“Benim hikmetlerim hem bal, hem şeker.
Bütün sözler içinde, varsa, eşini göster.”
(Pîr-i Türkistan)
Türklerin İslâmlaşması, erken denecek bir döneme tekābül eder. Her ne kadar târihçiler, İslâm’ın Asya’da Talas Savaşı sonrası yayıldığına dâir tesbitte bulunsalar da bu sürecin daha erken dönemlerde başladığı düşünülmektedir. İbn Fadlan’ın Seyâhatnâme’de işâret ettiği gibi ticâret kervanları sâdece iktisâdî metâlar taşımamış, düşünce, ilim ve irfan da taşımıştır. Bölece İdil-Volga arasında Bulgar Türkleri İslâm ile müşerref olmuşlardır. Daha sonra savaş ve barış etrâfında cereyân eden ilişkiler Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmasına vesîle olmuştur.
İslâmlaşma sürecinde Türkler iki temel dil ile tanışmışlardır. Bunlardan ilki Kur'ân dili olan Arapça, ötekisi ise edebiyat ve sanat dili olan Farsça'dır. İslâm’a ve Müslümanlığa ilişkin bilgiler bu iki dil üzerinden intikāl etmiştir. Bilhassa din dili, sanılanın aksine Farsça kelimelerden teşekkül etmiştir. Bu meyanda Mehne Baba diye bilinen Ebû Said Ebü’l-Hayr (ö.1049) başta olmak üzere pek çok kişi şiirlerini Farsça söylemiştir. Bununla birlikte ilmî metinler, İmam Mâtürîdî (Ö.944) ve Şemsüleimme Serahsî (ö.1090)’nin örneğinde olduğu gibi Arapça yazılmıştır. Bu süreçte Türkçe edebî ve ilmî eserler yazmayı amaçlayan Yusuf Has Hacib (ö. 1077) Kutadgu Bilig’i telif ederek öncü bir şahsiyet olarak târihe geçmiştir. Kezâ onu tâkip eden Edip Ahmed, Atabetü’l-Hakâyık’ı kaleme alarak edebî bir dil olarak Türkçe'nin inşâsında önemli bir hizmet îfâ etmiştir. Bilahare Kaşgarlı Mahmud (ö. 1105) Bağdat’ta Türkçe'nin ilk lugatı Divânu Lugâti’t-Türk’ü telif etmiştir. Bütün bu gayretler, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin hikmetleriyle farklı bir mecrâya intikāl edecektir. Ahmed Yesevî:
“Miskin, zayıf Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet,
Farsça dilini bilerek güzel söylemektedir Türkçe’yi…”
diyerek hikmetler söyleyip Türkçe'yi hakîkat dili hâline tebdîl edecektir. Zîrâ onun açtığı ark, göçlerle birlikte Anadolu’ya ve Rumeli’ye intikāl ederek büyük bir edebiyatın oluşmasına vesîle olacaktır.
Pîr-i Türkistan kimdir? Bu soruya edebiyat ve şiir açısından bakanlar, elbette şâirdir diyeceklerdir. Fakat meseleye daha geniş bir zâviyeden bakmak gerekir. Bu meyanda daha evvel şu cümleleri kurmuştum:
“Ahmet Yesevî, şâirden de öte... Büyük bir mânâ eri. Merhum Topçu'nun ifâdesiyle gerçek anlamda bir "büyük ruh!" Bir velî. Büyük bir yol kurucusu... Dolayısıyla onun coğrafyası da, niteliğine paralel olarak, zengin, geniş ve çeşitlidir. Bu itibarla, pîr-i Türkistan tâbîrinde Anadolu'yu ve Rumeli'yi de içine alan bir mânâya sâhiptir. O, hepimizin pîridir.
Hepimizin pîridir... Yahya Kemal'in dediği gibi, "milliyetimizi borçlu olduğumuz kişidir!"
Pîr-i Türkistan’a dâir en eski kaynak, kendisi de Yesevî yolunun bir mürşidi olan Hazînî’nin Menbâu’l-ebhâr ve Cevâhiru’l-ebrâr’ı isimli eserleridir. II. Selim döneminde İstanbul’a gelerek Yesevî yolu neşreden Hazinî, 1586’a Menbâu’l-ebhâr‘ı ve bundan yedi yıl sonra, 1593’te de Cevâhiru’l-ebrâr’ı kaleme almıştır. Bunlardan başka Şeyh Hidayet’e âit olduğu söylenen, ama inceleme imkânı bulamadığımız Bustan-ı Muhibbîn de konuyla ilgili önemli bir kaynaktır. Kezâ Necdet Tosun’un akademik dünyâya tanıttığı Mir’âtu’l-Kulûb, Lemehât ve Huccetü’z-Zâkirîn isimli risâleler de konuyla ilgili kaynaklar arasında zikredilir. Konuya dâir Fuad Köprülü’den başlamak üzere pek çok ilim adamı çalışma yapmış, farklı isimler tarafından Divân-ı Hikmet neşredilmiş, diğer eserleri ilgililerin dikkatine sunulmuştur. Bununla birlikte bu konuda daha çok çalışma yapılması iktizā ediyor.
Burada kısaca onun hayâtına dâir şu birkaç cümleyi kurmak mümkündür: Pîr-i Türkistan, Türkistan’da Sayram’da doğmuştur. Sayram’ın eski adı Akşehir’dir. Babası, Şeyh İbrâhim’in Hz. Ali (ra) soyundan geldiği kaydedilmektedir. Babasının irtihâlinden sonra Sayram’dan Yesî’ye gelmiş ve burada eğitime başlamıştır. Burada kimden ne okudu, bunu bilemiyoruz; ancak gerek hikmetlerinde ve gerekse menâkıbına dâir eserlerde zikredildiği kadarıyla onun mânevî gelişimine rehberlik eden Arslan Baba (ö. 1166) olmuştur. Menâkıblara bakılırsa, Arslan Baba ashâb-ı kiramdandır ve Hz. Peygamber'den aldığı emâneti Ahmed Yesevî’ye ulaştırmakla görevlendirilmiştir. Bu sebeple de çok yaşamıştır. Bununla birlikte Arslan Baba’nın Şeyh İbrâhim’in kardeşi olduğu veya Selmân-ı Fârisî ahfâdından geldiği de zikredilir. Türbesi Oğuz’un başkenti Otrar’da olan Arslan Baba’nın İslâm’ı tebliğ için Türkistan’a gelen bir ârif zât olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bazı Kazak âlimler onu, İslâm dâvetçisi olma husûsiyetini de nazar-ı dikkate alarak er-Resul Ata olarak anmaktadırlar. Her hâlükârda pîr-i Türkistan'ın, babasından sonra, bir dâvetçi, âlim ve ârif bir zât olan Arslan Baba’dan tefeyyüz ettiği bilinmektedir. Onun irtihâlinden sonra da Buhara’ya giderek Yûsuf-ı Hemedânî’nin ders ve irşad halkasına dâhil olmuştur.
Yeri gelmişken dînî düşünce ve irfan hayâtımızda yol açıcı derin tesirler oluşturan büyük ruhlardan biri olan Yusuf Hemedânî (ö.535 / 1140)’ye dâir bir-iki husûsa işâret etmek iktizā eder. Yusuf Hemedânî, Nizamiye Medreseleri'nde eğitim gördükten sonra Türkistan’da Sünnîliği ve tasavvufu neşreden âlim olarak bilinir. Onun yetiştirdiği iki büyük öncü isim vardır; bunlardan ilki Ahmet Yesevî, diğeri de Abdülhâlik Gücdüvânî (ö.1220)’dir. Nitekim bu iki büyük ruhtan birinin hizmetleriyle Yesevîlik, ötekisinin gayretleriyle de Hâcegân ekolü neş’et edecektir. Bu iki ekol Türkistan’ın Muhammedî muhabbetle mayalanmasını temin ettiği gibi, Anadolu’nun irfan hayâtını da beslemiştir.
Varlıklı, asîl bir âileye mensup olduğu anlaşılan Pîr-i Türkistan’ın Şihâbeddin Sühreverdî (ö.632 / 1234) ve Ebu’n-Necib Sühreverdî (ö.563 / 1168-69)’den de feyz aldığı söylenir. Ancak bu konuyu yeterince tevsîk edecek bilgiden de mahrûmuz. Hulâsa o, Budist, Maniheist, Zerdüşt, Mazdeizm ve Muğ gibi dinlere mensup boylar arasında sözü, sohbeti ve söylediği hikmetlerle İslâm’ı, özellikle de Hanefîliği ve tasavvuf ahlâkını neşretmiş bir ulu kişidir. Bu mücâdelelerini bir yerde şöyle dile getiriyor:
“Tanrı gerçek âlimin yastığını taştan yarattı,
Ona neyi kavrattı ise, o da insanlara onu anlattı.”
Söz ve sohbetle kalmamış, geride kalıcı olsun diye eserler de telif etmiştir. Onun adına kayıtlı eserler şunlardır: Divân-ı Hikmet, Fakrnâme, Risâle der Âdâb-ı Tarîkat ve Risâle der Makâm-ı Erba’în. Bu eserlerinden özellikle Divân-ı Hikmet, daha sonraki dönemde Hakîm Süleyman Ata ve Mansur Ata gibi Türkistan’da hikmet geleneğinde şiirler yazan sûfî şâirlere öncülük ettiği gibi, Anadolu’da Yûnus Emre’den başlayarak tasavvuf (tekke) şiirinin oluşmasına da katkı sunmuştur.
Divân-ı Hikmet, bir kurucu metin olarak, öncelikle Türkçe'yi hakîkat dili hâline tebdîl etmiştir. Bu şu demektir: Pîr-i Türkistan, dilimizi Müslümanlaştırmıştır. Elbette öncelikle Yusuf Has Hacib ve Edip Ahmed, klasik şiirimizin kurucu isimleridir; ancak Yesevî, dilden dile söylenen hikmetleriyle hem Türkçe'yi işleyerek zenginleştirmiş, hem de gönül coğrafyamızda İslâm ahlâkının temekkün etmesine vesîle olmuştur. Bu bakımdan bir kültür inşâ ettiği söylenebilir. Diğer bir ifâdeyle şamanın söylediği neşîdelerle vecde gelmeye alışık olan halkı hikmetle buluşturarak teskîn etmiştir. Bu bize daha sonra ilâhî olarak intikāl edecek, sohbet ve zikir halkalarının seyrine katkı sunacaktır. Dolayısıyla Divân-ı Hikmet, hem şiir, hem de mûsikî yönüyle irfan meclislerini tezyîn ve teskîn eden bir kurucu metindir. Nitekim o şunu söyler:
“Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi
Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini
Âyet hadîs anlamı Türkçe olsa uygundur,
Anlamına yetenler yere koyar börkünü…”
Halk, Müslümandır; ancak ilim ve sanat dili Arapça ve Farsça olduğu için devrin âlimleri, halkı besleyecek metinler yazmaktan imtinâ etmektedir. Bu doğru bir tutum değildir. Halkın sâdece sohbetle değil, mutlakā bizzat kendisinin de okuyarak öğreneceği konular vardır. Okuyup öğrense, börkünü koyup huzûr içinde teslîm olacaktır. Böylece İslâm’ın öngördüğü huzur, hak ve adâlet ilkeleri çerçevesinde oluşan ahlâkî değerleri toplumda mâkes bulacak ve İslâm yayılacaktır. Bu sebeple Türkçe, kolay anlaşılır bir dil ve üslûp ile hikmetleri nazmetmiştir. Böylece hikmetler kolayca ezberlenerek yayılmış, geniş coğrafyalarda tesir alanı oluşturmuştur.
Divân-ı Hikmet, temel olarak İslâm dîninin temel esaslarını neşreden hikmetlerden oluşan dîvandır. Genel olarak yedi bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, “yaş-nâme” bulunmaktadır. Bu bölüm, bir yönüyle menâkıpnâmedir. Arslan Baba’yı ve Yesevî’nin rûhânî gelişim seyrini buradan tâkip etmek mümkündür. İkinci bölüm ise, “defter-i sânî şerhi”dir. Defter-i sânî (ikinci defter) nedir? İnsandır. Şu halde bir de “defter-i evvel” (birinci defter) olmalıdır. Bu nedir? Kanâatimize göre defter-i evvel, mü’minin muhâtap olduğu temel kaynaklar yâni Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadîs-i şerifleridir. Dolayısıyla burada birinci defterden yola çıkarak, kendi hakîkati üzerine tahkîk yapan bir bilgenin kendi kitabını okuması söz konusudur. Hikmet bu şerhte ortaya çıkıyor. Nitekim hikmet, bir yönüyle, insanın kendini tanıması, sınırlarını ve yetkinliğini bilmesidir. İnsanın kendini tanıma çabası, İslâm ilimleri içinde fıkh-ı bâtın olarak isimlendirilen tasavvuf ilminin otaya çıkmasına vesîle olmuştur. Bu bakımdan ikinci bölüm, tasavvuf konularını ele alır.
Eserin üçüncü bölümü, zikir konusuna ayrılmıştır. Dördüncü bölümde ise şerîat-tarîkat birlikteliği ele alınmış, “şerîatsız tarîkat olmaz” düşüncesi tahkîk edilmiştir. Beşinci bölüm Pîr-i Türkistan’ın tenkitçi tarafını ortaya koyan bir bölümdür. Burada gerçek âlim-sahte âlim, gerçek mürşid-sahte mürşid tasnifleri yapılarak iyi-kötü ikilemi ele alınmakta, hakîkate tâlip olanlara rehberlik edecek hususlar dikkatlere sunulmaktadır. Altıncı bölüm ise, muhâsebe-i nefs olarak isimlendirilebilir. Muhâsebe-i nefs, bir tefekkür biçimidir. Burada insanın kendisini hesâba çekmesi meselesi ele alınır. Daha açık bir ifâdeyle şâir, kendini hesâba çeker. Bu bölümde dünyâ hayâtının geçiciliği ve ölüm kavramı üzerinde çokça durulduğuna şâhit olmaktayız. Nihâyet eser, münâcât ile tamamlanmış olur.
Temmuz 2024, sayfa no: 32-33-34-35
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak