Ara

Trakya'nın Sessiz Tanıkları…

Trakya'nın Sessiz Tanıkları…

İstanbul'un fethinden yaklaşık bir asır önce varlık göstermeye başladığımız Trakya bölgesi, bünyesinde nice târihî eseri, kültürel mîrâsı barındırır. Bugünkü zengin envanterin çok önemli bir yekûnu 88 yıl boyunca Osmanlı Cihân Devleti'nin başkentliğini yapan Edirne'de bulunuyor. 14. yüzyıldan itibâren Edirne'nin çevresindeki yerleşim alanlarında da îmar faaliyetleri gerçekleşti. Şehir merkezleri ve yol güzergâhında bulunan târihî mekânlar bilinip ziyâret edilirken kimi ilçelerdeki hattâ köylerdeki önemli târihî yapılar, eserler, kültürel mîrâsımız maalesef ihmâl ediliyor. Bu gibi yerlere belli bir plan dâhilinde ziyâret gerçekleşmezse tesâdüfen gidip görmek haberdâr olmak ihtimâl dışıdır. 2022 yılı Ekim ayında Kırklareli ve Edirne'ye bir ziyâret gerçekleştirmiş ve buralardaki târihî ve kültürel mîrâsımıza dâir yazmıştık. 2023 Mayıs ayında ise Kırklareli ve Edirne'nin bāzı ilçelerini, köylerini belirli bir plan dâhilinde ziyâret ettik.

Ziyâretlerimize Sedat Alpsoy kardeşimizle birlikte Kırklareli'den başladık. Sırasıyla Babaeski, Alpullu, Lüleburgaz Pehlivanköy, Uzunköprü ve Hafsa yerleşim birimlerini tek tek ziyâret ederek menzil külliyelerini, bunların hâricinde onlarca târihî ve kültürel mîrâsımızı yerinde gözlemleyip inceleme fırsatı bulduk. Seyahatimiz boyunca toplam 250 kilometreden fazla yol kat ettik. Sabah gündoğumu ile başlayan ziyâretlerimiz akşam günbatımıyla nihâyete erdi.

Çay İçilen Her Yer Bizim Memleketimiz

Gezip görecek çok yer ve eser var. Lâkin bizim yeterince zamânımız yok. Bu sebeple ziyâretlerimizi olabildiğince kısa tutarak hızlı hareket ediyoruz. Sabah erken saatlerde Babaeski'deyiz. Hava parçalı bulutlu, hafif bir serinlik var. Zannediyorum gezi programı için en uygun mevsimdeyiz. Zîrâ buralarda yazları alabildiğine sıcak, kışları ise gāyet soğuk geçer. İlçe merkezine doğru yol alıyoruz. Az ötemizde bir çeşme, çeşmenin arkasında bir câmi, sol tarafında ise târihî bir yapı görüyoruz. İstanbul-Edirne asfaltı yanı başında, suyu akar vaziyette bulunan bu dört yüzlü (dördüzlü) meydan çeşmesi, 17. yüzyıla āittir. Çeşmenin arkasındaki câmi 15. yüzyılda inşâ edilen Fatih Câmi-i Şerîfi, târihî yapı ise bir hamamdır. Az ötemizde Bir Mîmar Sinan eseri olan Cedid Ali Paşa Câmi-i Şerîfi bizi selâmlar. [1555] Büyük bir külliyenin çekirdeğini oluşturan mâbed, Edirne’deki Selimiye Câmi-i Şerîfi'nin küçük bir modelidir. Külliyenin kervansaray, arasta ve medrese gibi diğer birimleri maalesef zamânımıza ulaşmamıştır. 

Cedid Ali Paşa Câmi-i Şerîfi yanı başındaki şeytan deresi üzerinde Babaeski Köprüsü bulunur. Köprü, Babaeski’nin Lüleburgaz çıkışında yer alır. 4. Murad Han Devri'nde (1633) yapılmıştır. Kitâbesi vardır. Sedat Alpsoy kardeşimizle birlikte gün boyunca ziyâret ettiğimiz her kasabada, her köyde çay içmeyi ihmâl etmedik. Şâirin dediği gibi: "Çay içilen her yer bizim memleketimizdir." Babaeski'de de Cedid Ali Paşa Câmi-i Şerîfi manzaralı bir çay molası verdik. 

65 Şehîdimiz Burada Yatıyor

Babaeski'den ayrılıp Alpullu'ya doğru yola koyuluyoruz. Alpullu'ya varmadan Pancarköy yakınlarında bulunan şehitliği ziyâret ederek bütün şehitlerimizin azîz ruhlarına Fâtihalar okuduk. 22 Eylül 1981'de, Babaeski, Pancarköy yakınlarında tatbîkat yapan askerî birliğin üzerine, akaryakıt yüklü askeri bir uçağımızın düşmesi sonucu 65 askerimiz burada şehit oldu. 2000 senesinde şehitlik anıtı dikilerek şehitlerin adları mermer bloklara işlendi. Ruhları şâd mekânları cennet olsun. Şehitlik, uçsuz bucaksız bir vâdinin ortasında, yeşillikler arasında, hafifçe meyilli bir arâziye konumlanmış vaziyette. Civarda aralıklarla çiftlikler, çevresinde öbek öbek yayılmış sürüler var. İnsan nefes alıp verdiğini ancak böyle zamanlarda, ortamlarda anlayabiliyor. Burada bir müddet dinlenip sürdürdüğümüz hayâtın muhasebesini yapıyoruz. İçinde bulunduğumuz aşırı stresin, gerilimin elbette pek çok sebebi var. Bu sebeplerden birisi de yeşil ve mavi'nin hayâtımızda çok az yer alması, bu büyük nîmetlerden yeterince istifâde edemeyişimizdir. Ara sıra da olsa göğe bakmalı, ayakları toprağa ve suya değmeli insanın.

Şeker fabrikasıyla ünlü Alpullu'da âbidevî, görkemli, çok güzel bir köprü bulunur. Beş sivri kemerden oluşur. Kemerler gāyet yüksek tutulmuş, dalga kıranlar ise yapılmamıştır. Alpullu [Sinanlı] Köprüsü. Alpullu’ya Hayrabolu tarafından girişte, Tekirdağ-Edirne asfaltı üzerinde bulunmakta olup, 16. yüzyıl ortalarında Sokullu Mehmed Paşa tarafından Mîmar Koca Sinan’a yaptırılmıştır. Alpullu Köprüsü Sinan'ın Selimiye'den önce inşâ ettiği son eser olarak biliniyor. Bu yol aynı zamanda Tekirdağ-Edirne arasında ticâret yoludur.

Bütün Yolların Kesiştiği Noktadayız

Alpullu'dan Lüleburgaz'a hareket ediyoruz. Evet, Lüleburgaz'da Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi'ndeyiz. Burası, İstanbul-Edirne, Tekirdağ-Karadeniz yollarının birleştiği noktada yer alan, askerî, ekonomik ve stratejik önemi bulunan bir menzil külliyesidir. Câminin kıble yönündeki hoş yapı sıbyan mektebidir. Öğle namazımızı Sokullu Mehmed Paşa Câmi-i Şerîfi'nde edâ edip Lüleburgaz târihiyle, kültür varlıklarıyla ilgili fevkalâde güzel çalışmaları, gayretleri bulunan Mustafa Gültekin Bey'le bir çay içimi de olsa sohbet etme imkânı bulduk. Mustafa Beyden duā kubbesi altında Sokullu Külliyesi ve yakın çevresi hakkında bilgi edindik. Külliye civârında bulunan Zindan Baba Türbesi'ni ziyâret edip az ötedeki zafer anıtına selâm vererek şimdilik Lüleburgaz'a vedâ ediyoruz. Yakın târihimizde, farklı dönemlerde Rus, Bulgar ve Yunan işgāline uğrayan bölgede büyük acılar yaşandı. Bu dönemlerde târihî ve kültürel mîrâsımıza yönelik nice tahrîbatlar yapıldı. Zafer anıtı, bu günleri hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız, sürekli uyanık ve teyakkuz hâlinde bulunmamız gerektiğine dâir bir nişan bir işâret taşıdır aynı zamanda.

İstikāmet Uzunköprü. Yolumuz üzerinde bulunan Pehlivanköy'e uğruyoruz. Ara ara yağmur yağıyor. Etrafta buram buram toprak kokusu var. 16. yüzyıla târihlenen Akarca Köprüsü burada bulunuyor. Pehlivanköy’e Uzunköprü tarafından girişte yer alan Ergene Nehri üzerinde bulunmaktadır. Bu zarîf köprünün kitâbesi vardır. İki metreye varan sazlar ve ısırgan otlarının arasından geçerek köprü ayaklarına ulaştık. Kitâbeyi buradan tesbît edebiliyor, köprünün tamâmını kemerleriyle birlikte ancak bu noktadan kadrajımıza alabiliyoruz. Köprünün Uzunköprü istikāmeti çıkışında gürül gürül akan bir de çeşme bulunur. Buradan kana kana suyumuzu içiyoruz. Yol boyunca başka çeşmelere de rastladık. Bu, not düşülmesi gereken bir güzellik, önemli bir ayrıntı. Çünkü su hayattır. Köprüler, zarif mîmârîsiyle, hâtırasıyla "su medeniyetimizin sessiz tanıkları" ecdâd yâdigârlarıdır. Hâl böyleyken defalarca üzerinden geçtiğimiz bir köprünün mîmârî yapısına, mühendislik tasarımına merâk edip bakmayız. Bunun için elbette farkındalık ve gayret lâzım. Denmiştir ki "emek olmadan yemek olmaz" evet, güzellikler bir adım ötemizde! 

Avrupa'nın Ortasında Çevre Felâketi

Medeniyet demişken ve yeri gelmişken bir husûsun altını çizmekte yarar görüyoruz. Yaklaşık on sene önce de bu bölgeyi ziyâret etmiş, Ergene'den çevreye yayılan kötü kokudan aşırı derecede rahatsız olmuştuk. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen maalesef hiçbir önlem alınmadığı gibi felâketin kapsamı daha da genişlemiş durumda. Nehirden ādetâ zift akıyor. Buradan yayılan mikrop, târif edilemez derecede iğrenç ve ağır koku, çevrede yaşayan insanların sağlığını hem fizyolojik hem de psikolojik olarak günden güne daha da fazla tehdit eder mâhiyettedir. Bu sorunun ācilen çözülmesi hayâtî önem taşıyor. Gerek mülkî idâre âmirleri gerekse yerel yönetimler işi gücü bırakıp bu sorunun üstesinden gelmeye çalışsalar yeridir. Bir an evvel netîce alınabilmesi için de sivil toplum kuruluşlarının, basının ve yöre insanının sesi çok gür çıkmalı. Sorunun ülke gündemine oturtulması gerektiğini düşünüyoruz. Şu fânî hayatta insan sağlığından daha önemli bir iş/eylem olamaz. Bu çağda, Avrupa'nın ortasında böyle bir rezâlet nasıl yaşanır hâlâ anlamış değilim. Allah burada yaşayanlara dayanma gücü ve sabır versin.

Dünyânın En Uzun Târihi Taş Köprüsü

Pehlivanköy'den üzgün ve düşünceli bir hâlet-i rûhiyeyle ayrılarak Uzunköprü'ye vâsıl oluyoruz. (Ergene) Buradaki en eski târihli câmi günümüzde Muradiye Câmi-i Şerîfi adı ile anılan ve II. Murad Han tarafından Uzunköprü ile berâber 1443 yılında inşâ edilen câmidir. Pek çok defa yenilenen, restorasyona tâbi tutulan mâbed hâlihazırda yine restorasyondadır. Bu sebeple maalesef yapı ve çevresini inceleme imkânı bulamadık.

İlçeye adını veren Ergene Köprüsü/Uzun Köprü, Edirne'nin Uzunköprü ilçesine adını veren dünyânın en uzun târihî taş köprüsüdür. Uzunluğu ilk hâliyle 1392 metreyi bulmaktaydı. Sultan II. Murad Han'ın emriyle 1427-1443 yılları arasında Mîmar Muslihiddin Usta tarafından Ergene nehri üzerine inşâ edilmiştir. Köprünün kanat ve kemerleri; aslan, fil, kartal, lâle ve çeşitli geometrik kabartma motiflerle süslüdür. Restorasyon çalışmaları devâm eden köprünün tâlihsiz bir kararla, 1960'lı yıllarda iki yandan beton ilâvelerle sağlanan genişliği yeniden eski/özgün hâline getiriliyor.

Uzunköprü'ye varmadan biraz daha geride, parkın önünde, cephesindeki görkemli kitâbesiyle dikkatleri üzerine çeken bir çeşme bulunur. Bu çeşme vaktiyle köprünün yanı başında, köprüyle aynı târihte inşâ edilen Gazi Mahmud Bey Çeşmesi'dir. Bu çeşmeye şu an bulunduğu mevkiden dolayı park çeşmesi de denir. Sultan II. Murad Han tarafından yaptırılmış, suyu vaktiyle Malkoç su kaynaklarından pişmiş toprak künklerle getirilmiştir. Günümüzde şehir su şebekesine bağlı olarak suyu akmaktadır. Çeşme, köprü genişletilmesi çalışmaları sırasında taşları numaralandırılarak bulunduğu yerden şimdiki yerine taşınmış, bu sırada hacim olarak küçülmüştür. Çeşmenin üzerinde köprünün Sultan II. Murad Han tarafından yaptırıldığı ve 174 kemer olduğunu belirten, Arapça harflerle yazılmış bir kitâbesi bulunur. 

Rengârenk Çiçeklerle Donatılmış Bir Câmi-i Şerîf

Vaktimiz daralıyor. Akşam olmak üzere. Bir an önce ziyâretlerimizi bitirip Kırklareli'ne dönmemiz gerekiyor. Uzunköprü'den son ziyâret yerimiz olan Hafsa istikāmetine doğru yola koyuluyoruz. Hafsa'daki en önemli yapı grubu; câmi-i şerîfi, duā kubbesi, hamamı ve çeşmesi zamânımıza ulaşan Sokullu Külliyesi'dir. 1576’da Sokullu Mehmet Paşa'nın oğlu Kasım Paşa adına yaptırılmıştır. Câmi-i Şerîf klasik dönem yapılarındandır. Selimiye Câmi-i Şerîfi ile aynı dönemde yapılmıştır. Yakın zamanda restorasyonu tamamlanan câmi haziresinde birkaç mezar taşı bulunuyor. Duā kubbesi günümüze kadar ulaşan menzil külliyesinin arastası ve diğer bölümlerinden maalesef eser kalmamış. Hamamın durumu ise içler acısı vaziyettedir. İhyâ edileceği günü bekliyor.

Az ötede şirin bir mâbed daha var. Burası Hacı Süleyman Efendi Câmi-i Şerîfi'dir. Defterdar Abdüsselâm Câmii olarak da bilinir. Yavuz Sultan Selim Han'ın baş defterdarlarından, Defterdar Abdüsselâm tarafından 1512-1520 yılları arasında yaptırılmıştır. Havsa'da bilinen en eski câmi-i şerîftir. 2021'de restorasyona tâbi tutularak yeniden ihyâ edilmiş. İçiyle dışıyla câminin bütün pencereleri çiçek saksılarıyla dolu. Saksıların içerisinde rengarenk ve her türden çiçek var. Bugüne kadar böyle bir manzarayla karşılaşmadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Ziyâret ettiğimiz bölgelerdeki târihî ve kültürel mîrâsımız elbette yukarıda zikrettiklerimizden ibâret değil. Biz sınırlı zamanda, elimizle dokunduğumuz, gözümüzle gördüğümüz mekânları, târihî ve kültürel mîrâsımızı yazımıza dâhil etmeye çalıştık. Trakya'nın sessiz tanıklarını bütünüyle bir yazıya sığdırmak imkân dâhilinde değildir. Ecdâdımızın hayır eserlerini, insânî uygulamalarını keşfetmeye ömür, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Cenâb-ı Mevlâmız cümlesine ganî ganî rahmet eylesin. Ne mutlu onların yolundan, izinden gidenlere, ne mutlu onlara lâyık torun olabilenlere…

Temmuz 2023, sayfa no:  44-45-46-47-48

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak