesis etmiş olduğu o emânet oradan kalkmış, bugün Türkiye'de yaşıyor. Onların tesis etmiş oldukları manevî havayı orada ben göremedim. Kabr-i şerîfleri, makamları duruyor ama seyrü sülûk olarak, ilim olarak, yol yordam olarak orada yok. Meselâ orada şu an yaşayan bir mürşid olmadığını söylediler bana. O mübârek zâtların ortaya koymuş oldukları o nûrânî yol, emânet Türkiye'ye gelmiş, bugün Türkiye'de yaşıyor.

Türkiye basit bir coğrafya değil, bunu kabûl etmek lazım. Türkistan basit bir coğrafya değil ama Türkistan'daki manevî mîras oradan alınmış Türkiye’ye verilmiş, ben onu gördüm. Orası 70 yıl ki bu aşağı yukarı 3 nesil demek, 3 nesil ateizmin hâkim olduğu bir coğrafya. Normalde bu yolun yok olması, izinin silinmesi lâzım, o kadar uğraşılmış. Ama orada manevî mîrâsın simgeleri duruyor, simge olarak duruyor orada. Şimdi Türkiye'ye baktığınız zaman tasavvuf üzerine ciddî üstadlar, büyük mürşidler var. Bugün oralarda yok, göremedim ben.

Sizin yolunuzu da biliyorum, Ali Ramazan Dinç Efendi hocamıza saygılarımızı sunarım. Babaları Hacı Hasan Efendi’yi (ks) duydum tabii. İntisâbımız yok ama hepsi bizim başımızın tâcı, gönlümüzün sultânı değerli insanlar, hepsine büyük hürmetimiz var. Bizim atalarımızın ortaya koymuş olduğu manevî yolu devâm ettiriyorlar. Dolayısıyla bunların bizdeki kıymeti ölçülemez. İnsan var olduğu müddetçe yaratıcısını arayan bir varlıktır. Kalpler ancak Allâh'ı zikrettiği zaman tatmîn olur. Avrupa'ya gidin adam tatminsizlik içerisinde, tatmin arıyor. Tolstoy bile “Yaşamın amacı mutlu olmaktır” diyor ama maddiyat belli bir yerde tatmin etmiyor sizi. Çok zengin insanlar, dışarıdan imrenilerek bakılan insanlar görüyorsunuz adam mutlu değil, buhranlar içerisinde. İnsan bazılarının dediği gibi konuşan hayvan değil ki. Allah, “Kendi rûhumuzdan üfledik” diyor. 

Şu anda Ata topraklarıyla siyâsî, ekonomik her türlü bağlantı sağlanıyor, adımlar atılıyor. Peki gönül yolumuzu biz tekrardan nasıl canlandırabiliriz?

Türk Devletleri Teşkilatının toplanması, Türksoy’un faaliyetleri, gülerek sarılarak verilen fotoğraflar vesaire zâten bir gönül yolunun olduğunun apaçık ispâtı. Tekrar kurmamıza zâten gerek yok. Bir kere Türk'üz hepimiz değil mi? Kadîm 40 bin yıl diye anlatılan bir târihimiz var. 16 tane büyük imparatorluk kurulmuş. Emir Timur, hiç yenilmemiş ve Turan ülküsünü ilk defa kurmuş, 7 denize hâkim olmuş bir hükümdar. Fatih Sultan Mehmet çağ açıp çağ kapamış. Yavuz Sultan Selim kimsenin geçemediği Sina Çölünü geçmiş. Askeri dehâ olarak, güç olarak zâten böyleyiz. İtikat olarak bakarsanız da Türklerin zâten dâimî olarak muvahhid bir toplum olduğunu, aslâ puta tapmadığını bugün târihî belgelerle biliyoruz. Hiçbir zaman da köle olmamışlar. Yâni Türkler birbirini köle olarak alıp satmamışlar. Kadın, kadın olarak değer görmüş. Meselâ 1800’lü yılların başında Kurmancan Datka vardı. Kurmancan Datka aynı zamanda nakşî tarîkatına mensup sûfî bir kadıncağız ve komutandı. Elinde kılıç kalkan Ruslarla savaşmış, Rus generallerin gelip saygıyla önünde eğildiği bir hanımefendi.

Aynı dilden, aynı dinden, aynı geçmişten, 40 bin yıllık kökenden gelmiş olan Türklerin bir gönül yolu'nun olmayışı mümkün olabilir mi?

Ağzınıza sağlık çok teşekkür ederim. Son olarak gençlere olan tavsiyeleriniz nelerdir?

Okuduğunuz kitaplar, etkilendiğiniz liderler, kişiler çok önemli. Çünkü insan tek başına yol alamaz mâlûmunuz. İnsanlar arasından sıyrılıp bir şeyler yapabilmek için, insan-ı kâmil olabilmek için çalışmamız gayret sarf etmemiz gerekir, bunun için de rol modellere, rehbere ihtiyaç var. Yâni kör bir şekilde yol alamazsın, tek başına yol alamazsın. Hayat bu kadar basit değil. İmam-ı Maturidi Hazretlerine demişler ki: “Peygambere neden ihtiyaç var, Allâh'ı biz bulamaz mıydık?” Cevap çok müthiş. Diyor ki: “Akıl aslında Allâh'ı bulmak için yeterlidir, doğruyu bulmak için yeterlidir fakat peygamberlerin gönderilmesi yüce Allâh'ın rahmetidir. Yüce Allah bize merhamet ettiği için ayrıca peygamberler göndererek bizi desteklemiştir. Bu çok büyük bir lütufdur.” Peygamberlere ihtiyaç varsa o peygamberlerin yolundan yürüyen mürşidlere de ihtiyaç vardır değil mi? İlkokuldan başlayarak tâ üniversiteye kadar, yüksek lisans vesâirede hocalara ihtiyâcınız varsa, bir mesleği öğrenirken ustaya ihtiyâcınız varsa, o zaman demek ki sizin hayatta yol alırken de rehberlere, kılavuzlara ihtiyâcınız var. Rehber aldığımız insanlar deyince başta Peygamber Efendimiz (sav) bizim en büyük rehberimiz, yol göstericimiz. Sahabe efendilerimiz. Meselâ Arap ülkelerinde onlara karşı böyle saygı yok. Özbekistan'a gidin orada en büyük, en süslü türbe Şâh-ı Zinde. Türkçe ifâdesiyle diri sultan. Sahabe-i kiramdan bir zât. Peygamber Efendimizin (sav) amca çocuklarından, yanılmıyorsam Hazreti Abbas'ın soyundan gelen bir sahabeye atfedilir Şâh-ı Zinde Türbesi. Şimdi hangi Arap, hangi Acem sahabe-i kirâma diri sultan deyip, kendi pâdişâhının sarayından daha büyük, daha lüks bir makam yapmış? Bu bizim Türklere özgü. Eyüp Sultan'a bizdeki muhabbet müthiş. Peygamber efendimiz, sahabe-i kiram, onlar yol göstericidirler. Onları takip eden istikamet üzere olur. Şâh-ı Nakşibendî Hazretlerine sormuşlar: “Efendim sizin kerâmetiniz var mı?” “Bizim en büyük kerâmetimiz istikamet üzere olmamızdır.” deyip ilâve etmişler: “İstikametten daha büyük bir kerâmet olmaz.” Çünkü istikamet, doğru olan yolda sapmadan yürüyebilmektir. Hoca Ahmet Yesevî, Şâh-ı Nakşibend de rehberlerimizdir. Tabii ayrıca batıyı da okuyoruz biz. Goethe’den Dostoyevski'ye, Tolstoy’a kadar okuyorum ben. Çünkü tek taraflı okumalar ile yol alamazsınız. İslâm'a ve Türk dünyâsına hizmet etmek isteyen insanın çok yönlü olması gerekiyor. Yâni dünyâyı bilecek, dînini bilecek; halkını bilecek, halkının ürettiklerini bilecek, değerini bilecek, kültürünü bilecek; tek taraflı olmaz bunlar. Dünyâyı da gözlemlemek gerekiyor. Tabii nihâyetinde süzüp kendi hakikatınızı, yolunuzu kendiniz bulacaksınız. O nedir efendim? Nihâyette bizim kimliğimiz Müslüman Türk olmalıdır. 

Ocak 2023, sayfa no:  34-35-36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak