Ara

Toprak

Toprak

Bir hadîs-i şerîf’te, “Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar.” buyrulmaktadır. İnsan fıtratı dîne dayanır. İnsanın menşei ilâhîdir. İnsan ilâhî bir tabiat ile donatılmıştır. Kur’ân insanın fıtratı olduğunu bildirmektedir: “Sen yüzünü ‘hanîf’ olarak dîne, Allâh’ın insanları kendisine göre yarattığı fıtrata çevir, çünkü Allâh’ın yarattığı fıtratta bir değişiklik yoktur. Gerçek din budur, ancak insanların çoğu bunu bilmiyorlar.” (Rûm, 30.)

Allah, yaratılış mûcizesi olarak insanoğlunu fıtrat üzere yaratmaktadır. Fıtrat hakîkatin toprağıdır. Dünyâdaki bütün topraklar bu sırrı yetiştiremez. Asıl vatan toprağımız, özümüz, iç âlemdeki vatanımızdır. Asıl köklerimiz, vatanımız fıtrattır. Fıtratta değişiklik yoktur.

Bir Filistinli sesleniyor: “Onların topraklarını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara cenneti hediye ediyorsunuz. Onların hayatlarını ellerinden aldığınızı mı zannediyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara şehitlik makāmını sunuyorsunuz. Onların mâneviyâtını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte onların îmanlarını ve hakîkatini güçlendiriyorsunuz.”

Aliya İzzetbegovic; “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlar.” demiştir.

Toza toprağa dönmek hasreti bizi toprak bağımlılığından kurtarır. Toprak, vermekten aslâ vazgeçmez. Toprağa ne ekersen onu biçersin. Secdede alnımızı can veren toprağa koyuyoruz, bizi su ve topraktan Yaratana dönüyoruz. Hayâtımızı, Hayat Veren’e veriyoruz, yaratıldığımız elementimizin tabiatına dönüyoruz. 

Kişi toz olduğunda, secde müşâhede olur. Abdülkādir-i Geylânî Hazretleri bize secdenin sırrını ve kıymetini bir örnekle tasvîr buyuruyor: “Âcil ihtiyaç alnını, ikrâr edilmiş çâresizlik toprağına dayamazsan ve hüzün gözyaşları göz bulutlarından sağanak hâlinde yağmazsa, zevk nebatların hayat bahçesinde yeşillenmez. İnsanlık bahçeleri maksadına hizmet için verimli bir halde yeşillenmez. Sabır dalları rızā yaprakları veyâhut yakîn dostluğun hoş râyihalarını vermez, ne de seni ünse taşırlar.” 

Secde; insanın Allâh’a gösterebileceği en yüce aşk ifâdesidir, çünkü vücûddaki en kıymetli, en yüce organımız olan başımızı; en alt yere, toprağa koyarız. Secde varlık kafesini ezmeyi ve Huzûr-u Kibriyâ’nın ayağında toz olmayı temsîl eder. Secde mânâ âleminin anahtarıdır, insan varlığının özünü ortaya çıkartır. Kişi 'yok'luktur, secde ile 'var'lık bulur. Bu mânâ kişinin alnının secdeye değdiği noktada gizlidir. Kişi alnını iştiyakla yere koyduğunda, mekânsızlığa ve yönsüzlüğe ulaşır.

Allâh’ın velîleri, en büyük hazzı, Habîbullâh aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın yolunun tozunun zerresi olmakta bulurlar. Tozun şiddetli aşkıyla varılan secdede sevgilinin misk kokusu hissedilir. O’nun sonsuz cemâlinde nefsi eritip yok eden kişi, Muhammedî aşk deryâsına gark olur. O’nun, Fahr-i Kâinât Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın yolunda toz olmak, yegâne gāyedir. Tozun aşkı; aşkın sırrını taşıyor, o sır ise, “Canım sana fedâ Yâ Resûlallâh”ın tohumunu taşıyor.

Modern toplumlarda insanlar fıtrattan öyle uzaklaştılar ki kendilerini hristiyanlaştırdılar veya yahudileştirdiler. Netîcede Müslümanlar, müslüman kimliğini kaybetmiş oldu... İslâm dâvâsını kaybetmiş oldu...

Biz toprak sâhibiyiz ama fıtrattan uzaklaştık…

Mal, mülk, makam sâhibiyiz ama kendi özümüzden, vatanımızdan, rûhumuzdan uzaklaştık…

Komşumuz açken gaflet uykusunda tok yatmaktayız. Fakat içimizde bir boşluk, anlamsızlık, karanlık yayılmaktadır…

Zenginlik, varlık ve konfor içinde yaşayanlarız. Fakat yardımsız ve perîşân bir vaziyette “esfel-i sâfilîn” kuyusunun dibine düştük…

Sel gibi akan mültecîler var. Topraksız, sâhipsiz, evsiz, varlıksız, çıplak vaziyette bize doğru akıyorlar ve üstünde yaşayabilecekleri bir toprak arıyorlar. Biz ise toprak sâhibiyiz, mal mülk sâhibiyiz. Fakat cehâlet, sıkıntılar, hazımsızlık, nankörlük, sorumsuzluk, yüreksizlik ve sahte câzibeler içinde kıvranıp duruyoruz…

Fıtrattan uzaklaşmak ne anlama gelir? Hakîkî insan kimliğini kaybetmek ve sahte insan kimliğini giyinmektir. Fıtrata dönmek ne anlama gelir? Sahte insan kimliğinden kurtulmak ve hakîkî insan kimliğini kazanmaktır.

Kâinattaki en büyük güç olan evrensel muhabbet çekirdeğini insanoğlu içinde taşımaktadır. Ebedî muhabbetin tohumu insanın en derûnunda neşvünemâ bulur. Bu tohum, bizim ilâhî kökenimizi temsîl eder. Bu, fıtrattaki zenginliktir.

Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor: “Çıplak toprak ol; üstüne yazı değmemiş tertemiz kâğıt ol ki vahiy kalemiyle taltîf edilesin. Böylece Merhametli Zât sana tohumlar eksin. Kendini tamâmen lütuf nurlarına aç.

Bir mü’minin en güzel, en bereketli ameli -kıyâmet koparken bile- toprağa bir tohum ekmektir. Zîrâ Fahr-i Kâinât Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm buyurur: "Kıyâmet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da onu dikmeye gücü yeterse, mutlaka onu diksin, bırakmasın."

Bu hadîs-i şerîf, kalbe dokunan en derin uyarılardan biridir. Çünkü mü’min, ne olursa olsun iyilikten geri durmaz. Kıyâmetin eşiğinde bile olsa, elindeki tohumu toprağa bırakır. Ümitsizlik ona yabancıdır. O bilir ki ekilen her hayır tohumu, Rahmân’ın nûruyla serpilir, yeşerir. İşte Ashâb-ı Kiram Efendilerimizin hayâtı bu ahlâkın bizzât kendisidir. Onlar, zulmün en koyu gölgesinde, işkenceler, düşmanlıklar karşısında dahî iyiliği ektikçe ektiler.

Şeytan tohumu eken, nefreti biçer. Aşk tohumu eken, Rahmân’ın rızāsına kavuşur. Bu dünyâda her an binlerce şeytan tohumu ekiliyor; fitne, kibir, zulüm toprağa düşüyor. Lâkin bir mü’min, sahabe gibi olmalıdır. O, sevgi tohumunu, îman tohumunu, tevhîd tohumunu ekmeye devâm etmelidir. Zîrâ bu, mü’minin en yüce hayat gāyesidir.

Bilmeli ki işlenen her haram, şeytānî bir tohumdur. O tohumlar büyüdüğünde, insan kendisini karanlık bir hasadın içinde bulur. Oysa şükürle, muhabbetle işlenen her helâl, Rahmân’a yükselen hoş kokulu bir meyve olur. Ve işte o koku insanı yeniden ilâhî hazîneye, taşıdığı Nûr-u Muhammedî’ye doğru çeker.

Hazret-i Ali kerremallâhu veche’nin, Efendimiz aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın da çok sevdiği toprağın babası anlamına gelen "Ebû Turâb" lakabı ile ilgili rivâyet şu şekildedir:

"Rasûlullah aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm bir gün kızı Fâtıma'nın evine geldi ve Ali'yi evde bulamadı. 'Amcamın oğlu nerede?' diye sorunca, sevgili kızından: 'Aramızda birşey geçmişti. Bunun üzerine gündüz uykusunu yanımda uyumadı da çıkıp gitti' cevâbını aldı. Rasûlullah da birine, 'Git bak, Ali nerede?' buyurdu. Mescid'de uyuduğu haberini alınca Mescid'e varıp, Ali'yi yan tarafına yatmış, ridâsı bir yanından sıyrılmış ve vücûdu toprağa bulanmış şekilde buldu da, 'Ebû Turâb kalk, Ebû Turâb kalk' diye bedenindeki toprağı silkelemeğe başladı."

Bu ve buna benzer rivâyetler, Rasûlullah aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm'ın yeri geldikçe Hz. Ali'ye "Ebû Turâb" diye hitâb ettiğini göstermektedir. Bu künyenin Hz. Ali hakkında büyük bir iltifat ve latîfeden öte, belki de hayâtı ve şahsiyetiyle ilgili birtakım haber ve sırlar ihtivâ ettiği söylenebilir. 

Bu hikmetlerden birisi de yine büyüklerimizden işittiğimiz Hazret-i Ali Efendimiz'in insanı oluşturan dört ana mizaçtan toprak mizâcına sâhip oluşudur. Toprak mizâcı, kemâlât yolculuğunda büyük emek ve zaman sarfedilmesi gereken ancak kemâlât filizlendiğinde muazzam bereket ve rahmet hâsılâtı veren bir mizaçtır. Allâhu â’lem, Hazret-i Ali Efendimiz’in daha çocuk yaşta müslüman olup Rasûlullah aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın ve Hatîce’tül-Kübrâ Annemizin kucağında uzun seneler muhabbetle yetişmesinin bir hikmeti de budur.

Hz. Fâtıma Annemizin Hz. Ali Efendimiz hakkında fevkalâde târifi: “Sen toprak ahlâkısın, sana ne atılırsa atılsın sen ondan bir gül yaparsın, sen benliğini yok ettin. Hiç kimseden bir şey beklemez, yalnız ilâhî tecellînin yansıması gibi tüm varlıklara bir şeyler verirsin.”

“Toprak olmadan toprak ol” diye büyükler öğüt vermektedir.  Benzer bir tavsiyeyi Rasûlullah aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm tarafından da öğreniyoruz: “Kıyâmet gününde hesap görmeden kendini hesâba çek!” ve “Ölmeden evvel öl!” (ölmeden evvel hakîkî ölümü yaşa)

Şems-i Tebrizî anlatıyor: “Esas meseleyse benliği yok etmektir. Ölmek demek artık karanlığın görülmemesi ve onun aydınlığa sevkinden geri adımın atılmaması ve sevkin sürekli olmasıdır. Herkese şunu söyledik; nefsinizi ölü kabûl edin ki o kendiliğinden yok olsun.”

Toprak olmadan toprak olmak, benliği yok etmek ve nûra dönüşmek demektir.  Bu, bizi kendi varlığımıza, özümüze, kökümüze, asıl vatanımıza götürecek ve kendimizi ilâhî bir gözle görmemizi sağlayacaktır.

Yûnus Emre Şiiri:

Hor bakma sen toprağa...
Toprakta neler yatar?
Kani bunca evliyâ,
Yüz bin Peygamber yatar. 

Cennette buğday yiyen,
Gaflet gömleğin giyen,
Hem dünyâya meyleden,
Âdem Peygamber yatar. 

Arkasıyla kum çeken,
Göz yaşıyla yoğuran,
Kâbe’ye temel kuran,
Halîl Peygamber yatar. 

Vücûdunu kurt yiyen,
Kurt yedikçe şükreden,
Belâlara sabreden,
Eyyûb Peygamber yatar.

Balık karnında yatan,
Deryâları seyreden,
Kabak kökün yaslanan,
Yûnus Peygamber yatar.

Kuyuda nihân olan,
Köle diye satılan,
Mısır’a sultân olan,
Yûsuf Peygamber yatar.

Asâsın ejder eden,
Bahre vurup yol eden,
Firavun helâk eden,
Mûsâ Peygamber yatar. 

Hayber kalasın yıkan,
Kâfiri od’a (ateşe) yakan
Şâhinler gibi bakan,
Ali gibi er yatar.

Ata ana gülleri,
Kur’ân okur dilleri
Fatm’ana oğulları;
Hasan, Hüseyin yatar. 

Esma Abouhassanin, toprağın ne kadar canlı bir varlık olduğu konusunda tefekkür ediyor:

Toprak sînesinde kucak açar. Yatar orada huzurla nebîler, sıddîklar, velîler, şehitler...

Ve toprak sînesinde tutmak istemez, atar oradan azapla zâlimleri, kötüleri, fesat çıkaranları. Yer gök sînesine almaz zâlimi, şu yeryüzü dahî sevmez, midesi bulanır âdetâ onlardan. Bu toprak barındırmak istemez onları üstünde. Toprakların üzerine bir zulüm olarak çökmüş olan fesat liderlerini yeryüzü dahî bünyesine kabûl etmez.

Taif halkının altını üstüne geçireyim derken Cebrâil, dayanamıyordu Resûlallah aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm’ın gül tenine çarpıp can acıtan bir taşa. Ebû Leheb'in elleri kurusun diye başlıyor âyet Tebbet sûresinde. Firavun'u öfke ile boğmak istiyor deniz. Kārun'u toprak içine çekip yerle bir ediyor, dayanıp durduğu malı mülkü ile. Son darbeyi Nemrut'a koskoca kâinatta küçük bir sinek vuruyor işi bitirmek üzere. Kaddâfi'yi halkın birikmiş öfke linci parçalayıp eziyor.

Sinekten koskoca dağlara kadar tüm yer gök onların şerli olduğunu biliyor ve onlar bile istemiyorlar bu şerli zâlimleri. Yeryüzü dahî onların kötülük seviyesine tahammül edemiyor ve üzerinden atmak istiyor ya da yakalayıp boğmak istercesine yerle bir ediyor onları.

Böylece halklarının başına belâ olan bu zâlimler, birer ibretlik misâl olarak sergilendi bizlere. Zâlimlerin yaptıklarından haberdâr olan Yüceler Yücesi’nin tadın azâbı dediği azap onlara tattırılacaktır. Allah onların son anlarında, onlar dünyâyı terk ederlerken yeri göğü emir kulu kıldı ve onları yerle bir ettirdi. Zâten bunca mazlûma yaptıklarından dolayı ne yer ne gök ne bu dünya ne de tüm cihan onları bünyesinde sindiremezdi. Ve mazlumların Rabbi tüm yer gök orduları ile kullarının intikāmını almıştır...

Ve nihâyet ateş onları sînesine alacak ve kabûl edecek. Sırada milyonları katleden zâlim Beşar Esad'ın ibretlik ölüm sonunu beklemekteyiz..... Onun da hazîn sonu bizlere sergilenecektir zamânı geldiğinde.

Nisan 2025, sayfa no: 36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak