Ara

Türkiye’de Enerjinin Geleceği

İdris Sarısoy[1] İktisâdî alana genel olarak bakıldığında birbirinden çok önemli ve vazgeçilemez nitelikte konular ve alanlar vardır. Bunlar olmazsa ekonomiden, yaşamdan, gelişmeden vb. bahsetmek âdetâ imkânsız gibidir. Bu nedenle sözkonusu hususlara değinilirken daha girişte konunun ne kadar önemli olduğundan bahsedilmektedir. Biz de bu yazımızda geleneğe uyarak iktisâdî açıdan hem mevcut durum hem de gelecek için çok önemli olan enerjiden, daha doğrusu Türkiye’de bugün ve gelecekte enerjinin nasıl olacağına dâir bilgiler paylaşmağa çalışacağız. Hepimizin bildiği gibi günümüzde enerji talebi sürekli artmaktadır. Ekonomik büyüme, nüfus artışı, kentleşme ve teknolojik gelişmelerin bu artışta önemli bir rolü vardır. Buradan hareketle, enerji talebini sınırlayamayacağımıza göre, yapılması gereken şey enerji arzını artırmaktır. 2000’li yıllardan sonra Türkiye’de gerçekleşen yüksek ekonomik büyüme enerji ihtiyâcını da artıran en önemli faktör olmuştur. Diğer bir ifâdeyle elektrik üretimi 2003’te 25,6 bin MW iken, 2014 yılı sonu itibâriyle 69,5 bin MW’a yükselmiştir. 69,5 bin MW’lık elektriğin %34’ü hidrolik, %30,9’u doğalgaz, %21’i kömür, %5,2’si rüzgâr, kalan %8,9’u da çöp, güneş ve jeotermal gibi kaynaklardan üretilmektedir[2]. Burada üç noktaya dikkati çekmek gerekir. Bunlar:
  • Neredeyse tamâmı dışa bağımlı bir kaynak olan doğalgazdan üretilen elektrik oranı hâlâ çok yüksektir (toplam üretimin 1/3’ü). İthal bir enerji kaynağı olan doğalgazın, döviz kuru ve piyasa şartlarından kaynaklanan fiyat hareketleri sebebiyle fiyatlarında dalgalanmalar olmaktadır. Üretimin en önemli mâliyetini oluşturan enerji fiyatlarındaki artış hem üreticileri hem de ekonomiyi genel olarak olumsuz etkileyebilmektedir.
  • Rüzgârdan elde edilen enerji miktârında önemli bir artış sağlanmış olsa da bu henüz yeterli seviyeye ulaşmamıştır. Artan enerji talebini karşılamak için bu kapasitenin daha yüksek seviyede kullanılması gerekir.
  • Güneşten elde edilen elektrik miktârı hâlâ çok düşük düzeydedir. Bu konuda birçok kararlar alınmasına rağmen hâlâ üretime yansıyan bir sonuca ulaşılamamıştır. Güneşten elektrik üretimi kapasitesi bakımından dünyâda sayılı ülkeler arasında olmamıza rağmen hâlâ toplam elektriğin sâdece %0,6’sı güneşten elde edilmektedir. Bu konuda sürecin çok aşırı yavaş ilerlediğini söylemek gerekir. İlk başvurular Haziran 2013’te alınmış olmasına rağmen hâlâ çok önemli bir bölümü sonuçlanmış değildir. Ayrıca yeni yapılan binâların güneş enerjisinden tam olarak yararlanabilecek şekilde inşâsını zorlamak/teşvik etmek önemli bir enerji önlemi olabilir.
2023’te ulaşılması öngörülen 500 milyar $ ihrâcat, ilk 10 ekonomi içinde olmak gibi iktisâdî hedefler için yıllık asgarî %5 ekonomik büyüme gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifâdeyle, Türkiye’de gelecek yıllar için %7’lik bir enerji tüketimi artışı öngörülmektedir. Bunun anlamı Türkiye’de daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulacağıdır. Bu sebeple başta rüzgâr ve güneş olmak üzere yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla enerji üretme politikalarına ağırlık verilmesi gerekir. Akkuyu ve Sinop Nükleer elektrik santralleri ucuz ve yenilenebilir enerji kaynağı için çok önemli olmakla birlikte gelecekte ortaya çıkacak enerji talebi dikkate alındığında bu kaynakların bile çok yeterli bir girişim olmadığı söylenebilir. Türkiye’deki enerjide olan bir başka önemli sorun ise bâzı bölgelerdeki aşırı düzeyde kaçak elektrik kullanımıdır. Kaçak elektrik kullanım oranının en yüksek olduğu bölge %75 ile Dicle Dağıtım (Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak) bölgesidir. Bunu % 66 ile Van Gölü (Bitlis, Hakkâri, Muş ve Van), %37 ile de Aras (Erzurum, Erzincan, Bayburt, Kars, Iğdır, Ağrı ve Ardahan) dağıtım bölgesi izlemektedir. Türkiye ortalaması 2014 sonu itibâriyle %14 civârındadır. Biraz daha geriye gittiğimizde, yâni 2000’li yıllarda Türkiye’deki kayıp–kaçak elektrik oranı %25 civârındadır. Bu tabloya genel olarak baktığımızda kayıp kaçak oranının yaklaşık 12 yılda 10 puan düşmesi elbette çok önemli bir başarıdır. Buradan hareketle belki sonraki 10 yıl içinde bu oranın %5’in altına inmesi beklenebilir. Ancak 2014 yılı itibâriyle hâlâ bir bölgede elektriğin %70–75’i kaçak olarak kullanılabiliyorsa, dağıtım faaliyetlerinin özelleştirilmesine rağmen bunda kayda değer bir gelişme olmamışsa burada farklı uygulamaları denemek ve sonuç alıncaya kadar da bunu devâm ettirmek gerekir. Kaçak elektrik kullanım miktârı azaldıkça muhtemelen gerçek elektrik talebi de düşebilir. Diğer bir ifâdeyle kişiler parasını ödemediği zaman 10 birim elektrik tüketiyorken, parasını ödediğinde bu talebini 5 birime düşürme ihtimâli yüksektir. Bu da zor olan elektrik arzının artırılması konusunda önemli bir rahatlık sağlayacaktır. Ayrıca buradan elde edilecek gelir enerji mâliyetlerinin düşmesini de sağlayacaktır. Ancak buradan şunu açıkça söylemek gerekir ki 12 yıldır tek başına iktidâr olan bir siyâsî partinin bu konuda bir çözümden yana olmadığını söylemek hiç de haksızlık olmaz. Zîrâ bir ilde elektrik tüketenlerin ¾’ü tükettikleri elektriğin bedelini ödemiyorsa ve devlet bunu al(a)mıyorsa, kanaatimce bu “Devlet bu kişilerden elektrik tüketim bedeli almak istemiyor.” olarak algılanmaktadır. Bu uygulama bir sosyal politika olarak tartışabilir ancak elektrik tüketim bedellerini ödemeyenlerin bu borçlarını dürüst tüketicilerden tahsil etmek hem âdil değildir, hem de önemli ölçüde kul hakkına girilmiş olur. Belki bâzı kişiler bu kayıp – kaçak miktârını gönüllü ödemeye râzı olabilir ancak birçok insanın bu konudan çok rahatsız ve muzdarip olduğunu söyleyebilirim. Dürüst olarak elektrik tüketenler haksız ve ilâve bir mâliyete katlanmak zorunda kalmaktadır. Bu işi planlayanlar kendilerince bir çözüm bulmuş olsalar da yapılan bu uygulama vicdâna ve hakkâniyete uygun değildir. Türkiye’de gelecek dönemlerle ilgili enerji politikaları (tüketim artışı, üretim kaynakları, dağılımı, zamâna ve bölgelere göre planlama, keşifler vb.) planlanırken mutlaka dikkate alınması gereken üç husûsun olduğu ortaya çıkmaktadır:
  • Elektrik arzını artırmak için yoğun olarak yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına, özellikle de güneş ve rüzgâra yönelmek gerekir. Isınma amaçlı enerji tüketimini azaltmak için, yeni yapılan binâların mevcut enerji kaynaklarından en iyi faydalanacak şekilde inşâsı zorunlu tutulmalıdır. Bu uygulama sanıldığının aksine inşaat mâliyetlerini çok artırmayacaktır.
  • Elektriği kaçak olarak kullanan tüketicilere yönelik daha etkin bir çalışma yürütülmeli ve bu sorun mutlaka bölgesel bir sorun görünümünden çıkarılmalıdır. Aksi takdirde bu süreç sonraki yıllarda bölgesel bir politik sorunun gelişmesine de sebep olabilir. Aynı mevzuata tâbi bir ülkenin vatandaşı ayrı uygulamalara tâbi olmamalıdır. Kayıp kaçak bedellerinin diğer tüketicilerden tahsil edilmesi psikolojik olarak bu uygulamanın meşrûluğunu da gündeme getirir.
  • Enerji kaynakları konusunda sâdece yurtiçindekilerle yetinilmemeli, yurtdışından da kaynak satın alınmalıdır. Çünkü sınırlı seviyede olan yerli enerji kaynaklarının gelecekte artacak talepleri karşılaması güçtür. Bu yüzden bedeli belli olan bir kaynağı (Meselâ doğalgaz rezervi. -Bu arada Çin bu konuda önemli bir ilerleme kaydetmiştir. Afrika’daki bâzı bölgelerde kömür rezervlerini satın almıştır.-) satın almak sûretiyle enerji ihtiyâcını karşılama alternatifini de mutlaka değerlendirmek gerekir.
[1] Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected] [2] Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Faaliyet Raporu, 2014, s. 69.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak