Yüce Allah (cc) varlık âlemi içinde insanı en üstün vasıflara sâhip, kendi zât-ı ulûhiyetini bilecek ve birleyecek bir fıtrat üzere yaratmış, kendisine muhatap olarak seçmiş; bunun bir gereği olarak da birtakım hak ve sorumluluklarla mükellef tutmuştur. Onun dünyâ ve âhiret saâdeti/mutluluğu bu mükellef kılındığı hak ve sorumluluklarını yerine getirmesindeki başarısına bağlıdır. İnsanın mükellef tutulduğu hak ve görevler iki özellik arzeder:
- Yüce Allah ile insanın kendisi arasındaki ilişki. (Allah-Kul İlişkisi). Bu dikey bir ilişki olup Allah’tan kuluna vahy yoluyla; kuldan Allâh’a ise duâ, niyaz ve O’na ilticâ yoluyla olur. Yüce Allah ‘Ey kulum!.’ diye peygamberleri aracılığıyla emir ve yasaklarını bildirir; kul da ‘Yâ Rabbî!’ diyerek emir ve yasaklara uymaya çalışır. Kul ile Allah arasına hiçkimse giremez.
- İnsanın içinde yaşadığı toplumla ilgili olan ilişkisi (insan-insan ilişkisi). Bu ilişki de yatay bir ilişki olup insanın berâber yaşadığı hemcinslerine karşı olan karşılıklı hak ve görevlerini ihtivâ etmektedir. Bu ilişkide temel esas “Muâvenet”/Yardımlaşmadır. Yâni “hilkatte kardeşiz, tarîk- i Hakk’ta yoldaşız” diyerek berâber yaşadığımız insanlara karşı hep bu kardeşlik ilkesini koruyacak bir müsbet düşünce içinde olmak. Hep onun iyiliğini düşünmek ve bunu fiilen göstermek. Bunun nasıl olması gerektiğini de Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “İyilik etmek, fenâlıktan sakınmak husûsunda birbirinizle yardımlaşın. Günâh işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun”.(Mâide, 2.)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak