Ara

Türkiye’yi Niçin Seviyoruz?

Türkiye’yi Niçin Seviyoruz?

Sevgi insana özgü. Hepimizin yüreğinde, sonsuz bir sevgi nehri akar. Berraktır, temizdir, ana sütü gibi helâldir. Yol boyu bu sâfiyetini korumaya çalışır. Kimi zaman ve kimi yerlerde kirlenir. Kendisi bazen hemen arınır. Kimi zaman da uzun sürer. Hele hele modern dünyânın teknolojik, enformatik, ekonomik ve antropolojik kirleri nehri bazen tanınmaz hâle getirir.

Nehirlerin bu yol alışında bize düşen, sevgi akışını kirletmeden nehri temiz tutmak. Sevgiyi canlı kılmak. Hak edenlere bol bol sunmak, hak etmeyenlere isrâf etmemek.

Fıtrat

Türkiye’yi niçin seviyoruz?

Birinci sebep fıtratımızdır.

Yaratılışımız, özümüz sevgi üzeredir. Aslolandır, esastır, gerekendir öncelikle. Mesele Türkiye olunca da değişmiyor bu ilke. Hattâ kuvvet buluyor. Doğduğumuz, doyduğumuz, yaşadığımız, acı tatlı günler geçirdiğimiz, bin bir umut ve hayâl taşıdığımız ve/veya aşağıdaki pek çok sebeple bağlı olduğumuz (olması gereken) vatanımız, kaderimiz Türkiye. 

Doğuştan Yüce Rabbimizin genlerimize yerleştirdiği hassâsiyet, özellik, incelik, duyarlılık; bize ülkemizi sevdirmektedir. Fıtratını bozmayan her insan ülkesini sever. Ülkesinin gelişmesini ister. Büyümesini, ilerlemesini, dünyâda etkili olmasını ister. Fıtratını, özünü yitirmiş her insan da dereden tepeden pek çok bahaneler, gerekçeler bularak ülkesine karşı bir duruş sergiler. 

Özgürlük Yurdu

Türkiye özgürlüğümüzün vatanıdır. Akıl, din, nesil, can, mal emniyetimizin sağlandığı mübârek topraklardır. Burada güvende hissederiz kendimizi. Tüm olası sıkıntılara, zorluklara rağmen bu topraklar bizim için çok yönlü bir eman yurdudur. Yöneticilerin dönem dönem yaptıkları yanlışlıklar, inanç özgürlüğünü boğan uygulamaları bizi vatanımızdan uzaklaştıramaz. Maddeten veya manen uzaklaştırsa da kalbimizde hep ideal yapıya kavuşturma özlemi ve çabası canlıdır.

Bütünlüğü, birliği bozulan ülkelerin nasıl perişan olduklarını, vatandaşlarının sığındıkları ülkelerde ne gibi zorluklar, aşağılanmalar, yokluklar, umutsuzluklar yaşadığını görüyoruz. Hele hele özgürlük getireceğini söyleyerek İslâm topraklarına çöreklenen, ortamı ateşlere boğan Batı’nın, Amerika’nın cinâyetleri; topraklarımıza, birlik ve bütünlüğümüze bağlanmamız gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 

Güçlü Medeniyetler Yurdu

Bu toprak mîlat öncesinden beri pek çok uygarlıklara zemin hazırlamıştır.

Hititler, Hattiler, Frigler, Lidyalılar, İyonyalılar, Urartular, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizanslılar, Selçuklu ve Osmanlı Uygarlıkları, devletleri önemli bir mîras ve tecrübe bırakmıştır. Bu birikim ile bugün daha zengin üretim ve icraatlara yönelmiş hâlde ve var olmaya çalışıyoruz.

İstanbul ve Kadîm Şehirler Yurdu

Sâdece İstanbul bile başlı başına bu toprakları sevmeye yeter. Peygamber Efendimiz (sav)’in müjdesiyle fethedilen İstanbul, İslâm öncesi Bizans’ta başkent olma vasfını, pâyitaht olarak ezelî ve ebedî ilâhî hakîkatlerle buluşturarak insanlığa büyük faydalar sağlamıştır. Yetiştirdiği ilim adamları, sanatkârlar, yönetim ve tabiat hârikası güzelliğiyle dünyânın incisi olmuştur. 

Bursa, Edirne, Kastamonu, Konya, Erzurum, Kütahya, Amasya, Manisa, Trabzon, Diyarbakır, Sivas, Mardin, İzmir, Van, Şanlıurfa ve Ankara ilk anda Anadolu deyince aklımıza gelen kadîm şehirlerdir. Her biri, barındırdığı nice eserler, insanlar ve güzelliklerle asırlar boyu kültür ve medeniyetimizin öncülüğünü yapmıştır. 

İslâm’a Hizmet Yurdu

Bu toprakların en önemli yönü aynı zamanda son hak din İslâm’ın bayraktarlığını yapmasıdır. Beylikler ile başlayan, Selçuklu ile devâm eden, Osmanlı ile zirveye taşınan “Dîn ü devlet, mülk ü millet” hedefi, son iki yüz yılda modernleşme süreciyle sarsıntıya uğrasa da Türkiye’miz; Müslüman kimliğiyle kıyâmete kadar var olacaktır. 

Bu topraklar, mücâhitler; gâzîler ve şehitler yurdudur. Her türlü haçlı seferlerine, Siyonist entrikalara, iç ihânetlere karşın İslâm’ın hizmetkârlığını sürdürecektir. Bu sebepler, bu toprakların mübârekliğini pekiştirmektedir. Akan şehit kanları, bu toprakları bereketlendirmektedir. Gâzî ve mücâhitlerin varlığı bu coğrafyayı diri tutmaktadır.

Mazlumlar Yurdu

Güzel Türkiye’miz, yeryüzünün bütün coğrafyaları için bir mazlum sığınağıdır. Bu husus eski dönemlerden bize tevârüs eden bir güzelliktir. Bundan dolayı gelenlerin/sığınanların Müslüman olması gerekmez. Yahudisi, Hristiyanı, dinsizi fark etmez. Mazlum ve mağdurun kimliğini sormaz Türkiye. Ülkesini ve rengini sorgulamaz. Gelmişse, yardım istemişse, destek istiyorsa elini uzatır, bağrını, kalbini, evini barkını açar. 

Yaralarına merhem olur. Su olur, ekmek olur, aş olur, yol yoldaş olur. İffetinin ve onurunun koruyucusu, özgürlüğünün sağlayıcısı olur. 

Yaşadığı bölgede, zulümden dolayı yükselen imdat çığlıklarının da işiticisi ve gereğini yapandır Türkiye. O çığlığa koşan, o sesi bulan, o eli tutan, o evi donatan, o kuyuyu açan, o okulu, mescidi inşâ edendir. 

İlim, İrfan ve Hikmet Yurdu

İnsanlık ilimle, hikmetle, irfanla gelişir ve medeniyetler oluşturur.

Âlimler; cehâletimizi giderir, Rabbimizi, kâinâtı ve hayâtı tanımamıza vesîle olur.

Ârifler, velîler; amellerimizin anlamlı, değerli olmasına ve samîmiyetimize katkı sağlar.

Hâkimler; yaptıklarımızın basîret ve hikmet üzere olması için çaba harcar. 

Bu saydığımız insanlardan çokça vardır Türkiye’de. Bazıları şöhretleriyle yaşarken, bazıları hiç bilinmeden hayâtın normal akışı içerisinde, bazıları ise asırlar sonra bu vazîfelerini icrâ ederler Allâh’ın lütfuyla.

Mevlânâ, Yûnus Emre, Hacı Bektaş Velî, Ahî Evran, Şeyh Şaban-ı Velî, Hacı Bayram Velî, Emir Sultan, Somuncu Baba, Üftâde, Aziz Mahmud Hüdâyî, Hayrettin Tokadî, Ebussuud, İbni Kemal, Zenbilli Efendi hazerâtından günümüze gelinceye kadar binlerce, on binlerce Allah dostu bu toprakları ilim ve irfanla yoğurdu. 

Onun için bu topraklar sevilir…

Güzel İnsanlar Yurdu

Böylesi zâtların rahle-i tedrîsâtından geçen pek çok güzel insan vardır. Birbirlerini severler, paylaşımcıdırlar, basîretlidirler, fedâkârdırlar, çalışkandırlar. 

Bunun tersi hareketler sergileyenler de elbette var. Allah dostları da zâten bunun için var. Eksikleri gidermek, hatâları düzeltmek, noksanlığı tamamlamak, kemâlâtı sağlamak için. 

Güzeldir yurdumun insanı, hasbîdir, hemderttir, hemdosttur, hemnişîndir, hemkadr, hemfikir ve hep cemîldir. 

Ümmetin Kalbi

Kalbi ümmet ile atar Türkiye’nin, azîz milletimizin. Ümmet ile bir bedenin uzuvları gibidir. Sâdece kendisini, aşîretini, bölgesini, milletini düşünmez.

Ümmet de bunu bilir, hisseder ve hep duâ eder Türkiye’ye. Birlik ve berâberliği için, din, kültür, sanat, ekonomi, siyâset ve bilimde öncülük ve liderliği için duâ eder. Ümmetin de kalbi Türkiye için atar.  Türkiye, görünen ve bilinenin çok ötesinde, üstünde bir coğrafyanın adıdır. 

Türkiye Bir Dâvâdır…

Türkiye ne bir toprak parçası ne de dünyâda herhangi bir ülkedir.

O bizim için bir mânâ yüklü yurt ve dâvâdır.

Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın bize İstanbul’un şahsında hedef gösterdiği bir fetih yurdu, Ebâ Eyyûb el-Ensârî’nin kanını akıtarak, bedeniyle bereketlendirdiği topraklardır.

Hz. Ömer’le başlayan cihâd/fetih mücâhedesinde, yatağını arayan bir nehirdir.

Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te bu düstûr üzere küffârı dize getirmesidir.

Hacı Bektâş-ı Velî’dir, Hoca Ahmed Yesevî’dir, Yûnus Emre’dir.

Rehberliğini asırlardır sürdüren Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’dir.

Kılıç Aslan, Osman Gâzî, Mücâhid Fatih, Dâhî Abdülhamîd’dir.

Yerin üstündekileriyle, altındakileriyle bir hazînedir.

Envâî çeşit rengi, ırkı, tarîkatı, cemâatiyle İslâm ümmetinin stratejik bir alanıdır.

Hem de öyle bir alan ki, asırlarca, ümmete hizmet etmiş, Mekke’ye, Medîne’ye, Kâhire’ye, Hind’e, Afrika’ya, Balkanlara, mazlumlara, inanmış gönüllere adâlet götürmüş bir anlayıştır.

Anadolu, Hak dolu, Hakkın yolu, haklının istikametidir. 

Bilinen binlerce önderlerle var olan ama çoğu kimsenin bilemediği yüz binlerce, milyonlarca isimsiz, meçhul, bilinmek istemeyen kahramanlarla inşâallah kıyâmete kadar devâm edecek olan bir münbit kaynak, coşkun ırmak, çağıldayan rahmettir.

Topluma mâl olmuş, kitaplara geçmiş, dilden dile anlatılmış destansı hayatlarıyla Allah dostları, âlimler, siyâsetçiler, sanatkârlar, zanâatkârlar, şâirler, edebiyatçılar, tüccarlar zâten öğrenilmekte, tanınmakta, tanıtılmaktadır.

Ama Türkiye sâdece bu bilinen insanlardan mı oluşmaktadır?

Kılı kırk yaran esnaftan, ibâdetini aksatmayan ameleden, deli görünümlü velîden, fedâkâr imamdan, şöhret olmamış allâme’den, bilgi âşığı öğretmenden, kazancını paylaşan hamaldan, açları himâye eden fakirden, öşrünü kaçırmayan rençperden, kendisi aç yatıp komşuyu doyuran mahalleliden, erkeğinin, çocuğunun ve daha nicelerinin kahrını çeken çilekeş kadınlardan, yüzüne bakınca kıpkırmızı kesilen genç kızından ve daha kimlerden kimlerden oluşmuştur. 

Türkiye’yi anlatmaya kelimeler yetersiz kalır. İnsan âciz kalır, kalem zayıf kalır.

Ama buna rağmen anlatılmalı, anlaşılmalı, hatırlanmalı ve sevilmelidir.

Selâm olsun Türkiyem…

Mayıs 2024, sayfa no: 8-9-10-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak